“Stratejik Özerklik Türkiye’ye Bedel Ödetiyor”
Türkiye çeşitli politika alanlarında bağımsız bir konum almayı başarabildi. Ancak bu vaziyetin bir maliyeti oldu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası Türkiye yaptırım paketlerini kabul etmedi. ABD yönetimi ve Avrupa Birliği başkentlerinden, özellikle Berlin ve Paris’ten gelen eleştiriler, NATO’daki çeşitli ülkelerin Türkiye’ye karşı duyduğu rahatsızlığı gösteriyor.
Mülakat: Dora Mengüç
Belirli bir ekonomik ve politik etkiye sahipsiniz, fakat süper güç değilsiniz. Böyle ülkeler “Orta Güç” olarak tanımlanıyor. Ancak kavram kendi içinde bazı belirsizlikleri, daha doğru söyleyişle değişkenleri barındırabiliyor. Söz gelimi bir ülke savunma alanında orta güç potansiyeli taşıyorken enerji konusunda durum aynı olmayabiliyor. Perspektif’in sorularını yanıtlayan Dr. Jens Bastian’a göre Türkiye orta güç olmanın tam da bu aralığında yer alıyor.
Alman Uluslararası Politika ve Güvenlik Politikaları Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Bastian, Yeni İpek Yolu, Türk Ekonomisi ve Avrupa Dış Ekonomi Politikası konularındaki uzmanlığıyla biliniyor. Nisan ayında “Türkiye: Dış Politika Çıkarları ve İç Politik Düzen Algıları Arasında Yükselen Orta Güç” isimli bir makale kaleme aldı. Bastian, Türkiye’nin savunma endüstrisi, silah ihracatı, pazar payını nasıl çeşitlendirdiği, İHA’ların rolü ve tüm bu bağlamdaki dış politika stratejisi üzerine dikkate değer tespitler yapıyor. Türkiye’nin Aşil topuğunun ekonomi olduğunu söyleyen Bastian, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ikili hizalanmalara çekilmek istemediğini düşünüyor.
ENERJİDE ORTA GÜÇ DEĞİLSİNİZ AMA ASKERÎ AÇIDAN DURUM FARKLI
Aslı Aksoy ile 17 Nisan’da Ankara’nın dış politika perspektifini göz önünde bulundurarak orta güç algısı hakkında bir makale yazdınız. İlk sorum, orta güç kavramının ne olduğu… Ve tabii sizin gözünüzden bakıldığında Türkiye’nin dış politika çıkarları ile iç politik düzen algıları arasında nerede durduğu…
Sorunuzda “orta güçler” kavramını vurguluyorsunuz. Bunun önemini anlatmak isterim. Öncelikle ülkeler hakkında konuştuğumuzu netleştirmemiz gerekiyor. Ancak orta güçler aynı zamanda kurumları da içerebilir. Burada yaptığım ayrım, kurumlar yerine ülkelere odaklanmamız gerektiği. Zira orta güç olarak sınıflandırabileceğiniz devlet dışı aktörler de bulunuyor. Öyle bir durumda finans sektörüne, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu veya Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası gibi kurumlara bakardım. Kavramsal çerçevedeki diğer sorun ise orta güçler hakkında konuştuğumuzda bunun öncesi ve sonrasında bir şeyler olduğunu varsaymamız gerektiği. Buradaki sorun en azından bazı orta güçlerin gerçekten bir seviyeden diğerine geçip geçmediği ile ilgili olsa gerek. Orta güç sorunu bazen söz konusu devletlerin her iki yöne de gidebilecekleri fikriyle bağlantılı. Orta güçler çeşitli politika alanlarında gelişiyorsa o zaman gerçekten mezuniyet ihtimali, yani bir üst seviyeye atlama potansiyeli vardır. Ancak bunun hangi alanlarda gerçekleştiğini sınıflandırmanız gerekir. Bir orta güç olan ülkede toplumunun yapısı, istihdam oranı veya 25 yaş altı nüfusun toplam nüfus içindeki oranının, demografinin ne gibi bir rol oynadığını incelemeniz gerekir. Orta güçlerin ne olduğuna da bakmanız gerekecektir. Örneğin G20 üyeleri. Türkiye onlardan biridir. Ancak diğer orta güçler G7’nin de parçası olabilirler.
Örneğin, Brezilya mı?
Brezilya veya Hindistan mı? Dolayısıyla bazen orta güçler kavramını kullanıyorsunuz ancak o zaman ekonomik terimlerle birinin G20’ye, diğerinin G7’ye ait olması durumunda her ikisinin de orta güç olarak adlandırılmasının etkisinin ne olduğunu sormanız gerekecektir. Ayrıca orta güç kavramı yapısal özellikleri açısından herhangi bir orta gücün uygulaması gereken önemli bir avantaja sahiptir. Sözgelimi güvenilir enerji kaynaklarının bulunabilirliği… Türkiye gibi ülkeler özellikle fosil yakıtlar açısından enerji ithalatına son derece bağımlı. Bu nedenle Türkiye’yi bu politika alanında orta güç olarak etiketlemekte daha temkinli olurdum. Ülkeler açısından orta güç ve belirli politika alanlarında orta güç kullanımı arasında bir ayrım yapardım. Bazı durumlarda bir ülke belirli bir politika alanında orta güç olabilir. Ancak diğerinde olmayabilir. Türkiye her iki kategoriye de giren bir örnektir. Enerji açısından orta güç değilsiniz. Askerî açıdan, bugün bir orta güçsünüz, uluslararası arenada böyle tanınıyorsunuz.
TÜRKİYE SAVUNMADA SON YILLARDA PAZAR PAYINI ÇOK GELİŞTİRDİ
Türkiye’nin savunma endüstrisinden bahsettiniz. Son 15 yıla bakıldığında Türkiye küresel bir silah ihracatçısı olma yolunda mı? Ya da oldu mu?
Burada vurgulamak istediğim ilk nokta “endüstri” terimini kullanmanız. Son 30 yılda Türkiye’de askerî-sanayi kompleksinde gelişen, yerel üretim ve yenilik kapasitesi açısından “endüstri” terimini hak eden bir gelişim gördük. Dolayısıyla bugün Türkiye’de askerî-sanayi kompleksi ürün kategorileri ve hizmet alanlarında yenilik ile üretim kapasitesi arasında bir bağlantı bulunmaktadır. Bugün sizin de belirttiğiniz gibi Türkiye etkileyici bir silah ihracatçısıdır. 2023 için SIPRI’nin en son verilerine göre bu sektördeki beş önde gelen şirketi açısından önemli kazanımlar elde etmiştir. Bu kazanımlarını uluslararası silah donanımı ve hizmet sağlama ihracat pazarında yapmıştır. Uluslararası alanda bilinen en iyi örnek (askerî) insansız hava aracı (İHA) ihracat kapasitesidir. Burada görebileceğiniz ilginç gelişme, sadece son yıllarda pazar payı kazanmaları değil aynı zamanda Türkiye’nin 10 yıl önce ulaşılamaz olarak kabul edilen bölgeler ve ülkeler arasında da pazar payını çeşitlendirmesidir. Bugün Türkiye, önde gelen ülkeler arasında (ABD, Çin, Brezilya, Fransa ve Almanya) etkileyici bir silah ihracatçısı ülke olarak tanınmakta. Askerî kapasitesi hakkında vurgulamak istediğim diğer bir konu ise sadece yenilik ile üretim kapasitesi arasındaki bağlantı değil. Aynı zamanda o askerî-sanayi kompleksine sağlanan finansal kaynaklar. Bugün Türkiye aynı anda bir silah ihracatçısı ülke ve bir orta güçtür. TB2 İHA’sı, Suriye, Irak, Libya, Karabağ ve Şubat 2022’den bu yana Ukrayna’daki savaş alanlarında görülebilir durumdadır. Türkiye yükselen bir ihracat kapasitesine sahip olmanın yanı sıra çeşitli çatışmalarda ve savaşlarda fark yaratan bir askerî kapasiteye de sahiptir.
TÜRKİYE’NİN HER İKİ TARAFIN ÇATIŞMASINDA YER ALABİLMESİ DİKKAT ÇEKİCİ
Buradan bakıldığında Türkiye’nin İHA’ları özellikle Karabağ ve diğer bölgelerde oyun değiştirici olarak görülüyor. Avrupa’dan bakıldığında nasıl?
Türk TB2 İHA’ları özellikle Rusya’nın Kiev’e doğru ilerlemeye çalışan işgalci birliklerini durdurmada oyun değiştirici oldu. Türk TB2 İHA’larının bulunmaması durumunda Rus ilerlemesi Kiev’e doğru muhtemelen başarılı olabilirdi. Bu, Rus işgalinin ilk haftalarında önemli bir fark yarattı. Ukrayna ile Türk hükümeti arasında Ukrayna’da Kiev’e yakın bir askerî İHA üretim tesisi kurulması konusunda anlaşmalar var. Türk İHA’larının fark yarattığı diğer önemli alanlar Karabağ ve Libya’dır. Türkiye’nin her iki tarafın da çatışmasında rol alabilmesi dikkat çekicidir. Örneğin Ukrayna’ya bakın. Rusya’nın işgalinden sonra ABD, Avrupa Birliği ve diğer ülkelerin Rusya’ya karşı yaptırımlarını benimsemeye istekli olmadı. Dolayısıyla Ankara hâlâ Rusya ile iletişim ve ticaret kanallarını açık tutuyor. Özellikle ABD yönetiminden yetkililer askerî donanımlarında kullanılabilecek çift kullanımlı malların Rusya’ya ihracatını sınırlandırmak veya durdurmak için tekrarlı uyarılarda bulunuyor. Dolayısıyla Türkiye hem Rusya’ya erişim ve işbirliği sağlarken hem de Ukrayna’yı askerî kapasitesinde destekliyor. Bu durum orta bir güç olarak Türkiye için söz konusu savaşta her iki tarafa oynamasına olanak tanıyan benzersiz bir durum.
EKONOMİK VE ASKERİ ANLAMDA FARKLI KURUMLARLA İLİŞKİ İÇİNDE OLMANIZ İLGİNÇ
Ankara’nın silah ve savunma politikasında diğer ülkelerden bağımsızlığını artırmak için kullandığı yöntemler ne?
Silah ve savunma politikasının yanı sıra mevcut Türk hükümetinin ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın askerî ihracat kapasitesini kullanma kabiliyeti önemlidir. Bu, Türkiye’nin birkaç yıl önce iş yapmaya açık olmayan ülkeler ve bölgelerle işbirliğini çeşitlendirmesi anlamına gelir. Ayrıca Erdoğan’ın aktif bir şekilde kurumsal entegrasyonun çok yönlülüğünü ne şekilde izlediğine bakmak gerek. Örneğin Türkiye NATO üyesi olmasının yanı sıra Şanghay İş Birliği Örgütü’nde (ŞİÖ) katılımcı gözlemci olarak yer alıyor. Ankara’daki spekülasyonlar sürekli olarak Türkiye’nin genişletilmiş BRICS+ formatına katılmayı düşünebileceğini öne sürüyor. Bu yılın Ocak ayında İran ve Mısır BRICS+’a katıldı. Dolayısıyla Türkiye’nin bu kurumsal esnekliği kullanma çabaları çok kutuplu yapılar olarak nitelenebilir. Türkiye’yi ekonomik ve askerî olarak farklı kurumsal düzenlemelerde partner ülkelerle ilişki içinde olan bir orta güç ülkesi olarak düşünmek ilginç. Türkiye NATO ittifakına bağlı olmasına rağmen ŞİÖ ile işbirliğini güçlendirmeyi düşünüyor. Ancak bu iki taraf birbiriyle uyumsuz. Bu nedenle genel olarak Batı tarafından tanımlanan belirli güvenlik garantilerine sahipsiniz. Buna karşılık askerî ittifaktan öte, diğer ülkelerle ticari, askerî ve ekonomik ilişkilerin genişlemesi de kurumsal esneklik sağlayabilir.
TÜRKİYE İLİŞKİLERİ NEDENİYLE BENZERSİZ BİR KONUMDA DEĞİL
Türkiye’nin hem Batı hem Doğu ile ticari, ekonomik bağlantıları var. Siz Türkiye’nin benzersiz bir konumda olduğu argümanına katılıyor musunuz?
Hayır. Böyle bir eşsizliğe sahip değil. Erdoğan’ın 20 yılı aşkın süredir iktidarda olması sürecinde Türkiye zorunluluk veya uygunluk gereği ilişkiler kurma sanatını icra edegeldi. Bunun stratejik bağlamda yapılabilir hale gelmesi, politik ve askerî kaldıraçla desteklenmesi uluslararası ilişkiler sahnesinde daha büyük bir tanınma duygusu elde etmesine neden olur. Bu, Türkiye’nin farklı yönlere oynamasına ve çeşitli ittifak yapılarına uyum sağlamasına olanak tanır. Ancak bu durum Türkiye’ye özgü değildir. Türkiye’nin son 20 yılda geliştirdiği yolculuğu ve gidişatı bunu bugün sert ve yumuşak güç kapasitesiyle destekleyebilmesini gösterir nitelikte.
TÜRKİYE STRATEJİK ÖZERKLİK İZLERKEN MADDİ VE POLİTİK BEDEL DE ÖDÜYOR
Yayımladığınız makalede Türkiye’nin dış politika stratejisinin geleneksel Batı ittifaklarından bağımsız bir konum tesis etmeyi amaçladığı belirtiliyor. Bunu biraz daha açalım mı?
Türkiye çeşitli politika alanlarında böylesi bağımsız bir konum almayı başarabildi. Ancak bu vaziyetin bir maliyeti oldu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası Türkiye yaptırım paketlerini kabul etmedi. ABD yönetimi ve Avrupa Birliği başkentlerinden, özellikle Berlin ve Paris’ten gelen eleştiriler, NATO’daki çeşitli ülkelerin Türkiye’ye karşı duyduğu rahatsızlığı gösteriyor. Ayrıca İsveç’in NATO’ya katılımıyla ilgili uzun süredir devam eden ve nihayetinde çözülen sorun, Türkiye’nin perspektifinden İsveç’in NATO’ya katılım kararını belirleme sürecinde bağımsız bir yol çizebileceğine dair bir örnekti. Bu süreç birçok ittifak ortağı ülke için fazla uzun sürdü. Birçok kişi şartların çok müdahaleci olduğunu düşündü. Öte yandan Türkiye, stratejik bir özerklik ve çoklu hizalanma yolu izlerken bir yandan da ittifaklarla entegre olabilen ülkelere bir örnektir. Bir ana gelişmeyi hatırlayalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2017’de Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alması yönündeki kararı… Genellikle bu durum herhangi bir NATO ülkesi tarafından politik olarak kendini yok edici hamle olarak kabul edilirdi. Türkiye’de ise bu durum, bağımsız karar alma kapasitesinin bir parçası olarak sunuldu. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ikili hizalanmalara çekilmek istemiyor. Başka bir deyişle ya NATO’yla birliktesinizdir ve o zaman NATO’nun rotasını çizmek zorundasınızdır ya da başka bir yol izleyip ittifak ortaklarınızca ne kadar güvenilir görüldüğünüzü düşünmek zorundasınızdır. Örneğin Türkiye, yeni nesil gizli avcı uçaklarıyla ilgili F-35 geliştirme projesinden dışlandı. Projede yer alan Türk şirketleri ciddi finansal sonuçları göze almak zorunda kaldı. Bu nedenle bağımsızlık icrası için maddi ve politik bir bedel ödenmiştir. Bugün Türkiye, komşusu Yunanistan’ın yeni nesil F-35’leri kazandığı sırada ABD’den modernize edilmiş F-16 savaş uçakları alacaktır.
TÜRKİYE’NİN ORTA GÜÇ BİR DEVLET OLMA SÜRECİNİN TAMAMLANMAMASININ NEDENİ EKONOMİ
Türkiye’nin Orta Koridor projelerini Antik İpek Yolu’nu canlandırma bağlamında değerlendiriyorsunuz. Avrupa ile Asya arasında jeopolitik ve jeoekonomik bir profil oluşturmaya çalışırken Türkiye’nin algılanma açısından zayıf noktası size nedir?
Türkiye’nin bir orta güç olarak tartışmasıyla ilgili bir sorun, ekonomik zorlukları göz önünde bulundurmamız gerektiğidir. Türkiye’nin orta güç olarak konumlanmasının Aşil topuğu ekonomi ve finansal durumu ile ilgili. Başka bir deyişle Türkiye, orta güç kapasitesinin herhangi bir projeksiyonunun iç ekonomik durumu bağlamında değerlendirilmesi gereken büyük ölçekli iç ekonomik zorluklarla karşı karşıya. Belirli politika alanlarında sınırlı politika oluşturma kapasitesine ve kısıtlı mali imkânlara sahipsiniz. Sonuçta bir orta güç olarak kapasitenizi artırmaya çalışırken, kaçınılmaz olarak üçüncü ülkelere bağımlı hale geleceksiniz. Türkiye’nin Körfez ülkelerinde ekonomik ve finansal yardım arayışı gibi durumları zaten görebiliyorsunuzdur. Örneğin Türkiye’nin ekonomik zorluklarını finanse etmek için Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Çin’den önemli miktarda döviz rezervine, yani sözde döviz swap’larına ihtiyacı vardır. Bu bir orta gücün belirgin kısıtlamalarına dönüşen ekonomik kısıtlamalardır. Orta güç kapasitesini artırmaya çalışırken aynı zamanda yıllar boyunca süregelen yüksek çift haneli enflasyon ve para birimindeki değer kaybı gibi zorluklarla karşı karşıya olduğunuzda aslında politika yapma etkinliğiniz de kısıtlanmış olur. Kısacası Türkiye bir orta güç olarak henüz tamamlanmamış bir süreçtir, riskler ve fırsatlar bir aradadır denilebilir.