Stratejik Rekabet Ortamında Bölgesel ve Küresel Bağlantılılık
Çin’in 2013’te açıkladığı Kuşak-Yol Girişimi ertesinde dünya kamuoyunun dikkatini çeken bağlantılılık konusu, özellikle 2020’li yıllarla birlikte Batı’nın da gündeminde yer etmeye başladı. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı 2022’de başlattığı ikinci saldırı ertesinde giderek daha da boyutlandı. Bağlantılılık, bugün itibarıyla stratejik rekabetin temel öznelerinden biri oldu.

Stratejik Ortamın Genel Çerçevesi
Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı işgal ve ilhak etmesinden bu yana patlak veren gelişmeler, jeopolitik/jeostratejik ortamı küresel ölçekte ve kökten bir değişime sürükledi. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik 2022 Şubat’ındaki ikinci saldırı dalgası ise stratejik rekabetin çok boyutlu-çok değişkenli-çok aktörlü bir ortamda daha da hızlanmasına yol açtı.
Bu rekabette küreselleşmenin belirgin ana zeminlerinden birini oluşturan “kurallara dayalı uluslararası düzen” her geçen gün daha da büyük yara almakta. Ekim 2023’ten bugüne değin Gazze Şeridi’nde yaşanan dramatik olaylar, uluslararası hukuka dayalı bu kuralların geniş bir coğrafyada etraflıca sorgulanmasına ve bunlara karşı meydan okumalara sahne oluşturuyor. Pamuk ipliğine bağlı barış arayışları gerçekten yol ayrımında ve yerel ve bölgesel savaşlar pusuda bekliyor.
Özellikle ABD, Rusya ve Çin arasındaki stratejik rekabetin damgasını vurduğu uluslararası ortamda küresel güvenlik düzeni benzersiz bir baskı altında ve öngörülmesi zor bir aşamaya doğru sürüklenmekte. Ukrayna, Ortadoğu ve Kafkasya’da mevcut veya potansiyel çatışma hatlarından beslenen istikrarsızlıklar olanca hızıyla devam ediyor.
Jeopolitik/stratejik gerilimin odakları arasındaki rekabete bağlantılılık (connectivity) olgusunun da girdiği gözlenmekte. Küresel büyük proje ve girişimlerin yanı sıra Türkiye’nin yakın çevresinde bağlantılığı hedefleyen alternatif bölgesel proje ve girişimlerin özellikle Karadeniz, Akdeniz, Ortadoğu ve Kafkas kuşağını içerecek şekilde artan biçimde gündeme geldiği yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
Nedir Bu Bağlantılılık?
Çin’in 2013’te açıkladığı Kuşak-Yol Girişimi ertesinde dünya kamuoyunun dikkatini çeken bağlantılılık konusu, özellikle 2020’li yıllarla birlikte Batı’nın da gündeminde yer etmeye başladı. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı 2022’de başlattığı ikinci saldırı ertesinde giderek daha da boyutlandı. Bağlantılılık, bugün itibarıyla stratejik rekabetin temel öznelerinden biri oldu. O halde bağlantılılık, jeopolitik/stratejik rekabetin ivme kazanmasına koşut olarak son dönemde su yüzüne çıkan, bilahare aniden sosyal bilimin tozlu arşivlerinde kaybolan soyut kavramlardan biri mi; yoksa uluslararası politikaya ilişkin analizler bağlamında ayrı bir kategoriyi mi hak ediyor?
Bağlantılılık, basit tanımıyla, “bağlı” veya “birbirine bağlı” olma durumu veya derecesidir. Teknoloji ve ağlar bağlamında, farklı cihazların, sistemlerin veya bileşenlerin birbirlerine bağlanma ve birbirleriyle iletişim kurma yeteneği anlamına da gelir. Veri aktarımı, iletişim veya kaynak paylaşımı için güvenilir ve verimli bir bağlantıya sahip olmanın bugünün dünyasında hayati önem taşıdığı kuşkusuzdur.
Bağlantılılığı çeşitli yönleriyle tanımlama girişimleri halen son bulmuş değildir. Bu bağlamda en güncel ve kapsamlı tanımlardan biri, Kasım 2017’de Myanmar’da Dışişleri Bakanlarının katılımıyla düzenlenen Asya-Avrupa Toplantısı’nda (ASEM) yapıldı. Toplantıda, bağlantılılığın temel bileşenleri konusunda şu sonuca varılmıştır: “Bağlantılılık, ülkeleri, insanları ve toplumları birbirine yakınlaştırmaktır. Erişimi kolaylaştırır. Daha derin ekonomik ve insanlar arası bağları teşvik etmek için bir araçtır […] Bağlantılılık, tüm ulaşım modlarının yanı sıra kurumları, altyapıyı, mali işbirliğini, IT’yi, dijital bağlantıları, enerjiyi, eğitim ve araştırmayı, insan kaynakları gelişimini, turizmi, kültürel değişimleri ve gümrük, ticaret ve yatırımın kolaylaştırılmasını kapsar.”
Buna göre bağlantılılık, ekonomi ve ticaretin merkezleri olarak coğrafyadan ve tarihten yararlanmaktır. Bu ana eksenden hareketle, bağlantılılığın derinleştirmesi hedefiyle tüm paydaşların (devletler ve devlet dışı aktörler) daha fazla siyasi irade veya niyet sergilemeleri ve parasal kaynakların desteğinde karşılıklı işbirliği ve güvene yatırım yapmaları beklenmektedir.
İlk kritik bağlantılılık unsuru stratejik niyet ve siyasi iradedir. Devletler ve devlet dışı aktörler, algıladıkları stratejik çıkarlar doğrultusunda birbirlerine bağlanabilir veya birbirlerinden ayrılabilirler. Günümüzde siyasi gücü, önemini yadsımamakla birlikte, bir devletin nispeten daha az askeri kabiliyetlerinin; daha çok ekonomik potansiyelinin bir işlevi olarak anlamlandırmak mümkündür. Bu çerçevede, dış politikanın “araç kutusunun” daha açık bir şekilde ekonomik güce ve bunun kullanımına öncelik tanıyan önlemlere odaklanmaya doğru evrilmekte olduğu gözlenmektedir. Özetle bu evrimin, jeo-politikten jeo-ekonomiye doğru bir geçişi simgelediği öne sürülebilir.
Günümüzün küreselleşmiş ekonomisinde, bir ülkenin ekonomik potansiyeli temelde dünyanın geri kalanıyla olan bağlantılarının niteliğine de bağlıdır. Bunda, “yoğunluk” (çok veya az bağlantı), “çeşitlilik” (çok veya az ortak, mod ve rota) ve “eylemlilik” (kendi kurallarını tanımlama veya bağlantı kurmak için başkasının koşullarına tabi olma) rol oynamaktadır. Dolayısıyla, bağlantılılığın ekonomik potansiyeli, ekonomik potansiyelin de siyasi gücü tanımladığı bir durumla karşı karşıya olduğumuz görülebilir. Burada, tanımın ikinci kritik bileşeni ortaya çıkmaktadır: Altyapıya stratejik yatırım yapmak, bir başka anlatımla, bağlantılılık üzerinde nüfuz sahibi olmak. Bu nitelik ve yeteneğin önemli bir modern dış politika aracı oluşturduğu şüphesizdir.
Bir devletin kendisini başkalarıyla bağlantılı kılma kararı, fiziksel (yollar, elektrik hatları, dijital kablolar ve uydular) ve fiziksel olmayan (kültürel alışverişler, araştırma işbirliği, gümrük kolaylığı vb.) bağlantıları sağlayan altyapı yatırımlarında somutlaşır. Bu kritiktir; çünkü yatırımlar, fiziksel ve ekonomik faydalarının yanı sıra yatırımcının ticari çıkarları, teknolojik konumlanması, içinde faaliyetlerini yürüttüğü düzenleyici çerçeveleri ve siyasi söylemleri için gerçek dünyada bir aktarım hattı görevi de görür. Ayrıca, uzun süreli bağımlılıklar yaratarak gelecekteki ekonomik ve siyasi kararları etkileyebilir ve güvenlik açısından sonuçlar doğurabilir. Dolayısıyla, bir dış politika aracı olarak bağlantılılık, fizikî veya değil, altyapı yatırımları yoluyla stratejik niyetin hayata geçirilmesinde başlıca kaldıraçlardan biridir.
AB’nin bağlantılılığa dair ölçütleri temel alındığında sürdürülebilir bağlantılılık, bağlantılılığın şu üç ayağına yapılan yatırımları kapsar:
– Ekonomik Bağlantılılık (fiziksel veya fizikî altyapı ile ilgili bağlantılılık): Bu, karayolları, demiryolları, enerji, dijital ve ekonomik hizmetler de dahil olmak üzere çeşitli alanlardaki bağlantılıktır.
– Kurumsal Bağlantılılık (yumuşak bağlantılılık): Ticaret, yatırımlar ve hizmetlerin serbestleştirilmesi ile ilgilidir. Bu nedenle, ticaret engellerini azaltarak, gümrük prosedürlerini kolaylaştırarak ve pazar entegrasyonunu ilerleterek sınır ötesi bağlantıları kolaylaştırır.
– Kişiler/İnsanlar Arası Bağlantılılık: Turizm, kültür merkezleri ve kapasite geliştirme girişimleri yoluyla bireyler arasındaki temasın artırılmasıyla ilgilidir. Bunlar ekonomik kalkınmanın bir aracı olarak kabul edilir ve ülkeler arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi için gereklidir.
Aynı zamanda sürdürülebilir bağlantılılık, sürdürülebilir kalkınmanın şu beş özelliğini (ticari, finansal, sosyal, çevresel ve karşılıklı unsurlar) dikkate alır:
(1) Ticari Sürdürülebilirlik: Gerçek bir kamu ihtiyacına cevap veren ve ekonomik olarak uygulanabilir projelere yatırım yapmakla ilgilidir.
(2) Finansal Sürdürülebilirlik: Ülkelerin borç tuzağına düşmemesini ve altyapı projelerinin uzun vadeli finansal planlamayı içermesini sağlamak anlamına gelir (örneğin, onarım çalışmaları için fon bulunması veya enerji santrallerinin çalışmasını sağlamak için beceri eğitimi).
(3) Sosyal Sürdürülebilirlik: Kurumların kalitesine de katkıda bulunan, şeffaflık ve çalışma standartlarına uygun altyapıyı ifade eder.
(4) Çevresel Sürdürülebilirlik: Bağlantılılığın çevre üzerindeki etkisinin göz önünde bulundurulması gerektiğini kabul eder. Diğer bir anlatımla, kalkınmanın, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılamaya odaklıdır.
(5) Karşılıklı Bağlantılılık: Ülkeler ve hükümetler arasında olabildiğince eşit bir oyun alanının korunması, devlet alımları ve devlet yardımlarına ilişkin uluslararası kural ve düzenlemelerin gözetilmesiyle ilgilidir.
Hükümetler arasında (bölgeler arası) işbirliğinin ve özel sektörün katılımının, dünyanın herhangi bir yerinde sürdürülebilir bağlantılılığın gerçekleştirilmesi için hayati önem taşıdığı açıktır. Bu genel çerçeveyi Karadeniz-Akdeniz ve Güney Kafkasya coğrafi kuşağı için esas aldığımızda karşımıza sınamalar kadar değerlendirilmeleri zorunlu fırsatların da çıktığı görülmektedir.
Bağlantılılık Düzleminde Karadeniz-Akdeniz
Karadeniz, Ukrayna’daki savaş nedeniyle deniz güvenliği bozulmuş olmakla birlikte, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney (Avrupa-Asya-Afrika, Hazar, Balkanlar, Tuna, Akdeniz) arasındaki ulaşım-iletişim akslarını kapsayan bir transit koridorudur. Asya ve Avrupa arasındaki geleneksel ticaret rotalarının gelişim süreci kapsamında demiryolları, karayolları ve nehirleri ile küresel ve bölgesel tedarik zincirleri için önemli bir ulaşım merkezidir. Küresel ve bölgesel güçler ile aktörlerin (AB, ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Türkiye, İran) bağlantılılık düzlemindeki rekabetine sahne olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Gazze’de başlayan çatışmalarla birlikte özellikle Doğu Akdeniz’de kırılgan hale gelen güvenlik durumuna rağmen, Akdeniz için de benzer gözlemlerde bulunmak mümkündür.
Geniş bir açıdan ve belirsizlikler içerse de uzun vadeye dönük bir perspektifle Karadeniz-Akdeniz hattında ileriye yönelik olarak daha yüksek verimliliğin, düşük maliyetli taşımacılığın ve sürdürülebilir stratejik ortaklıkların kurulması, öncelikle bölgesel aktörlerin uzun erimli çıkarlarına hizmet edecek bir hedef olarak görülmelidir.
Stratejik ve jeopolitik ortama hâkim olan ihtilaflara karşın, bölgede altyapı ve diğer bağlantı alanlarındaki iyileştirme ve yeniliklerin, bugün çok ihtiyaç duyulan ekonomik kalkınmayı teşvik edecek biçimde yatırımları cesaretlendirmesi öngörülmelidir/hedeflenmelidir. Bu bağlamda, Karadeniz ve Akdeniz arasında Hazar bölgesini de içerecek bir yaklaşımla canlı enerji ile enerji dışı ticaret ve transit bağlantılılığının geliştirilmesi an itibarıyla daha da önem kazanmıştır.
Karadeniz-Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin kapasitesi yüksek limanları, ağırlıklı olarak, iç pazarlara ve bölgeye girip çıkan transit yüklere hizmet vermektedir. Bölgede, ülkeleri büyük limanlara bağlayan nispeten iyi kurulmuş bir altyapı ağı mevcuttur. Buna rağmen, farklı bölgeler ve ülkeler arasında ticaret ve transit fırsatlarını en üst düzeye çıkarabilecek daha fazla bağlantılılığa gereksinim olduğu açıktır.
Bağlantılılık kapsamında Doğu-Batı hattının Batı kuşağında AB, Baltık Denizi, Karadeniz ve Adriyatik Denizi’ni içerecek bir proje olarak “3 Deniz Girişimi”ni sahneye sürdü. Girişim katılımcı ülkeleri, sürdürülebilir, inovasyona dayalı, akıllı bağlantılılığı teşvik ederek bu geniş bölgedeki tüm altyapıyı Sovyet altyapısına bağımlı olmaktan kurtarmayı hedeflemektedir. Böylece Orta ve Doğu Avrupa’nın onlarca yıllık, hâlihazırda kurulu enerji ve altyapı bağlantılarına dayalı Rusya bağımlılığının kırılması amaçlanmaktadır.
Türkiye, Karadeniz-Akdeniz havzası üzerinde, büyük güçler arasında devam edip giden stratejik rekabetin dengelenmesinde, mevcut ortamın sunduğu fırsatlardan da yararlanarak, Hazar Denizi-Karadeniz-Akdeniz’i kapsayacak “Üç Deniz” projesini, Türkiye-Kafkasya-Orta Asya hattını önceleyecek bir yaklaşım ve Orta Koridor’u takviye edecek bir tasarım üzerinden dünya gündemine taşımalıdır. Türkiye’nin bunu, kuşkusuz küresel ayakları da olan, odağında Türkiye’nin olduğu bölgesel bir bağlantılılık mimarisi olarak gündemde canlı tutması en akılcı yaklaşım olarak görülmelidir.
Bağlantılılığın Kafkasya-Orta Asya Ayağı ve Zengezur Koridoru
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik devam eden saldırganlığı, Çin’in özellikle Ortadoğu’daki normalleşme süreçlerine müdahil olma girişimleri ve Batı’nın Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir barış anlaşması yapılmasına yönelik artan ilgisi karşısında Azerbaycan ile Ermenistan arasında kalıcı bir barışa ulaşılması, Güney Kafkasya’daki bağlantılılığın geleceği için yeni umutlar doğurabilir. Ankara’nın bu süreci dikkatli bir şekilde yönetmesi halinde ortaya çıkacak yeni ve farklı bir bağlantılılık, Bakü-Erivan-Tiflis’in de çıkarlarına en üst düzeyde hizmet edecektir.
İkinci Karabağ Savaşı’nın ertesinde, Ocak 2021’de Moskova’da ve Kasım 2021’de Soçi’de Putin-Aliyev-Paşinyan’ın katılımıyla düzenlenen Üçlü Zirvelerde teyit olunduğu üzere, Türkiye-Nahçıvan-Azerbaycan’ı güneyden doğrudan bağlamak üzere tasarlanan Zengezur Koridoru’nu da kapsayacak biçimde bölgedeki tüm ulaşım koridorlarının açılmasını sağlayacak girişimler öncelikli hale gelmiştir.
Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının özgürleştirilmesinin ardından iki ülke arasında kalıcı barışı sağlamak adına, Karabağ da dâhil olmak üzere, bağlantılılığı sağlayacak yapı taşlarının biran evvel döşenmesi, bölgenin genel çıkarlarıyla uyumlu ana hedefler arasındadır. Bölgede yeni bir ivme yakalanmıştır ve Güney Kafkasya’daki bağlantılılığı da geliştirmeye olanak verecek kalıcı barışı inşa etmeye dönük fırsatlar bu kez kaçırılmamalıdır.
Rusya’nın Ukrayna ile meşgul olduğu ve önümüzdeki yıllarda da meşgul olmaya devam edeceği anlaşılmakla birlikte, Güney Kafkasya’da demiryolları, karayolları, limanlar, havaalanları, lojistik merkezleri, enerji ve dijital ağların entegrasyonu gibi bağlantılılığın eksik bileşenlerini gecikmeden tamamlamanın tam zamanıdır. Böyle bir davranış ve eylem biçimi şüphesiz bölgede vakit geçirmeksizin inşası gerekli barış sürecine katkıda bulunacaktır.
Bu bağlamda, Ermenistan Başbakanı Pashinyan’ın 26 Ekim’de Tiflis’te düzenlenen İpek Yolu uluslararası konferansında ortaya attığı “Barış Kavşağı” projesi, bölge ülkelerince yararlanmaya müsait somut önerileri içermektedir. Paşinyan’ın önerdiği projenin en önemli eksikliği Azerbaycan-Nahçıvan-Türkiye arasındaki doğrudan bağlantıyı atlamasıdır. Bu hayati eksikliğin siyasi birtakım mülahazaların neticesi olduğu aşikâr olup bu zorluğun Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan arasında yapılacak kapsamlı müzakerelerle aşılmasına çalışılmalıdır. Erivan yönetimine bunun Ermenistan açısından büyük bir fırsatın kaçırılması anlamına geldiği açıkça anlatılmalıdır.
Türkiye ve Azerbaycan’ın Zengezur Koridoru’nu kullanarak Nahçıvan üzerinden doğrudan birbirlerine bağlanması önemlidir. Ermenistan’ın da Ermenistan topraklarında kendi ulaşım ağı üzerinden hem Türkiye hem Azerbaycan’a doğrudan ve çok sayıda kanaldan bağlanma arayışı aynı derecede önemlidir.
Azerbaycan şüphesiz askeri bir zafer kazanmış ve Ermeni işgali altındaki topraklarını kurtarmıştır. Bu durum, Azerbaycan’a siyasi, ahlaki, hukukî ve pratik bir ağırlık kazandırmaktadır. Diğer yandan, her iki taraf için de barışı engelleyebilecek, başarı ya da yenilgi sendromundan beslenen uzlaşmazlık yaklaşımı sürdürülebilir bir seçenek değildir. Bu bağlamda Azerbaycan, Ermenistan’ın projesine açık fikirlilikle yaklaşmalı ve bu projede gördüğü eksiklikleri karşılıklı istişareler ve Türkiye’nin de vereceği destekle sonuç almaya dönük bir zeminde müzakere etmeyi sürdürmelidir. Ermenistan’ın da önerisinde ısrarcı olup tüm kapıları kapatarak projeyi ya hep-ya hiç yaklaşımına kurban etmemesi gerekir.
Ermenistan tarafından sunulan proje, üstü bir anda silinecek bir girişim değildir. Bu projeyi de gözetecek olumlu bir yaklaşım zemininde Ermenistan’ı Güney Kafkasya’daki bağlantılılık mimarisine dahil etmek amacıyla müzakere masasında kalınması, bölgesel barış ve istikrara hizmet edecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Alivey’in Eylül 2023’te Nahçıvan’daki buluşmalarında yaptıkları açıklamalar, Ermenistan’ın bölgede barış ve refah için çok ihtiyaç duyulan bağlantılılığa dahil edilmesi seçeneğini dışlamamaktadır. Aksine, Ermenistan’ı dışlamadan bağlantılılığın farklı bileşenlerini bir araya getirmenin içerdiği sorunların üstesinden gelmek için kapsayıcı bir yaklaşımı destekler mahiyettedir.
Hem Türkiye hem de Azerbaycan’ın tutumu, Ermenistan’ın yakın zamanda İran ve Gürcistan’ı da dahil etmek için başlattığı projeyle özünde paralellik göstermektedir. Bu bağlamda, en az üç bölge ülkesinin (Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan) sergiledikleri anlayışta aşılamayacak bir çelişki bulunmamaktadır. Bu da halen devam etmekte olan süreci hızlandırmak için bir fırsat olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.
Süren çabaların hayata geçirilmesinde şüphesiz hem içeriden hem de dışarıdan oyun bozanlar çıkacaktır. Diğer yandan, bölgede tam teşekküllü bağlantılılığın hayata geçirilmesi için gerekli siyasi vizyon ve cesaret ilk aşamada her üç ülke tarafından da gösterilmelidir.
Bu zorlu girişimde, çeşitli paydaşlar arasında kaynaşmayı teşvik etmek üzere tasarlanmış, hassas dengeleri gözeten kapsamlı bir bölgesel strateji oluşturulmalıdır. Özetle, son dönemde bölgede yaşanan gelişmeler, bölgesel ve küresel anlamda değişen güvenlik ortamı göz önünde bulundurularak değerlendirildiğinde, bölgesel bağlantılılığı işlevsel ve sürdürülebilir kılacak bir fırsat penceresi mevcuttur. Bu pencere, bölge ülkelerinin yanı sıra Batılı ülkeleri, özellikle de AB’yi içerecek bir bağlantılılığın gerçekleşmesine imkân tanıyacaktır. Bölgesel barışa katkı sağlama iddiasındaki AB’nin de bu bakış açısıyla finansal kaynaklarını (örneğin AB Küresel Geçit Girişimi) bölgesel kullanıma yönlendirerek kalıcı ve yeni bağlantılılığa somut katkılar sunması AB adına atılabilecek en doğru adım olacaktır.

MİTAT ÇELİKPALA & FATİH CEYLAN
