Şu Bizim Eğitim Meselemiz…
Son şekli verildikten sonra 2024-2025 eğitim öğretim yılından itibaren okul öncesi, ilkokul birinci sınıf, ortaokul beşinci sınıf ve lise dokuzuncu sınıflarda kademeli olarak uygulanmaya başlanacak yeni müfredatın, eğitimin cari kalitesi göz önüne alındığında havanda yeni bir su dövme operasyonu mu yoksa sadra şifa mı olacağını bekleyip göreceğiz.
Eğitim Şart!
Eğitim, Türk Dil Kurumu (TDK) Güncel Türkçe Sözlük’te “Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişilik geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme; terbiye”; “eğitim bilimi” anlamında öğretim, “Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi; talim, tedrisat” ile “Öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi” olarak tanımlanırken öğrenme ise “Herhangi bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde edilmesi amacıyla yapılan çalışma; tahsil” olarak ifade edilmiştir. Genelde eğitim, özelde Türkiye’de eğitim hep netameli bir mesele olagelmiştir. Eğitimin anne karnında veya beşikte başladığı bile başlı başına bir tartışma konusudur ki motor becerilerin inkişafından bilişsel yetilerin derinleştirilmesine, özel yetenekli çocukların eğitiminden özel okulların denetlenmesine kadar her alt başlık da sadece konuyla ilgili kalem oynatan akademi erbabı için değil herkesin hararetli ve hakaretli tartışmalarından payını alır. Çünkü herkes resmî ve/ya gayri resmi bir şekilde öğrenci veya öğretmen olarak eğitimin parçasıdır. Eski Maarif Nazırlarından Haşim Paşa veya Emrullah Efendi’ye atfedilen “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” rivayeti bile başlı başına eğitimin ontolojik, epistemolojik ve metodolojik tekinsizliğini gösterir niteliktedir.
Öğrenme, öğretme, teori, pratik, indoktrinasyon, içselleştirme, bilinçlendirme, araştırma ve geliştirme gibi boyutları içeren eğitimin bir süreç ve faaliyet olarak moderniteyle ve yaşadığımız dünyanın ve hayatın giderek karmaşıklaşmasıyla tüm yaşamı kapsayan biteviye bir nitelik kazandığı ise su götürmez bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin Türkiye’deki bürokratik izdüşümü Millî Eğitim Bakanlığı’nda (MEB) Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ve üniversitelerde de benzer isimler altındaki merkezler şeklinde belirdiği gibi akademik anlamda da yüksek lisans programları olarak su yüzüne çıkar. Her geçen gün karmaşıklaştıkça çekilmez hale gelen yaşamlarımızın dayattığı sorunların tam olarak üstesinden gelemesek de en azından onları soğurarak hayatlarımızı idame ettirebilmek için -bir kısır döngüye dönse de- yine dönüp dolaşıp daha fazla eğitime ihtiyaç duyuyoruz. Formel eğitim süresinin tüm dünyada uzaması ve bizde 4+4+4 şeklinde K12 sistematiğiyle çerçevelenmesi bunun uzantısı. Cem Yılmaz’ın meşhur reklam repliğiyle “Eğitim şart!” çünkü bireysel zekâmızla işin içinden çıkamadığımız her durumda yapay zekâya artan ihtiyacımız da bu çaresizliği aşma gayretimizi ve inadımızı perçinliyor. Örneğin, gündelik hayatta kullandığımız cep telefonu gibi teknolojik alet edevatın bırakın gelişmiş fonksiyonlarından faydalanmayı, temel düzeyde müstefit olabilmek için bile sertifikalı bir eğitim hiç de gocunulmayacak bir hale gelmiştir. Peki kabirde ancak son bulacak bir eğitim yolculuğunun müfredatı da ilanihaye mi olacak?
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli
MEB, 26 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında tüm öğretim kademelerindeki derslere ait Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli yeni müfredat taslağını bir hafta süreyle askıya çıkarsa da öneriler gelmeye devam ettiği için sistem 10 Mayıs’a kadar açık tutuldu. Kamuoyunun görüşüne açılan taslak, askı döneminde 1.662.780 kez indirilirken Bakanlığa iletilen 67.284 görüş ve öneri ise Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nca değerlendirilecek. Türkiye ölçeğinde bu rakamlar çok da fazla sayılmaz, zira 2023 itibarıyla 1.146.177 öğretmen ve 19.126.106 öğrencinin olduğu düşünüldüğünde öğretmenler haricinde kabaca yarım milyon kişi daha indirmiş taslak müfredatı. Son şekli verildikten sonra 2024-2025 eğitim öğretim yılından itibaren okul öncesi, ilkokul birinci sınıf, ortaokul beşinci sınıf ve lise dokuzuncu sınıflarda kademeli olarak uygulanmaya başlanacak yeni müfredatın, eğitimin cari kalitesi göz önüne alındığında havanda yeni bir su dövme operasyonu mu yoksa sadra şifa mı olacağını bekleyip göreceğiz. Eğitimden tam olarak ne beklediği konusunda kafası karışık bir ülkenin vatandaşları olarak sihirli bir değnekle bütün sorunları çözmesini istiyoruz, lakin eğitim dediğimiz kavramın hem bir süreç hem de bir eylem olarak zaten kendi başına oldukça sorunlu olduğunu da fark etmemiz gerekiyor.
Eğitimin bireyin davranışlarını değiştirmek ve ona yeni davranışlar kazandırmak şeklinde özetlenebilecek normatif ve fonksiyonalist yaklaşımını abartılı hatta faşizanca bulurum. Zira kişinin öğrendiklerini pratiğe geçirmesi ancak kendisinin de bu normatif kodlara ikna olup onları içselleştirmesiyle mümkün olacaktır. Yunus Emre’nin dediği gibi “İlim ilim bilmektir”. “İlim kendin bilmektir” ise en azından sonraki mısra olarak gelir. Kaldı ki eğitim bireye eleştirel olmayı öğretebildiği ölçüde teori ve pratik arasındaki makası ve hangi düzeyde olursa olsun aldığı eğitimin de bizatihi eleştiriye açık olduğunu ama layüsel hatta ve hatta kutsal olmadığını kavramasına yardımcı olur. Eğitim, fonksiyonel boyutu itibarıyla en nihayetinde insanın içine doğduğu toplumun parçası olarak kalmaya devam etmesini sağlamak üzere toplumun ve içinden çıkan politik toplumun icbar ettiği kuralları olabildiğince çok özümsemesini sağlamaya yöneliktir. Bu da eğitimi Althusser’in ifadesiyle Devletin İdeolojik Aygıtları’ndan biri kılar ki bu tip eğitim de düpedüz propagandadır zaten. Kaldı ki bu kurallar toplumsal bir otoritenin de izdüşümü olduğuna göre bütün normlar gibi nihayetinde siyasaldır ve eğitim de hem öğrenen hem de öğreten için dolaylı veya dolaysız siyasal bir eylemdir, çünkü doğası gereği bir hiyerarşi taşıdığı gibi bir güç edinme yoludur. İşin özü, Baconcu veya Foucaultcu bir yaklaşımla bilgi güç veya bizatihi erk olduğuna göre eğitim de en küçük yapı taşına kadar siyasaldır. Bunun en iyi örneği ise eğitimin kendi başına önemi yetmezmiş gibi onu ve maaşlı personelini dinsel öğretilere atıfla veya profan bir şekilde vergilendirilmiş kazanç gibi kutsamaktır. Öğretmenlik kutsaldır da müdürlük, müdür yardımcılığı, sekreterlik ve/ya hademelik kutsal değil midir ya da daha mı az kutsaldır? Bunu 20 yılı aşkın bir süredir ekmek parasını öğreticilikten kazanan biri olarak iğneyi kendime batırma pahasına soruyorum.
Toplumun ortaya çıkışı ve sürdürülmesinin temelinde hoşumuza gitse de işbölümü vardır. Zira tek başımıza yetemediğimiz için başkalarına ihtiyaç duyarız. Bu sadece bebeklik, çocukluk ve yaşlılık dönemlerinde değil yaşamımız boyunca böyledir. Böylece yeteneklerimizi ve emeğimizi hemen yanı başımızdaki yerel veya daha uzaktaki ulusal, bölgesel ve küresel toplumun ihtiyaçlarını gözeterek yaptığımız fayda-maliyet analizleri sonucunda büyük bir pazara sunarız. Bu süreç ise toplumun en küçük yapı taşı ailede başlar. Seçeceğimiz mesleklere ailenin maddi refahı yüksek olduğunda da ket vurulabilir. Eşlerin tıp doktoru olduğu ailelerde çocuklarının da tıp doktoru olmak üzere heveslendirilmelerini bırakın bariz bir şekilde zorlanmaları ya da ticaret, finans ve sanayi burjuvazisi ailelerde çocukların aile şirketinin veya holdinginin başına geçmek üzere ilgili eğitimleri almaları, hatta evliliklerini bile bu çerçevede yapmak zorunda kalmaları en azından ebeveynler için optimum dengedir. Kısacası toplumsal yaşam, aile başta olmak üzere nimetleri kadar külfetleri de olan eğitim gibi kutsal olmadığından kutsanan bir olgudur işte.
Benzer bir işbölümü gerekliliği uluslararası toplum için de geçerlidir. Hiçbir devlet yekdiğerinden nihai kertede hazzetmese de yeraltı kaynaklarını doğanın adil bir şekilde paylaştırmadığı veya insan kaynakları ve nitelikleri bakımından da benzer bir adaletsizlik süregeldiği için devletler de kendilerine fazla gelenleri başka toplumların faydasına o günkü meta değeri üzerinden sunarlar. Politik ekonomi perspektifim gereği dünya, üzerinde güneş batmayan her daim açık bir pazardır. Bunu sadece küreselleşmeyle maliyetleri giderek düşen iletişim ve ulaşım imkânları sayesinde dünyadaki 24 saat işlem yapan kaldıraçlı forex ve/ya kripto para piyasalarına atıfla söylemiyorum. Çünkü dünya tarihin her döneminde mukimleri için bir mübadele alanı olagelmiştir.
Çetrefil Bir Mesele Olarak Eğitim
Eğitim ile bu kadar dertlenmemizin sebebi, çocuklarımızın aldığı eğitimin kendi kuşağımıza göre nitelik bakımından fark edilir şekilde gerilemiş olmasıdır. Bu konuda benim için en ikna edicisi ise 40 yıl öncesinde bir işçi çocuğu olarak ailemin beni özel okula göndermesi karşılığında bir yıllık hazırlık sınıfı sonunda turistlere halı satacak kadar İngilizce öğrenebilmem iken bugün özel okullara çocuklarını gönderen insanların geçtim öyle bir eğitim almasından vasat bir eğitim için ödedikleri büyük ücretlere razı olmalarıdır. Türkiye’deki eğitimin çetrefil bir mesele haline gelmesi, 20 yılı aşkın kesintisizliğine rağmen halkın gönlünü yol veya hastane yaparak kazanan iktidar partisinin eğitimi sadece sınıf başına düşen öğrenci sayısına, okul başına düşen öğretmen sayısına, açılan okul sayısı ve kadro verilen öğretmen sayısına indirgediği bir niceliğe dönüştürmesi nedeniyledir. Halbuki eğitim özünde bireye nitelik kazandırma meselesi olarak başında, ortasında ve sonunda bizatihi bir nitelik meselesidir. Eğitim, et koktuğunda fayda umulan tuz gibi kendisinin asla kokmaması gereken evsafına rağmen bir yapboz tahtasından daha fazlası olamadığına göre çok da büyük bir beklentiye girmeye gerek yok ülkemizde.
Herhangi bir kavramı, konuyu, kısaca her şeyi meseleleştirmek ya da sorunlaştırmak, aynı güvenlikleştirmekte olduğu gibi en azından entelektüel bir erk pratiğidir. Sorun olarak nitelendirdiklerimiz kendilerinin zaviyesinden bırakın sorun olmayı bilakis teşekkürü hak ettiklerini bile düşünebilirler. Örneğin, hiçbir mafya örgütü veya mensubu kendisinin toplum için bir güvenlik sorunu olduğunu düşünmediği gibi aksine mevcut yasal çerçevede toplumun bir kesiminin erişemediği hizmetleri uygun bir ücret karşılığı sundukları için aslında üstüne bir de teşekkür ve mümkünse hediye beklerler. Siz benzer örnek listesini istediğiniz gibi uzatabilirsiniz. Belki de biz eğitim konusunu fazla kafaya takıyoruzdur. Siyasetçiliği filozofluğunu gölgeleyen Süleyman Demirel’in dediği gibi “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz”.