Sudan Kaybedilmiş Bir Dava Değildir

Sudan barış, istikrar ve büyüme dolu bir geleceği hak ediyor. Ama öncelikle, uluslararası ilgiyi hak ediyor. Sudanlılar daha iyi bir Sudan’ın hayalini kurduğu sürece, bu dava kaybedilmiş bir dava olmayacak.

sudan savaş

Sudan’daki savaş bu hafta tam olarak bir yılını doldurdu.  

 

Bir sene boyunca dünyanın en etkili kuruluşları, liderleri ve yayınları Sudan’daki savaşı geri dönüşü olmayan bir felaket olarak nitelendirdi. Kâğıt üzerinde bu ifadeler Sudan’daki vahim koşulları tanımlamak için makul görünüyor. Savaşla bağlantılı şiddet olaylarında 15 binden fazla insan öldürüldü, 8 milyondan fazla insan yerinden edildi ve açlık giderek yaygınlaşıyor.

 

İnsani Krizlerin Değişmeyen Dili

 

Bu dil dikkat çekici (ve alıntılanabilir) olsa da uluslararası toplumun çatışmaya müdahalesini kısıtlıyor. İnsani krizlerin değişmeyen dili, pek çok çatışma bölgesini ümitsiz vaka olarak gören bu dil. Uluslararası toplumun acıları dindirme konusunda yetersiz kalabileceğini, sözde yetersiz olduğunu ifade etmek için sıklıkla bu dile başvurulur. Ancak, Suriye ve şimdi de Gazze dahil daha önceki pek çok savaşta olduğu gibi, Sudan örneğinde de bu kaderci söylem tehlikeli mitlerin sürekliliğini sağlıyor, çatışmanın gerçekliğini çarpıtıyor, sahici bir ilerleme kaydetmeyi engelliyor ve nihayetinde de acıların uzamasına katkıda bulunuyor.

 

Barışçıl bir çözüm için mütevazı beklentilerle geçen çatışmalı bir yılda Sudan’a hiç umut olmayan terk edilmiş bir ülke olarak yaklaşılması, uluslararası kuruluşların kendilerini çatışmanın sorumluluğundan ve bağlılığından azade kılmalarını sağlamayı sürdürüyor.

 

General Abdülfettah el-Burhan liderliğindeki Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) ile Muhammed Hamdan “Hımıdti” Dagalu liderliğindeki Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) arasındaki iktidar mücadelesi ülke içinde ve ülke dışındaki Sudan vatandaşlarını hastalık ve kıtlık tehdidi karşısında ateşkes konusunda çaresiz bıraktı.

 

Geçen yıl Suudi Arabistan’la birlikte başarısız müzakerelere öncülük eden ABD, bu hafta barış görüşmelerini yeniden başlatmayı hedefliyor. Amerika’nın girişimlerini yürüten Sudan Özel Temsilcisi Tom Perriello, “kriz geri dönüşü olmayan bir noktaya doğru sürüklendiği için” savaşan tarafların çatışmayı sona erdirme konusunda ortak bir zemin araması gerektiğini ileri sürdü. Ancak bunu söylemek yapmaktan kolay.

 

Savaşın sona ermesi için ABD ve Suudi taraflar, hem RSF hem de SAF’ın yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri ve Rusya gibi yabancı destekçilerinin yalnızca görüşmelerde yer almasını sağlamakla kalmamalı, ekonomik yaptırımlarla ve siyasi geçiş girişimlerinde sivil gözetim talep etmeli ve bu yolla sorumlu tutulmalarını da sağlamalı.

 

Perriello, İran’ın SAF’a verdiği desteğe atıfta bulunarak ve “aşırılık yanlısı unsurların geri dönüşünün” Sudan halkını tehdit ettiği uyarısında bulunarak korku uyandırırken, bize bu dilin Sudan’ı bölgede bir vekalet savaşı alanı olarak konumlandırmak üzere kasıtlı olarak kullanıldığı hatırlatılıyor. Washington bu yolla dikkatleri sahada giderek büyüyen insani tehlikelerden uzaklaştırıyor ve odağı jeopolitik çekişmelere kaydırıyor.

 

Sudan’da barışçıl bir çözümü imkânsız hale getiren uluslararası tartışmalar hem RSF hem de SAF’ın iç propaganda çabalarını daha da körüklüyor.

 

SAF Korgenerali Yasser al-Atta, 9 Nisan’da sona eren Ramazan ayı boyunca ve sonrasında ateşkese yönelik girişimleri uzunca bir süre geri çevirmiş, öncesinde de Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi de dahil olmak üzere uluslararası kuruluşların barışı koruma çabalarını reddetmişti.

 

Benzer şekilde, RSF de SAF’a atfettiği saldırıları kınadı ve aslında süregelen şiddeti kendi askeri operasyonlarına meşruluk kazandırmak için kullandı. Uluslararası eylemsizlik savaşı uzattı, savaşan tarafların propaganda faaliyetlerine yardımcı oldu ve (ülke içinde ve dışında) kendisini taraf seçmek zorunda hisseden pek çok kişinin etraflarında yankılanan nihilist tutumları benimsemesine yol açarak sivillerin çatışmaya tepkilerini değiştirdi.

 

Sudan halkı bir nebze olsun istikrara kavuşmayı arzularken, çevrelerindeki kinizm çatışmanın kökeninde yatan sebeplerin göz ardı edilmesine, demokratikleşme ve kurumsal yapılanma tartışmalarının bir kenara itilmesine yol açtı.

 

Sudan dünyanın ilgisini hak ediyor. Ancak uluslararası toplum çatışmayı umutsuz olarak nitelendirerek duyarsızlığın yerleşmesine neden oluyor ve bu da herhangi bir çözümü teşvik etme girişimlerinde bulunulması ihtimalini oldukça azaltıyor. 

 

2011’den bu yana süren Suriye iç savaşı, “ümitsiz vaka” dilinin barış çabalarına verdiği zararın hazin bir örneği. Haziran 2012’de, çatışmanın üzerinden henüz bir yıl geçmişken, pek çok uluslararası gözlemci Suriye’nin “ağır çekim çöküşü” hakkında görüş bildirdi ve bunun “sahte umut ışığı” sunup sunmadığını sorguladı.

 

Bugün Suriye her zaman olduğundan daha çok insani yardıma ihtiyaç duyuyor. Ülke nüfusunun yüzde 90’ından fazlası yoksulluk içinde yaşarken, enflasyon da fırlamış durumda. Uluslararası ilginin uzun süredir sönmüş olması nedeniyle sivil alandaki yeniden yapılanma umudu azaldı. Geriye dönüp bakıldığında, tahminler doğru çıkmış olabilir ama böyle olması gerekmiyordu. İnsani yardım desteğinin sürdürülmesi ve yerel inisiyatiflerin güçlendirilmesi mesajları ön planda olsaydı, uluslararası bağışçılar daha istekli olabilirdi.

 

Sudan ve Suriye’deki çatışmaların farklı siyasi karışıklıklara karşılık gelen bir zemini olabilir ancak iki ülkede de sıradan insanlar büyük acılar çekiyor. Süregelen şüphecilik, diplomatik ve insani girişimleri baltalıyor ve barış çabalarını engellemekten başka bir işe yaramıyor. Hal böyle olunca “Daha iyi bir gelecek umudunu dışarıda bırakmadan çatışmaların sert gerçekleri nasıl tartışılabilir?” sorusu ön plana çıkıyor.

 

Yeniden İnşa Girişimleri

 

Bunu sağlamanın yollarından biri devletin yeniden inşasını merkeze alan girişimlere öncelik vermektir. Sudan hakkında konuşulanlarda savaşan taraflara ve uluslararası kurumların rolüne ağırlık verilirken, toplum ve tabandan gelen örgütlerin çalışmaları genellikle ihmal ediliyor.

 

Sudan’daki gruplar ve diaspora grupları bağış toplama çalışmaları yürütürken, Sudan Amerikan Hekimler Birliği’nin sağlık altyapısına odaklanması ya da Nas Al Sudan’ın eğitime destek vermesinde olduğu gibi belirli sektörleri hedef alarak bu alandaki becerilerine başvuruyorlar.

 

Ancak bu gibi çalışmaların sadece Sudanlı aktivistlere ve diaspora topluluklarına bırakılmaması gerekiyor. Bakıma muhtaç devlet imajı sürdükçe, sürdürülebilir insani yardım çalışmalarına sağlanması gereken mali destek de azalıyor. Sudan’daki BM fonları geçtiğimiz sene öngörülen hedefin altında kalırken, Dünya Gıda Programı aylar sonra ilk kez Mart ayında bölgeye yardım ulaştırdı. Bu da dünyaya duyurulmaya ve yinelenmeye değer büyük bir başarıydı.

 

Kalan umudu köreltmek yerine dikkatleri bu tür çabalara yönlendirmek için insani yardımla uğraşanların ve tabandan örgütlenen ağların kaynaklara erişiminin sınırlandırılmaması gerek. Washington gibi arabulucular da dahil olmak üzere ilgili tarafların önerilen müzakerelerin beyhude veya uzak ihtimal olduğuna inanmaları halindeyse bu mümkün olmaz.

 

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı ve Washington’ın bu saldırıdaki rolüne ilişkin süregelen söylemin de gösterdiği gibi, bir çatışma söz konusuyken uluslararası yorumun gücünü yadsımak mümkün değil. ABD Başkanı Joe Biden, altı aylık çatışma ve 30 binden fazla kaybın ardından kısa bir süre önce “acil ateşkes” çağrısında bulunduysa da Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının ardından gelen ilk söylemler İsrail saldırısını büyük ölçüde meşrulaştırdı ve güçlendirdi.

 

Hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısının güvenilirliğinden şüphe etmekten kayıpları “savaşın bedeli” olarak meşrulaştırmaya kadar, ABD Başkanı’nın dili ve İsrail’e verdiği kesintisiz askeri yardım, birçok bakımdan Gazze’ye yönelik saldırı ve yıkımın bu kadar uzun süredir devam ediyor olmasına zemin hazırladı.

 

Gazze’ye ilişkin söylem, savaşın insani maliyetini küçümseyen dilin korkunç bedelini gözler önüne sermek açısından son derece önemli. Ateşkes çağrıları yükseldikçe, Gazze’de yıkımın kaçınılmaz olduğu hissini pekiştiren bir dil yerine, Filistin toplumunun uzun vadede korunmasına ve kaybedilen kurumların yeniden inşasına öncelik verilmesi gerekiyor.

 

Küresel ölçekte büyük oranda askeri darbeler ve iç savaşlarla tanımlanan bir ülke olarak Sudan da kendisini benzer bir döngüsel şiddet varsayımı altında buldu. Bununla birlikte, Ramazan sonrası ateşkesi çevreleyen ihtiyatlı iyimserlik artarken, Sudan vatandaşlarını etkileyen krizleri çözme çabalarına ağırlık verildiğinde kaderci tutumlara meydan okumak zorunludur.

 

Sudan barış, istikrar ve büyüme dolu bir geleceği hak ediyor. Ama öncelikle, uluslararası ilgiyi hak ediyor. Sudanlılar daha iyi bir Sudan’ın hayalini kurduğu sürece, bu dava kaybedilmiş bir dava olmayacak.

 

Bu yazı Foreign Policy sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.