Sudan Meselesi ve Olası Riskler

Sudan’daki savaşın, iki grup arasında yıllarca sürecek bir iç savaşa dönüşme olasılığı yüksek. Özellikle çözüm ihtimalinin zayıflaması, çözüme ilişkin adım atılamaması ve çözüm kapasitesine sahip aktörlerin devreye girmemesi nedeniyle bu olasılık güçleniyor.

Afrika’nın büyük ülkelerinden birisi olan Sudan, bir yılı aşkın süredir iç savaşta. İç savaşın toplumsal, ekonomik ve bölgesel dinamikleri olmakla beraber, çatışma askeri güce sahip iki unsur arasında yaşandı. Bu isimler devlet başkanlığı görevini yürüten General Abdülfettah Abdurrahman el-Burhan ve devlet başkanı yardımcılığı görevini yürüten General Mohamed Hamdan Dagalo. Dolayısıyla devlet içi çatışmanın topluma yansıyan yıkıcı etkileri söz konusu. Bu iki güç, yarın çatışmayı durdurma kararı alsalar, Sudan’daki sıcak gerilim ciddi anlamda ortadan kalkabilir. Ancak bir yıldır çözüme ilişkin sahici tek bir adım atılamadı.

 

Ortada vahim bir tablo var; on binlerce insan hayatını kaybetti, 8 milyondan fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı, ülkenin altyapısı çöktü, devlet yönetimi iflas etti, ekonomi çöktü, hatta ülkenin ‘devlet başkanı’, bakanlar ve komutanlar başkenti terk etti. Devleti yönettiğini düşünen isimler, savaşın durdurulması, can güvenliğinin sağlanması, göç edenlerin evlerine dönmeleri, devletin yeniden inşası gibi konularda herhangi bir açıklama dahi yapmıyorlar. Daha olumsuzu, sistemin içinde kalan ve siyasi irade sergileyebilecek tek bir aktör yok. Halkı Müslüman ülkelerin yöneticileri de sorunun çözümü konusunda adım atmaktan kaçınıyor. Bu tablo ise umutları tüketiyor.

 

Durum Ne?

 

Süreci hatırlamak gerekirse; Sudan’ı yöneten aktörler ve sivil güçler arasında, ülkenin geleceğine ilişkin yol haritasını tayin eden “Çerçeve Anlaşması”/“Geçiş Protokolü” 5 Aralık 2022 tarihinde imzalanmıştı. Geçiş Protokolü’ne ilişkin görüş ayrılıkları ve protokolün uygulanmasında ortaya çıkan anlaşmazlık savaşa dönüştü. Çatışma, ülkenin iki silahlı unsuru olan “Sudan Armed Forces/SAF” ve “Rapid Support Forces/RSF” arasında başladı. Dolayısıyla Sudan, 15 Nisan 2023 tarihinden bu yana iç savaşta. 

 

Bölge ülkeleri ve Müslüman ülkeler tarafından önerilen somut bir çözüm teklifi yok. Çözüme ilişkin neredeyse tek girişim olan Cidde görüşmeleri ise kesintili bir seyir izliyor. BM hem insani krizi çözme hem de çatışmanın durdurulması konularında sahici bir çalışma yapmadı. Çözüm konusunda sahici bir adım atmayan BM, düşük düzeyde de olsa, insani durumu gündemde tutmaya çalışıyor. AB’nin temel amacı, ülke dışına çıkmış Sudanlıların bulundukları yerlerde kalmaları ve Avrupa’ya göçün engellenmesi. Farklı kurumlar, ülkeler tarafından yürütülmeye çalışılan kimi insani yardım faaliyetleri ise güvenlik riski ve SAF’in izin vermemesi nedeniyle yapılamıyor.

 

Afrika Birliği ve IGAD’nin (Devletlerarası Kalkınma Otoritesi) yürütmek istediği çözüm faaliyetleri, SAF’in görüşmelere katılmayı kabul etmemesi nedeniyle başlayamadı. Çatışmanın durdurulmasın için BM’yi harekete geçirmeye çalışan BM Sudan Özel Temsilcisi Volker Perthes SAF tarafından “istenmeyen adam” ilan edildi ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla Sudan, savaşın neden başladığı ve kimin başlattığının önemini kaybettiği bir durumda. Nitekim ülke ciddiye alınması gereken varoluşsal tehditlerle karşı karşıya. Ayrıca Sudan için ifade edebileceğiminiz olası risklerin tümü, Afrika ve Ortadoğu’nun geleceğini de etkileme kapasitesine sahip. Salt bu sebepten dolayı dahi çözüm için çaba göstermek gerekirken, sahici bir adım atılmaması düşündürücü.

 

Silah Tüccarlarının Ağına Düşmek

 

Sudan’ı bekleyen ilk tehlike, ülkenin silah ticaretinin ağına düşmesi ve ülke kaynaklarının sömürülmesi. Sudan’daki savaşın, iki grup arasında yıllarca sürecek bir iç savaşa dönüşme olasılığı yüksek. Özellikle çözüm ihtimalinin zayıflaması, çözüme ilişkin adım atılamaması ve çözüm kapasitesine sahip aktörlerin devreye girmemesi nedeniyle bu olasılık güçleniyor. Bu tablo, tarafları yasa dışı silah tüccarlarının ve durumdan yararlanmak isteyen ülkelerin tuzağına düşürüyor. Kimsenin devreye girmediği bir atmosferde tarafların aklına gelen ilk şey, savaşın gerektirdiği araçlara, ekipmanlara ulaşmak oluyor. Ülkenin kısıtlı kaynakları silah tüccarlarının ve silah ticareti yapan ülkelerin önüne seriliyor. Küçük bir araştırma, hangi ülkelerin ve hangi silah tüccarlarının bu denklemin içinde olduğunu görmek için yeterli.

 

Özellikle İran, Rusya ve birçok silah tüccarı Sudan’a ilgi gösteriyor. İran’ın ilgisini, milis unsurları aracılığıyla Irak, Suriye, Lübnan gibi çatışma bölgelerinde almış olduğu pozisyon ve bu pozisyonun ortaya çıkardığı sonuçlar üzerinden değerlendirmekte fayda var. Rusya’nın durumu da farklı değil. Bu iki ülkenin hedefi, Afrika kıtasına ilişkin amaçlarını hayata geçirmek için Sudan’ın içinde olduğu durumdan yararlanmak. Bölge ile tarihi ve sosyolojik bağları olmayan ülkelerin savaşın tarafı olmaları, çatışmayı daha karmaşık hale getirecektir. Bununla birlikte, silah ve ekipman karşılığı İran ve Rusya’ya askeri üs ve madenlerin verilmesine ilişkin açıklamalar farklı sorunlara davetiye çıkarabilir. Özellikle de Sudan’ın ulusal kaynaklarını sömürmek anlamında. Ayrıca, bu iki ülkenin Suriye’de neden oldukları sonuçlar da ortada. Bunlarla birlikte, silah tüccarlarını da unutmamak gerekiyor. Çatışmalardan nemalanma hevesindeki silah tüccarlarının, kendi ülkelerinin ‘radarına’ girmemek için ikinci hatta üçüncü ülkelerde silah satışı yapma kapasitesine sahip oldukları açık.

 

Bugünkü şartlarda, kim yaparsa yapsın, “Sudan’a silah ve askeri imkân sağlamak” çatışmayı uzatacak, akan kanı artıracak, sivil halkı daha fazla sıkıntıya sokacak, yerinden edinmiş milyonların sayısını çoğaltacak, bölgesel ve küresel aktörlerin silah rekabetine katkı sağlayacaktır. Bu tablodan, Sudan halkının yararına bir sonuç çıkmaz. Dolayısıyla bahsettiğimiz riskin olası etkisini önlemek veya minimize etmek için çabalamak şart. Yani çözüme ilişkin çabaların hızlanması için kamuoyu baskısı oluşturmak, silah ticareti yapanları deşifre etmek, ilgili ülkeleri sağlıklı tutum almaya zorlamak ve Sudan’ın kaynaklarının korunmasına dikkat çekmek önemli.

 

Küresel Terör Örgütlerinin Sudan’a Yönelmesi

 

Ülkenin mevcut hali başlı başına bir risk. Milyonlarca insan yerinden edilmiş, ülkenin ‘güvenli’ bölgelerinde, sınırlarda ve komşu ülkelerde yaşam mücadelesi veriyor. Etkili siyasi bir liderlik olmadığı için ülke içinde çözüme ilişkin bir gelişme de olmuyor. Ortaya çıkan kimi denemeler ise siyasal kapasite eksikliği dolayısıyla sonuç vermiyor. Dolayısıyla savaşın bu haliyle devam etmesi, yani tarafların kontrol ettikleri alanlardaki ‘hâkimiyetlerini’ sürdürmeleri ciddi bir problem. Bu haliyle savaşın uzun yıllara yayılma olasılığı yüksek.

 

Çatışmanın mevcut halinin taşıdığı en büyük risk, ülkenin bölgesel/küresel terör örgütlerinin gündemine girmesi ve bu tür örgütlerinin bölgeye ‘transfer’ edilme olasılığıdır. Bu tür terör unsurlarının çatışma bölgesine taşınmaları hem ülkedeki kaos ortamını derinleştirecek hem taraflar arasında pozisyon alarak çatışmanın kalıcılaşmasını sağlayacak hem de savaşın derinleşmesi ve küçük çözüm olasılıklarının dahi gündemden çıkmasına neden olacaktır. Bu tür örgütlerin çatışma bölgesine taşınmasıyla ortaya çıkacak tablonun ne olduğu Afganistan’da, Irak’ta ve Suriye’de net olarak görülmüştü.

 

Bu olasılığın/riskin Sudan’da ortaya çıkarabileceği sonuç, Sudan’a dış bir müdahalenin olması ve bunun sonucunda ülkenin farklı formatlarda küçük parçalara bölünmesidir. Zaten bu tür grupların çatışma bölgelerine taşınmasının ana amacı da budur. Taktik basit, şiddete karşı daha büyük bir şiddet atmosferi oluşturmak ve tarafları en kötü senaryoya razı etmek. Ülkeye ilişkin en ufak kaygısı olan herkesin bu riskin olabilirliğini ve ortaya çıkaracağı sonucu görmesi gerekir. Görmek yetmez, sağlıklı bir siyasi pozisyon almak ve tarafları çözüme zorlamak şart.

 

Sudan krizine bölgesel veya uluslararası diplomatik, siyasi müdahale gelmezse, ülkenin hızla Afrika’nın en büyük devletsiz bölgesine dönüşme ihtimali bulunmaktadır. Bu ise Afganistan’ın üç katı büyüklüğünde bir coğrafyanın kuralsız, denetimsiz, hukuksuz bir bölgeye dönüşmesi anlamına gelecektir. Böylesi bir bölgeden yeni devletlerin çıkma ihtimali olsa da bu gelişmenin seneler süreceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Böylesi bir senaryoda küresel devlet dışı unsurların ve terör örgütlerinin yeşerdiği bir zeminin oluşmaması şaşırtıcı olacaktır. Bu tür bir tablo sadece Sudan’ı değil, Afrika’yı, Ortadoğu’yu ve dünyayı olumsuz anlamda etkileyebilir.

 

Çok Taraflı İç Savaş

 

Üçüncü risk, daha büyük ve korkutucu olasılıklar içerebilir. Bu riski gündeme almamıza neden olan iki temel veriden bahsetmek mümkün. İlki, Sudan’ın oldukça farklı alt kimliklere ve etnik yapılara sahip olması. Diğeri ise 30 yıl ülkeyi tek başına yöneten Ömer el Beşir iktidarına karşı mücadele veren örgütlerin varlığı. Farklı alt kimliklerin etkisi bir kenara bırakılsa dahi, Juba anlaşmasıyla birlikte sisteme dahil olan 15 ayrı örgüt var. Sudan savaşının ilk yılında çatışma, devlet yönetiminde yer almış iki ayrı askeri grubun arasında cereyan etti. Ancak önümüzdeki risk, çatışmanın derinleşmesi ve halkın daha fazla eziyet çekmesi durumunda bu örgütlerin savaşın tarafı olmalarıdır. 

 

Bahsettiğimiz bu riske ilişkin işaretler ortaya çıkmış durumda. Farklı örgütlerin, bulundukları bölgelerde çatışmayla ilgili pozisyon almaya başladıklarına yönelik haberler geliyor. Bu olasılığın sonucu ise Sudan’ın 1990’ların Somali’sine dönüşmesidir: Onlarca örgütün devreye girdiği çok taraflı bir iç savaş olasılığı. Maalesef Sudan’da bunun toplumsal ve örgütsel zemini mevcut. Çökmüş devlet yapısı nedeniyle her örgütün kontrol edebileceği bir toprak parçası var ve savaşan tarafların çözüm perspektifleri oldukça farklı. Yapılan açıklamalar dikkate alındığında, “kesin askeri zafer” ve “soruna siyasi çözüm bulunmalı” diyen farklı yaklaşımlar var. Mesele, bu farkın nasıl yönetileceği.

 

Çözüm Ne?

 

Üzerinde durulması gereken en önemli konu, insani yardım meselesi. Çünkü insanlar hayatlarını sürdürecek asgari imkânlardan yoksun. Milyonlarca insan gıdaya ulaşamıyor. 14 Nisan tarihinde Paris’te yapılan toplantıda, insani yardım faaliyetleri için 2 milyar dolar toplandı. Ancak parayı toplayan ülkeler/kurumlar, güvenlik riskini gerekçe göstererek yardım çalışmalarını yapmıyor/yapamıyor. Bunun neden olduğu insani drama dikkat çekmek, kamuoyu oluşturmak, insani yardımların yerine ulaşması için tedbirler almak ve insani yardımları engelleyenlere ilişkin hukuki süreçleri, yaptırımları işletmek önemli.

 

Sudan, uluslararası kuruluşların gündem öncelikleri arasında değil. Halkı Müslüman olan ülkelerin ise çoklu çatışma ortamlarında çözüm geliştirme ‘istek’ ve ‘kapasitelerinin’ zayıf olduğu görüldü. Bahsettiğimiz ülkelerin tümü, aktif olmamakla birlikte, Gazze’nin işgaliyle ‘meşgul’. Dolayısıyla Sudan konusu ve savaşın ortaya çıkardığı insani dram gündeme gelmiyor. Ancak Sudan için bahsettiğimiz riskler uzak bir ihtimalden öte sıcak ve yakın tehlikelere işaret ediyor. Bu olasılıklar ve üretecekleri olumsuzluklar, sadece Sudan’ı değil, tüm Afrika kıtasını etkileyebilecektir. Afrika’da meydana gelecek çatışmaların, krizlerin bölgemizi ve dünyayı etkilememesi ise düşünülemez.

 

Yukarıda ifade ettiğimiz üç riskin yanı sıra Kızıldeniz krizi ve devlet aygıtının çökmüş olması, Sudan sorununun çözümüyle ilgili tutum almak için önemli gerekçeler. Bölge ülkelerinin ortaya çıkabilecek olası tabloyu görmesi ve ortak tutum almaları önemli. Bu anlamda dikkate alınması gerekecek konuları; (1) tarafları manipüle eden aktörlere/gruplara karşı tutum almak, (2) tarafların silaha ulaşımının sert bir şekilde engelleneceği ortak bir hareket zemini kurmak, (3) silah ve ekipman desteği karşılığında Sudan’ın kaynaklarının talan edilmesine ilişkin girişimleri mahkûm etmek, (4) her ne kadar son 20 yıldır bu tür anlaşmalar hayata geçirilememişse de bunu yapan ülkeleri BM gündemine taşımak ve (5) grupları bir araya getirecek bir zeminin oluşturulmasına odaklanmak şeklinde özetlemek mümkün.

 

Sonuç olarak, taraflarla konuşma kapasitesine sahip, Sudan ile tarihsel ve sosyolojik yakınlığı olan ülkelerin sahici tutum alması, ilgili aktörlerin masaya oturmasını sağlayabilir. Bu kapasiteye sahip olan ülkelerden birisi de Türkiye. Türkiye, tarihi ve insani sorumluluğunun gereği olarak, tarafları masaya oturmaya ikna edebilir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.