Suriye Bilmecesinde Aktörler ve İhtimaller
İdlib ateşkes anlaşmaları Türkiye’ye HTŞ’nin de içinde olduğu ve Rusya tarafından tüm muhalifleri kapsayan ‘terörist örgütlerle savaş’ sorumluluğunu peşinen yüklemiş durumda. Ateşkes bölgesi ile ilgili tartışmaların hemen her seferinde bu kozu öne süren Rusya’nın cereyan eden olaylara cevabının yüksek tonda bir askeri operasyon olması ise kısa vadede mümkün görünmüyor.
Küresel etkisini kaybetmesine rağmen Suriye sorunu Türkiye’nin ajandasında can alıcı başlıklardan biri olmaya devam ediyor. IŞİD’in yenilgisi, Rusya ve İran’ın desteklediği Esed rejiminin ülkenin büyük kısmında kontrolü sağlaması, PKK’nın Suriye kolu durumundaki YPG’nin Türkiye ve desteklediği Suriyeli gruplar hariç tüm taraflarla aradığı denge ortamında çatışmaların görece azalması Suriye’yi küresel ilişkileri şekillendiren bir etken olmaktan çok bu ilişkilerin doğasından etkilenen bir alana dönüştürdü.
Bu süreçte her ne kadar Türkiye Esed karşıtı bir söyleme sarılmışsa bile, özellikle 2016’dan bu yana, Suriye sorununun teması değişmiş durumdadır. 2012-2014 yıllarındaki Esed’i devirmeye odaklanan eksen 2015-2016 yıllarında güvenlikçi bir çizgiye kaymış; ABD’nin eğit-donat faaliyetini, YPG eşliğinde IŞİD’e karşı savaşa odaklanması nedeniyle 2015 yılının sonunda durdurması da bu değişimde oldukça etkili olmuştur.
Fırat Kalkanı Harekatı’ndan bu yana Ankara için Suriye’nin Esed’i devirmekten çok güvenlik kaygıları ile ele alınan bir dosya olduğunu söylemekte bu açıdan beis yoktur. Türkiye Suriye’de bir devrimi tek başına, ABD desteği olmadan gerçekleştirebilecek güce sahip olmadığını görmüş ve önceliğini sınırına yerleşen IŞİD ve YPG’ye vermiştir. Böylece bir güvenlik dosyası haline gelen Suriye meselesindeki yeni tutum IŞİD ve YPG’nin oluşturduğu tehditlere yönelik Fırat Kalkanı Harekâtı ile kendisini sahaya yansıttı. Bu dönemde de Rusya ile ilişkilerin ardı sıra rekabetçi bir iş birliği çerçevesinde yakınlaşması da Ankara’nın bu tavrı açısından olumlu bir faktör haline gelmiştir.
Ankara bu değişim nedeniyle Suriye konusunu son üç yıldır iç siyasetini de etkileyen PYD-YPG, göç ve göçmen meselesi üzerinden ele almakta, güvenlik çıkarımlarını göç gibi bir ‘insani durum’ üzerine inşa ettiği örtülü bir tehdit söylemi ile meşrulaştırmaktadır. Bu behemehâl bir değişimin, söylem aşamasındaki ilk evresini tanımlamaktadır. Ancak bu süreç kendi içerisinde, özellikle Türkiye’nin Ukrayna ve Kırım, Azerbaycan ve Kafkaslar, Libya ve Akdeniz başlıkları altında Rusya’nın hamleleri ile etkiye açık durumdadır.
Türkiye’nin Mart ve Nisan aylarındaki Ukrayna ve Kırım konusunda gerçekleştirdiği siyasi ve askeri çıkışları Rusya tarafından İdlib ve Kuzey Halep’te ivedilikle cevaplandı. Rus savaş uçakları Fırat Kalkanı Harekât bölgesindeki Hamran köyü yakınlarındaki rafinerileri hedef aldı. Ertesinde ise Rus uçakları İdlib’ten Türkiye’ye açılan Bab el-Hava sınır kapısı ve çevresindeki ekonomik hedefleri bombaladı. Bu bombardımanların yansıması ise Rusya’nın yeni bir göç dalgasını tetikleyebileceği şeklinde yorumlandı. Ne var ki bu çıkarım kendi başına neşet etmiş bir şey değil aksine Türkiye’nin uzun süredir Suriye konusunda aks değiştirmek için kullandığı bir söylemin yansıması idi. Diğer sahalarda, örneğin Azerbaycan-Ermenistan savaşı sırasında yahut Libya konusunda, Rusya’nın Ukrayna’daki gibi direkt bir karşılık vermemesi de oldukça dikkat çekicidir ancak bu geçici bir duruma işaret etmektedir. Rusya, Türkiye ile üçüncü sahalardaki ilişkileri üzerinden Suriye sahasını şekillendirecek atılımları yapabileceğini göstermiştir.
İlk bakışta iç siyaset ve sosyolojik açıdan kullanışlı görünen göç olgusu ile örtülüp yumuşatılmış tehdit söylemi Ankara’nın iç siyasette muhalefet ile yaşadığı gerilimleri yumuşatırken aynı zamanda kendi kitlesini de Esed’i devirmekten dümen kıran yeni konsepte hazırlıyordu. Ne var ki bu durum Ankara’nın Suriye konusundaki ileri hamleleri için bir zafiyete de işaret ediyordu. Rusya böyle durumları kullanmakta ne kadar mahir olsa da Suriye’de fiili sorunlar nedeniyle tonu düşük tutuyor.
Yüksek Maliyetler Tepkileri Düşürdü
Rusya açısından da Suriye’de işler yolunda gitmiyor. Suriyeli muhalifleri Türkiye kontrolünde görece pasifleştiren Rusya, Fırat’ın doğusunda YPG üzerindeki ABD hegemonyasını kırmak için çeşitli girişimler gerçekleştiriyor. Aynı zamanda Türkiye ile bölgesel olarak yakaladığı ilişki skalasını düşürmemek adına YPG’nin taleplerini minimum seviyede tutmaya çalışıyor. Aynı zamanda Hama ve Humus’un doğusunda, Suriye çölünde IŞİD’in saldırıları ile mücadele eden Rusya’nın Suriye’deki en büyük sorununun güvenlik temelli olduğunu söylemek mümkün değil.
Rusya çeşitli coğrafyalarda Türkiye ile sorunlar yaşasa da şu ana kadar yukarıda belirttiğim gibi Ukrayna ile yakınlaşma dışındaki girişimlere Suriye’de cevap vermiş değil. Zira Rusya’nın Suriye’de çözmesi gereken sorunlar sıralamasında ekonomi ilk sırada. Bu sorunu ise maliyetini düşük tutarak çözmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Savaş ve fiili olarak üç bölgeye ayrılmış olan ülkenin değerli ekonomik kaynaklarının YPG kontrolündeki bölgede kalması nedeniyle yaşanan ekonomik sıkıntılara eklenen ABD yaptırımları ile Rusya’nın Esed rejimi ile kurduğu ittifak, deyim yerinde ise, zarar etmeye başladı.
Rusya 2015 yılı sonunda başlattığı Suriye operasyonları konusunda hiçbir harcama verisi yayınlamamasına rağmen 2018 yılında Rus muhalefet partisi 3 yıllık operasyon maliyetinin 4.2 milyar dolar olduğunu iddia etmişti. Ayrıca aynı dönem için Rusya’nın yıllık askeri harcamasının bir yılda yaklaşık %10 arttığını ve 71 milyar dolardan 77 milyar doların üzerine çıktığını görüyoruz. Yine Rusya’nın saldırılarının en şiddetli olduğu 2016 yılında askeri harcamaların 82 milyar dolara yükselmesi de dikkat çekiyor. Rusya’nın Suriye askeri operasyonları için harcadığı paranın 2020 yılı itibari ile 20 milyar doları geçtiği ancak bu harcamaların üzerine ekonomik destek ve yaptırımları hafifletmek için ayni ve nakdi hibelerin eklenmesi nedeniyle Moskova’nın yükünün giderek arttığı biliniyor. Peki Rusya gerçekten bu yükü sorun edecek durumda mı? Suriye müdahalesi, Ukrayna sorunu, Afrika’daki faaliyetler nedeniyle AB yaptırımları ve ABD’nin yaptırımları ile karşı karşıya kalan Rusya’nın ekonomisinin petrol fiyatlarındaki dalgalanma ile kademeli olarak üst üste küçüleceği düşünülüyordu, tahminler tam olmasa da tuttu. Rusya ekonomisi 2020 yılında %4 küçüldü. Bu küçülmeye Ukrayna krizi nedeniyle yaşanan gerilime karşı alınan büyük askeri önlemlerin maliyeti de eklendi.
Halihazırda Esed rejimi ordusu içinde Dördüncü ve Beşinci Kolorduları, 1., 9., 10., ve 11. Tümenleri ve bu birimlere bağlı 61. Piyade Tugayı ve 52. Tugay gibi askeri unsurları özel askeri şirketler üzerinden de olsa eğitiyor ve donatıyor. Rusya’nın donmuş çatışma bölgeleri stratejisindeki bu ‘milis kamburu’ ise birkaç yılı aşan durumlarda maliyetler bakımından oldukça pahalıya patlıyor. Bunun anlaşılması için Rusya’nın donmuş Donbas çatışması için 3 milyarı milislere olmak üzere yıllık 6 milyar dolar harcadığını söylemek bir kıyas oluşturacaktır.
Afrika ve Libya’daki belirsiz maliyetler düşünüldüğünde Rusya’nın Suriye’de yükselen maliyetler ve yükler konusunda Türkiye ile uzlaşmak için çabaladığına dair işaretler de gelmiyor değil. Geçen yıl Rusya’nın ısrarla açılmasını istediği Halep ile Lazkiye arasında uzanan ve İdlib bölgesini doğudan batıya ikiye bölen M4 otoyolu ve muhalif bölgelerle ticari geçişler konusu geçtiğimiz ay sonunda yeniden gündeme geldi. Suriyeli kaynaklar Rusya’nın Türkiye ile ABD’ye eş zamanlı olarak rejim ile ticari geçiş noktalarının açılması teklifini getirdiğini aktardı. Rusya’nın ısrarı ve son teklifi, Suriyeliler tarafından meta ve para girişinin çok sınırlı kaldığı rejim bölgelerindeki ekonomik kâbusu sona erdirmek için yükü paylaştırma çabası olarak yorumlandı. Ankara’nın da bu teklifi YPG konusunda olumlu bir adım görmeden kabul etmeyeceğini Moskova’ya bildirmesi ve ticari geçişleri açmaması Rusya’nın rafineriler ve İdlib’teki ekonomik hedefleri bombalamasına cevap olarak yorumlandı.
Bu minvalde Rusya ile Türkiye arasındaki bölgesel çekişmeler konusunda Suriye dosyasında askeri güç Rusya’nın lehine iken son dönemlerde özellikle ABD’nin Rusya’yı yoracak şekilde karşı hamleler gerçekleştirmesi Moskova’nın Şam’ın ekonomik yükünü üstünden atmak istemesine neden oluyor. Ankara’nın bu ekonomik kozu şu ana kadar ne kadar efektif kullandığı tartışılabilir olmakla beraber Rusya’nın son iki senede üç kez teklif ettiği ticari geçişlerin açılmasının reddedilmesi bir stratejinin unsuru olarak yorumlanabilir.
Ancak bu ekonomi üzerinden araçsallaşan hesaplaşma Rusya ile Türkiye arasında tek başlık değil. Rusya’nın ilerleyen dönemde Türkiye’ye Libya konusunda, Libya Siyasi Diyalog Forumu üzerinden seçilen Dibeybe hükümetinin Türkiye ve ABD ile yakın ilişkisi göz önüne alındığında, Suriye üzerinden tepki vermesi sürpriz olmaz. Suriye’de çeşitli özel askeri şirketler üzerinden özellikle ülkenin güneyinde Dürzi vilayeti Süveyda’dan Libya ve Ermenistan’a paralı asker toplayan Rusya’nın Afrika operasyonlarını Akdeniz’in batı yakasında Avrupa’ya etki edecek şekilde sürdürebilmesi için Libya’da vekil güçler üzerinden varlığını sürdürmesi elzem.
Libya’daki çözümsüzlük devam ettiği sürece Rusya’nın Türkiye’ye Suriye’de, daha üstün olduğu alanda, cevap vereceğini ve bu cevap için YPG gibi Türkiye açısından önemli bir karşıt figürü ön plana süreceğini beklemek hata olmaz. Zira Rusya, 2019 yılındaki Barış Pınarı Harekâtı sonrasında Türkiye ile yaptığı anlaşma sayesinde Fırat’ın doğusunda yakaladığı fırsatı iyi değerlendirerek oldukça geniş ve işlevsel bir alanda kullanmaya başladı. Tel Rıfat, Menbic, Ayn el-İsa ve Tel Temr gibi Türkiye ile temas noktalarında garantör devlet olma marifeti ile YPG ile ortak operasyon odaları kuran Rusya, ABD’nin YPG üzerindeki askeri etkisini kırmak için çabalıyor. Şu an için zaman zaman Ayn el-İsa ve Tel Rıfat’tan çekilip Türkiye ile YPG’yi karşı karşıya bırakarak YPG’ye kendisine mecbur olduğu mesajını veren Moskova’nın Libya’da Sahra-altı Afrika’sındaki özel operasyonlarını tehdit edecek şekilde bir kayba tepkisi İdlib’ten ziyade, deyim yerinde ise aynı stratejik hassasiyetin mütekabili ile, YPG üzerinden olacaktır.
Batı Cephesi’nde HTŞ Girişimi
Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkinin yakın ilgilisi ABD ise Biden döneminin Rusya’yı kuşatıcı politika stratejisi çerçevesinde Türkiye ile S-400 ve YPG konularından ayrı olarak İdlib’te bir ortaklaşma için girişimlerini sürdürüyor. 2017 yılında El Kaide ile bağını kopardığını açıklayarak Şam’ın Fethi Cephesi adını alan eski Nusret Cephesi’nin farklı grupların birleşmesi ile kurduğu Heyet Tahrir Şam örgütü (HTŞ) bu girişimin odağında.
ABD, Rusya’yı kuşatma politikasında Rusya’nın askeri veya siyasi varlığını sürdürülebilir olmaktan çıkararak Moskova’yı bir geri çekilmeye zorlamak için Ukrayna, Libya ve Suriye’de aktif aktörler ile iş birliğini yükseltmek istiyor. Ancak 2019 yılından sonra Rusya’nın Fırat’ın doğusuna yerleşmesi ve ABD askeri otoritelerinin Rusya’nın yerleştiği alan için “orada askeri tasarrufumuz yok” sözleri ABD’nin YPG konusunda artık oldukça sınırlı bir etkiye sahip olduğunu ortaya koydu. Bu durum Washington’u Rusya’ya karşı konumunu koruyabilmek adına İdlib’te iş birliği yapabileceği aktörler aramaya itti.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
HTŞ bu eşikte Batı’ya verdiği değişim mesajları ile ABD için bir alternatif olarak ön plana çıkmaya başladı. Bu çıkışın ilk bariz örneği HTŞ’nin genel kadısı Abdürrahim Atun’un Fransız medyasına verdiği mülakatta Batı ile ilişkilerin normalleşmesini istediklerini ifade etmesiydi. Bu ifadelerin ardından grup El-Kaide ile özdeşleşen, yıllarca rejim güçleri ve bazı ÖSO gruplarına karşı kullandığı bombalı araç saldırılarını bıraktığını duyurdu. HTŞ lideri Colani verdiği bir röportajda geçmişte ABD destekli gruplara karşı saldırılar konusunda yanlışlıklar yapıldığını kabul etti ve uzun vadeli bir planları olmadığını söyledi. Ardından bir başka ABD medya grubuna röportaj veren Colani insan hakları örgütlerinin kendilerini denetleyebileceğini ifade ederek İdlib’e davet etti. Bu mesaj dolu medya kampanyasına HTŞ’nin İdlib içindeki IŞİD hücrelerine karşı operasyonları eşlik ediyordu. Bu operasyonlardan yoğun şekilde HTŞ eleştirisine dayanarak kendisine özellikle yabancı savaşçılardan oluşan bir güç oluşturan Huras ed-Din, El Kaide’nin Suriye kolu olduğunu iddia eden örgüt de nasibini alıyordu. Bunlar Suriye’yi takip eden pek çok taraf açısından HTŞ’nin değişimi olarak yorumlandı.
Yabancı savaşçılar, saflarındaki radikal unsurlar ve diğer Suriyeli gruplara karşı şiddet içeren tavrı gibi sorunlar devam etmesine rağmen HTŞ özellikle ABD tarafından İdlib’te Rusya’ya karşı kullanılabilecek tek örgüt olma konumunu koruyor. Bu açıdan ABD’nin 2018 yılından bu yana İdlib’teki askeri varlığını kademeli olarak güçlendiren ve istihbarat ağı da aynı ölçüde güçlenen Türkiye ile görüşmeler gerçekleştirdiği biliniyor. İki taraf da, ABD ve Türkiye, bu durumun kendileri açısından çok fazla başlık için dengeleyici bir ilişki olduğunun farkında.
Henüz Rusya’nın bu duruma nasıl bir tavır takınacağı net olmamasına rağmen sürekli ihlaller nedeniyle yeniden ilan edilmek zorunda kalınan İdlib ateşkes anlaşmaları Türkiye’ye HTŞ’nin de içinde olduğu ve Rusya tarafından tüm muhalifleri kapsayan ‘terörist örgütlerle savaş’ sorumluluğunu peşinen yüklemiş durumda. Ateşkes bölgesi ile ilgili tartışmaların hemen her seferinde bu kozu öne süren Rusya’nın ise cereyan eden olaylara cevabının yüksek tonda bir askeri operasyon olması, yukarıda ifade edilen nedenlerle, kısa vadede mümkün görünmüyor.
Sonuç ve İhtimaller
Dilemmalar, rekabetçi iş birliklerinin sunduğu bölgesel fırsat ve imkanlarla dengelenmeye çalışılan uluslararası sorunların yansıma alanlarından biri olarak Suriye, Türkiye’nin Rusya ve ABD ilişkileri için önem arz ettiği kadar ABD ve Rusya için bölgesel oyunda Türkiye gibi güçlü bir aktörü “mümkün olduğunca karşı taraftan uzak tutma” aracına dönüşmüş durumda. Ne var ki tüm aktörlerin kendileri açısından yaşadıkları handikaplar ve bunlara bağlı taktik konumlanışların çok uzun süre mevcut şekilde, adeta kaotik bir görünümde, sürüp gitmeyeceği de aşikâr.
Geçişken denebilecek bölgesel güvenlik rekabeti ve iş birliklerinin yerine daha stabil bir blok oluşturma girişimindeki ABD, gri alanları kullanan daha esnek Çin ve daha güç yanlısı Rusya’nın eksenindeki devletler arasındaki çekişmedeki konumu, Suriye’de Ankara’nın defterindeki tüm sorunları çözmek için yeterli değil. Herhangi bir bloka geçiş de hakeza Türkiye’nin beklentilerini karşılayamayacak durumda.
Rusya’nın kendisini toplaması ve ABD’nin Çin’e karşı blokunu tamamlamasından önce Ankara’nın Suriye’de muhatap olduğu iki güçle sorunlarını çözme zorunluluğunu dayatıyor. Zira orta büyüklükte bir güç olan ancak son iki yılı ciddi ekonomik kriz ortamında geçen Türkiye’nin Rusya ile sorunları, Moskova’nın ABD’ye karşı stratejisi sayesinde, kompartmantalize edebilmiş olması ABD ile bir sorunu çözmek üzere iken Moskova’dan gelebilecek tepkilere karşı kendisini savunmasız bırakıyor. Bu durumun orta vadede Suriye’de çeşitli seviyelerde Ankara’ya kendisini hissettireceği açık. Benzer bir durum farklı bir açıdan Ankara’nın ABD ile ilişkileri için de geçerli. Sonuçları ise Ankara için Rusya’nın eylemlerinden farklı olmayacak.
Bu ortamda Türkiye’nin Suriye’de en yüksek kar yerine en düşük zararı hedefleyecek şekilde hareket etmesini beklemek buna mukabil siyasi adımları atmasını beklemek yanlış olmaz. Zaten bu tür adımlar Türk hükümetinin yıllarca dile getirdiği Suriye politikasının son dönemlerde yaşadığı değişimin ilanı olmaktan öteye de gitmeyecektir.