Suriye’de Yeni Bir Operasyonunun Şafağında mıyız?

TSK ve ÖSO bombardımanı, ÖSO takviyelerinin Ayn el-İsa karşısındaki alanlara gelişi, Rusya’nın bölgenin devrini istemesi, Türkiye’nin YPG’yi sızma ve saldırılardan sorumlu tutması, ABD’nin ‘söz konusu bölge ile ilgili askeri tasarrufumuz yok’ sözleri, Ayn el-İsa kuzeyinde TSK’nın yeni iki üs inşa etmesi gibi gelişmeler Afrin operasyonu öncesini hatırlatıyor.

Suriye’de Yeni Bir Operasyonunun Şafağında Mıyız

Rusya’nın son yıllarda müdahil olduğu hiçbir çatışma, nihai bir şekilde, uzlaşma veya ayrılıkla, çözülmüş değil. Aynı şekilde Rusya’nın garantör olduğu hiçbir ateşkes de uzun süre işlerliğini koruyamıyor. Rusya bir şekilde, muzdarip yahut değil, çatışmanın tarafları üzerinden müdahil olduğu çatışma alanlarını sistemli bir şekilde Batı yayılmacılığı ve etkisine kapalı bölgelere dönüştürmek için tarafı olduğu çatışma veya ateşkes süreçlerini jeopolitik bir silaha dönüştürüyor.

 

Moskova karakteristik olarak yumuşak güç kullanma konusunda, ülkedeki siyasi ortamın ve uluslararası meselelere karşı tutumu nedeniyle, karşılaştığı sorunları çatışma bölgelerindeki diplomatik girişimlerle örtmeye çalışıyor. Sonuçları bakımından neredeyse hepsi askeri bir hareketliliğe neden olan bu diplomatik girişimler, çatışma ya da anlaşmazlıkları sonlandırmaktan çok Rusya lehine devam etmesine çabalıyor. Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib ve Fırat’ın doğusundaki YPG konusu da Rusya’nın bu stratejisinin Türkiye açısından en sıcak örnekleri olarak karşımıza çıkıyor.

 

Astana, Soçi ve Moskova mutabakatlarından süzülerek şekillenen, İdlib bölgesindeki Türk-Rus ilişkisi Rusya’nın karar ve tercihlerinin takvimine ve tepkilerine göre şekilleniyor. Türkiye için konumunun bir stratejik koz mu yoksa stratejik bir bagaj mı olduğu henüz netleşmeyen İdlib dosyasının kaderi her ne olursa olsun Fırat’ın doğusuna bağlanmışa benziyor. Sıcak ve anlık haberlerin heyecan verici akışı içinde pek farkına varılmasa da son bir ayda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) Ayn el-İsa bombardımanları ile eş zamanlı şekilde Rus güçlerinin İdlib hava sahasındaki etkinliği arttı. Lazkiye’de sırtını Türkiye sınırına dayayan küçük bir alandaki muhalif bölgeler art arda bombalandı. Rus uçaklarının bombaladığı nokta Rusya ve rejim güçlerinin neredeyse iki yıldır almak için karadan ve havadan uğraştıkları Kıbeyni bölgesiydi.

 

İmzalanan mutabakatlar üzerinden planlanan İdlib’teki Rusya ile ortak devriyeler yaklaşık 50 gündür gerçekleştirilemiyor. İki taraf da sorunların çözümü konusundaki geçmiş girişimlerinin nafile çıkması nedeniyle devriyeleri yeniden başlatmak için çaba da göstermiyor. Türkiye’nin yükümlülükleri konusunda sürekli hatırlatmalarda bulunan Moskova İdlib konusundaki M4 karayolu ısrarını geçen yıldan bu yana daha güçlü dillendiriyor. Çünkü Moskova, Türkiye için sadece bir güvenlik meselesi durumundaki Suriye dosyasında Ekim 2019’da imzalanan mutabakat ile artık YPG ile ilgili muhatabın kendisi olduğunun farkında ve bunu etkin şekilde kullanıyor. Barış Pınarı Harekât bölgesinin çevresinde Türkiye’nin desteklediği ÖSO güçleri ile YPG arasındaki bölgeye konuşlanan Rusya bu gelişme ile İdlib’ten tahvil ettiği gücü Fırat’ın doğusunda da kullanabileceğini fark etmiş durumda.

 

Mukabele, Fırsat ve Çekişmenin Odağı: Fırat’ın Doğusu

 

Türkiye ile Rusya arasında geçen yıl Ekim ayında varılan mutabakat ile Rusya ve Şam’a bağlı güçler Suriye-Türkiye sınırının büyük bir bölümüne konuşlandı. Ancak mutabakatta belirtildiği gibi YPG’ye bağlı güçlerin sınırdan 30 km içeri çekilmesi hiçbir zaman gerçekleşmedi. Ruslar bu konuda Türkiye’nin İdlib’te Heyet Tahrir Şam (HTŞ) konusunda gösterdiği kadar hassasiyet gösterdi. Bir bakıma Rusların bu tavrı, YPG’nin çekilme işleminde hevesli ve ısrarcı olmamak hem İdlib’te Türkiye’nin HTŞ ile ilgili üzerine düşen ve yerine getirmediğini düşündükleri sorumluluklara bir mukabele hem de Türkiye ile genişleyen Suriye dosyasında çatışmayı düşük yoğunlukta sür-git şekilde bırakmak içindi. Bu strateji Rusların bölgedeki askeri varlıklarını güçlendirmelerini sağladı.

 

 

18 Aralık‘ta YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) içindeki Arap kaynakların ifade ettiğine göre ABD’li yetkililer SDG yöneticilerine Rusya’nın domine ettiği bölge için artık askeri etkilerinin kalmadığını söyledi. Bu açıklama artık Rusya’nın YPG üzerinde net bir şekilde etkili olabileceğinin sessiz bir ilanı idi aslında. Rusya, Türkiye’nin ABD karşısında kendisini şemsiye olarak kullanmasını fırsata çevirdi ve böylece diplomatik girişimini tamamlamak için gerçekleştirdiği askeri hareketi sayesinde taraflardan birini yeniden konumlandırmayı başardı.

 

Çatışma bölgelerindeki bu tür değişimlerin doğası gereği Rusya’nın kazandığı bu konum Türkiye’yi de etkiledi. Rusya ile 2019 ekim ayında imzalanan mutabakata rağmen YPG güçlerinin sınırdan çekilme işleminin gerçekleşmemesi Türkiye’ye Tel Rıfat tecrübesini hatırlattı. 2018 yılından bu yana Tel Rıfat bölgesinde Rus askeri polisleri ve rejim ordusu korumasında varlığını sürdüren YPG güçleri ve zaman zaman Afrin ve Fırat Kalkanı bölgesine yaptıkları saldırılar Rusya ile YPG konusunun nihai çözümsüzlüğünün en net tecrübesiydi.

 

İdlib’in tersine Fırat’ın doğusunda düzensiz de olsa devam eden ortak devriyeler bu bölgede ilişkileri görece istikrarlı gösteriyor. Ancak bu durumun arkasında Türkiye’nin askeri olarak daha aktif görünmesi var. Zira Türkiye Barış Pınarı Harekât bölgesi ve mücavir alanında YPG’nin Rusya aracılığı ile taahhüt ettiği ancak ihlal ettiği askeri faaliyetlere hızla cevap veriyor. Aksiyonun bu şekilde gerçekleşmesi ise Rusya ile Türkiye arasında sınırlı bir çekişmeyi tetikliyor. Bu çekişmenin tansiyonu ise son bir ayda gerçekleşen bombardımanlar ve son bir hafta içindeki sınırlı psikolojik operasyonlarla oldukça yükselmiş durumda.

 

Teoride Mükemmel Rus Anlaşmaları

 

TSK’nın angajman atışları olarak tanımlanan ve sonrasında giderek düzenli yıpratma atışlarına evirilen Ayn el-İsa’ya yönelik bombardımanı devam ederken geçtiğimiz hafta ÖSO güçlerinin iki köyü ele geçirdiği iddia edildi. Genel olarak hiçbir resmi makam tarafından onaylanmayan bu iddia Rus yetkililer ile YPG/SDG arasında yapılan toplantılar sırasında ortaya atıldı. Türkiye destekli ÖSO çatı örgütü olan Suriye Milli Ordusu (SMO) bileşeni Ahrar Şarkiye bir video ile iki köyü ele geçirdiğini duyurdu.

 

Ancak söz konusu köyler Türkiye ile Rusya arasındaki mutabakatın icra edilmesine ilişkin süreçte ağır silahlı askeri varlıktan arındırılmış ve “No Man Land” olarak tanımlanmıştı. M-4 otoyolu sivil ve ticari trafik akışının sağlanması için Rus askeri polisi, rejim muhafızları ve YPG/SDG hafif silahlı unsurlarının denetimine bırakılmış ve yola mücavir köylerin statüsü kararlaştırılmıştı. Ahrar Şarkiye’nin iddiasından sonra ise Barış Pınarı Harekâtı sırasında ele geçirilmiş olan Tinah köyünün ele geçirildiği iddia edildi.

 

Fiziki olmanın ötesinde, Rusya ile YPG arasındaki müzakereler sırasında gerçekleşen bu sınırlı askeri hareketliliğin hedefinin YPG’ye Türkiye’nin Ayn el-İsa konusundaki ısrarının gösterilmesi olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Şehrin Rusya garantörlüğü altında Esed rejimine devredilmesi için müzakereler sırasında böylesi bir hareketin etkisi oldukça kullanışlı olabilirdi. SMO sözcüsü Yusuf Hammud’un “askeri amaçlar dışında amaçlara hizmet eden sınırlı bir hareket” açıklamasından da yukarıdaki çıkarımı destekleyebiliriz.

 

Ancak YPG, Rusya’nın sunduğu şartlar üzerinden şehri teslim etmeyi reddetti. Rusya şehirde sadece bir SDG güvenlik merkezine izin veriyor ve YPG/SDG ağır silahlı tüm unsurlarının şehri terk ederek yönetimin Şam’a bırakılmasını talep ediyordu. Bu talepler karşılığında Türkiye’nin askeri harekatının önleneceği taahhüt ediliyordu. Bu şartlar manzumesi, elbette gerçekten uygulandığı takdirde, Türkiye’nin Tel Rıfat konusundan çıkardığı dersler ve pro-aktif yaklaşımının sonucu olarak okunabilir. Ancak Ruslarla yapılan yahut Rusların aracılığı ile yapılan tüm anlaşma veya ateşkesler teoride mükemmel olmalarına rağmen sorun pratikte yaşanmaktadır. Rusların sundukları şartlara karşılık YPG kabul etseydi bile uygulamada ne kadar gerçekleştirecekleri her zaman bir ikilem olacaktı. Fakat YPG’nin şartları reddetmesi Ayn el-İsa konusundaki gerilimi yükseltti.

 

İkinci Afrin mi, Dahası mı?

 

YPG/SDG’nin Ayn el-İsa’nın devrini reddetmesine rağmen kentteki Rus askeri üssü önünde Türkiye’ye müdahale gösterileri devam ediyor. Rus askerleri ise sık sık daha güneydeki üsse giderek Ayn el-İsa’yı boşalttıkları haberlerine neden oluyor ve YPG saflarındaki Afrin korkusunu tetikliyorlar.

 

2018 yılında yaklaşık beş Rus askeri üssünün çok kısa sürede boşaltılmasının ardından Türkiye’nin başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı, YPG için Rusya’nın korumasından sürekli şüphe duymalarını sağlayan en temel olay. YPG saflarında Ayn el-İsa konusunda bu nedenle ikinci bir Afrin korkusu yaşanıyor. Zira pek çok gelişme bu korkuyu büyütecek şekilde Afrin operasyonu öncesindeki gibi seyrediyor.

 

TSK ve ÖSO bombardımanı, ÖSO takviyelerinin Ayn el-İsa karşısındaki alanlara gelişi, Rusya’nın bölgenin devrini istemesi, Türkiye’nin YPG’yi sızma ve saldırılardan sorumlu tutması, ABD’nin ‘söz konusu bölge ile ilgili askeri tasarrufumuz yok’ sözleri, Ayn el-İsa kuzeyinde TSK’nın yeni iki üs inşa etmesi gibi gelişmeler Afrin operasyonu öncesini hatırlatıyor.

 

Bu konuda YPG’nin ikinci Afrin korkusu ise oldukça gerçekçi bir korku. Moskova’nın YPG’yi kayıtsız şartsız Şam’ın egemenliğine razı etmek için Türkiye’nin operasyonuna göz yumması oldukça olası. Moskova’nın savaş harcamalarına eklenen giderlerin tahsili için YPG kontrolündeki bölgeler oldukça önemli. Zira Rusya yaptırımlar nedeniyle son aylarda rejim bölgelerinin buğday ve diğer tahıllar konusunda desteklenmesi yükünü de sırtlamaya çalışıyor. YPG kontrolündeki bölgeler ise ülkenin tarım ve sulama kaynaklarının yaklaşık %60’ını kapsıyor. YPG kontrolündeki petrol alanları ve rafineriler düşünüldüğünde Rusya’nın bu alanı Şam’ın egemenliğine döndürme girişiminin boyutu anlaşılabilir.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

Diğer yandan bölgedeki pek çok yerel kaynak ve bölge ile ilgilenen kişi Ayn el-İsa’nın tek başına hedef olmayacağını düşünüyor. Art bölgesi düşünüldüğünde Ayn el-İsa’dan güneye ya da batıya ilerlemek düzenli ve ateş gücü yüksek bir güç için oldukça kolay. Ancak beklentilerin bir kısmı Ayn el-İsa ile eş zamanlı olarak doğuda Rusya’nın konuşlandığı bir diğer belde olan Tel Temr’i işaret ediyor.

 

Türkiye’nin Ayn el-İsa ve Tel Temr’i alarak YPG için M-4 otoyolunu ikmal açısından kapatacağı ve örgütü doğu, batı ve güney olarak ayırmak için Rusya ile müzakereler yürüttüğü de iddia ediliyor. Bu iddialar doğru çıkarsa, Türkiye’nin Tel Temr’den Ayn el-İsa’ya kadar Barış Pınarı Harekâtı (BPH) bölgesinin güneyinde en az 10 km daha derine ineceğini tahmin etmek güç değil. Rusya böylesi bir hamleye göz yumarak YPG’nin Ayn el-Arab, Menbic ve Haseke gibi sembol şehirlerini tamamen rejime devretmesini talep etmesi beklenebilir. Bir anda olmasa da Rus yönetimi bu opsiyonu hesap edecek kadar tecrübe sahibi. Bu, Moskova’nın Azerbaycan karşısında Ermenistan’a uyguladığı politikanın çok benzeri olacaktır, sonuçları bakımından tercih edilebilir. Böylesi bir durumda ABD’nin Deyrizor’da ve ülkenin en kuzeydoğusundaki Malikiye’de sıkışmış varlığının bir anlamı kalmayacaktır.

 

Ortak Handikap

 

Rusya bu saiklerle Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda operasyonuna göz yumabilir. Diğer yandan YPG ise süreci ABD’de Biden yönetiminin gelişine kadar müzakereler ile götürmeyi ve ardından ABD’den güçlü bir destek almayı umabilir. Ancak her hâlükârda Rusya’nın Türkiye’nin YPG’ye karşı bir operasyonunda sessizliğinin karşılığı İdlib’te olacaktır. İdlib’in konumunu ise, stratejik koz mu bagaj mı, Rusların bu karşılığı tanımlayacaktır.

 

Fırat’ın doğusundaki bir operasyon söz konusu olduğunda İdlib oradaki düğümü çözmek için bir koz oluyor. Ancak tek başına ise başlı başına başka bir düğüm olarak karşımıza çıkıyor. Mamafih, İdlib’in durumu ne olursa olsun, Ayn el-İsa yahut başka bir alanda herhangi bir Türkiye operasyonunun sıcak şekilde gündeme gelmesinin hemen ardından İdlib’in de hareketlenmesini beklemek sürpriz değil.

 

Türkiye’nin nihayetinde bir güvenlik problemi olarak ele almaya başladığı Suriye konusunda YPG’ye maksimum zararı verirken İdlib’teki Rus hareketliliğinden kaynaklanacak olan göç ve terör sorunundan minimum hasarı almak isteyecektir. Bu handikap, İdlib, Türkiye’nin Rusya nedeniyle Suriye’de YPG karşısında maksimalist hedeflerini gerçekleştirmesinin önündeki bir engel. Ancak aynı zamanda minimal hedeflerin üzerinde bir etkinlik alanını, Rusya’yı da aynı şekilde etkilediği için, sağlayan da bu handikap.

 

Sonuçları Bakımından Bir Maliyet Hesabı

 

Genel olarak çağcıl endüstri toplumu, dahası iktidarları için savaş bir maliyet hesabıdır. Sonuçları bakımından askeri ve siyasi bir faydalar silsilesi için gerçekleştirilen savaşın muharebe sonuçları kadar muharebe dışı sonuçları da hesaba katılır. Bu nedenle bir çatışma sürecinin sonunda hedeflenen minimum karlılık hesaplanırken siyasi sonuçlar da düşünülür. Bu bakımdan Türkiye için muhtemel bir Ayn el-İsa harekatının askeri maliyeti, operasyonun Ayn el-İsa ve çevresi ile sınırlı kalacağını düşünürsek, yüksek olmayacaktır.

 

Sınırlı, yoğun, hızlı ve hedef odaklı bu tür bir operasyonun siyasi sonuçları ise daha önceki operasyonlardan biraz daha farklı olacaktır. Kuşkusuz Ayn el-İsa’ya yönelik bir operasyon Batı’dan ve ABD’den, Rusya’ya açacağı alan nedeniyle tepkiler alacaktır. Zira böylesi bir operasyon henüz ihtimal aşamasında iken bile Rusya’nın Fırat’ın doğusundaki etkinliğini yükselten bir ortama neden olmuş halde. ABD’nin yeni yönetiminin Esed rejimi ve Rusya ile ilgili tavrı düşünüldüğünde Türkiye’nin operasyonu yapması halinde alacağı tepkiler Zeytin Dalı Harekatı’ndan daha sert olabilir.

 

Ne var ki Türkiye’nin Ayn el-İsa’yı ele geçirmesi Suriye’deki YPG sorununu çözmüş olmayacak. Ayn el-İsa’dan sonra muhtemelen, askeri gereklilikler nedeniyle, sıra başka bir hedefe gelecek: Tel Temr yahut Ayn el-Arab gibi. Türkiye’nin uzun savaşı da tam burada yatıyor. Bu bakımdan Ayn el-İsa reel bir askeri kazanımdan çok örgütün Rusya üzerinden Şam ile uzlaşmasını zorlayacak siyasi bir hamleyi ifade edecek.

 

Bu hamle ise Türkiye’nin yaklaşık dört yıldır YPG’ye karşı operasyonlarda kullandığı Suriye muhalefetinin rejimi devirme planları ile örtüşmüyor. Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarında etkili bir şekilde yer alan muhalifler, YPG ile Şam’ın uzlaşması halinde ülkenin %80’ine hâkim bir Esed rejimi tablosu ile karşı karşıya kalacaklar. Elbette bunlar Türkiye’nin operasyonu gerçekleştirmesi ve YPG’nin Şam’ın tüm şartlarını kabul etmesine bağlı.

 

Diğer taraftan Fırat’ın doğusundaki büyük oyuncular olarak Türkiye, Rusya ve ABD arasındaki yaklaşım ve ilişkiler de muhtemel bir operasyondan ciddi şekilde etkilenecektir. Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda Şam ve Moskova ile ortak bir hatta bulunan Ankara’nın Ayn el-İsa yahut başka bir noktaya operasyonu ABD ile ilişkilerde ekstra bir gerilime neden olacaktır. Giderek daha güneyde sınırlı bir alana hapsolma tehlikesi ABD’yi agresif hale getirecektir.

 

İran’ın Akdeniz yolunu kesme projesinde akamete uğrayan ABD güneydeki İran milislerinin varlığının üzerine Rakka ve Deyrizor kuzeyinde Rusya eli ile İran unsurlarının yerleşebileceği bir rejim varlığını hoş karşılamayacaktır. Ancak bu hoşnutsuzluğun hedefi Rusya’dan çok Türkiye olacaktır. Türkiye ise kendi güvenlik kaygılarını gidermek için yapması gerekeni yaptığını ifade edecek ve Rusya ile İdlib-YPG dengesini sürdürmeye çalışacaktır. Yine de diğer taraftan ABD’ne, elindeki ÖSO gücü sayesinde, Suriye’de yeni bir iş birliği teklifi sunarak dengeyi korumaya çalışacaktır.

 

Eli kulağında operasyonun muhtemel sonuçları Türkiye’nin uzun savaşının naçiz bir cüzü olacak ancak siyasi etkileri bakımından yönetilmesi gereken yeni ve çok odaklı bir kriz evresine neden olacaktır.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.