Suudi-İran Geriliminde Azalma ve Bölgesel Sonuçları
Riyad ve Tahran, 1998 ve 2001’de imzalanan işbirliği ve güvenlik anlaşmalarını yeniden devreye sokma konusunda uzlaştılar, fakat yıllar süren düşmanlığın ardından 1990’ların statükosuna dönmeleri artık imkânsız değilse de zor.
- MARWAN BISHARA
- 14 Mart 2023

Suudi Arabistan ve İran 10 Mart’ta ikili ilişkilerini iyileştirme konusunda uzlaşmaya vardıklarını açıkladı. Bu iyi bir haber.
Anlaşma, ihtiyaçtan ve istenilenlerden kaynaklanıyordu: İki ülke için de bedelleri yüksek ve her iki ülkeye de zarar veren, bunun yanında Ortadoğu’yu felakete götürdüğü kanıtlanan çatışmayı sona erdirme ihtiyacı; Çin’in ABD ve Rusya’nın boşluğunu doldurarak ortaklık kuranı oynama arzusuna son verme ve bu iki ülkenin kendilerinin güvenilir bir küresel ortak olduğunu gösterme isteği.
Anlaşmanın iki yıl süren zorlu bir müzakere sürecinin ardından imzalanmış olması umut vaat ediyor. Yine de iki ezeli rakibin diplomatik ilişkilerini normalleştirdikten sonra meleğe dönüşmesini beklememek lazım. Ortada hâlâ büyük bir güvensizlik ve ele alınıp çözülmesi gereken fazlaca uyuşmazlık var.
Arada kaybedilecek bir sevgi olmadan yenilenen Suudi-İran ilişkisi, siyasi ve ekonomik hesapların şekillendirdiği, ulusal çıkarlara göre yönlenen bir çıkar birlikteliğine dönüşebilir. Ya da birbirinden farklı ideolojik ve bölgesel gündemlerle yıpranan zorlu bir birliktelik haline gelebilir.
Riyad ve Tahran, sırasıyla 1998 ve 2001’de imzalanan işbirliği ve güvenlik anlaşmalarını yeniden devreye sokma konusunda uzlaştılar fakat yıllar süren düşmanlığın ardından 1990’ların statükosuna dönmeleri artık imkânsız değilse de zor.
Aslında vekaleten yürüttükleri çatışmalar mezhepsel tonlarıyla son derece yıkıcı oldu, iki ülkenin de güvenliğini baltaladı, ekonomilerini felce uğrattı ve toplumlarını birbirinden ayırdı. Müdahalelerin artmasıyla, bundan zarar gören Yemenli, Suriyeli, Iraklı, Lübnanlı ve Bahreynlilerin sayısı da arttı.
Tam da bu nedenle iki bölgesel gücün önündeki yol, geçmişe giden bir yol değil. Ortaya çıkmasını sağladıkları bu yeni ve karmaşık bölgesel düzen (ya da daha doğrusu düzensizlik) göz önünde bulundurulunca, iki ülke de hem kendisinin hem de komşularının ulusal çıkarına hizmet edecek yeni ve sürdürülebilir bir yol çizmek zorunda.
Bu yolu planlamaksa, birbirlerinin işlerine karışmaktan, servetlerini diğer Ortadoğu toplumlarına zarar vermeye harcamaktan ve bu süreçte dibe doğru bedeli yüksek bir silahlanma yarışına girmekten uzak durmakla başlar.
Diğer halklar gibi İranlılar ve Suudiler de liderlerinin dikkatlerini başka ülkelerde zorbalıklara değil iç meselelere vermesini, ülke dışında anarşi yaymak yerine içeride demokratik uyumu sürdürmesini ister.
İleri doğru yeni bir yol, gerilimleri azaltmak, zararları hafifletmek ve komşulara verilen zararı tazmin etmek için de bir fırsat. Suriyelilerin, Yemenlilerin ve vekaleten yürütülen çatışmaların mağdur ettiği diğerlerinin paramparça olmuş hayatlarını yeniden inşa etmesine yardım etmek hakikaten de bu iki petrol zengini ülkenin ahlaki sorumluluğu. Çin ve Batı da buna destek olmalı.
Bunun ötesinde, özellikle bölgesel aşırılıkları yabancı güçlerin aralarındaki çatışmayı istismar etmesine ve şiddetlendirmesine izin verdiği için, başrol oyuncularının bölgesel meselelerde müdahaleci olmayan bir yaklaşım içinde bulunmayı denemelerinin herkesin faydasına olacağına inanıyorum.
İşin aslı Riyad ve Tahran yabancı müdahaleye, özellikle de Batı’nın İsrail’in sömürgeciliği ve apartheid’ine sağladığı desteğe karşı ortak ve kararlı bir tutum içinde olmalı (Körfez’deki gerilimin azalmasına yönelik bu girişime doğrudan karşı çıkan ve bunu sabote etme konusunda kesinlikle kararlı olan tek ülke, tahmin edilebileceği gibi, İsrail).
Çin ve ABD
Ayrıca, küresel güçlerin Ortadoğu’ya doğrudan ya da vekilleri aracılığıyla müdahale etmeye yönelik tüm girişimlerini de reddetmeliler. Çin de buna dahil.
Riyad ile Tahran arasında arabuluculuk yapan ve anlaşmanın el sıkışma merasiminin de ev sahibi olan Pekin, bu yeni anlaşmanın da en büyük kazananı gibi görünüyor. ABD etki alanının parçalarından kabul edilen zorlu bir bölgede, çetrefil bir çatışmanın çözülmesine yardımcı olması, Pekin’e sorumlu bir küresel oyuncu olarak daha fazla güvenilirlik ve prestij kazandıracaktır.
Dahası Çin’in bir sponsor olarak, uzun vadede ekonomisini ve ordusunu beslemeyebilmek için ihtiyaç duyduğu bu petrol zengini bölgeye erişimini artırmak için, uzlaşma ve normalleşme sürecine dahil olmayı sürdürmek istemesi mümkündür. Başka bir deyişle, sponsorlarına pahalıya mal olan diğer bölgesel arabuluculukların aksine, bu arabuluculuk Çin’e küresel rakibi ABD karşısında kazanç sağlayabilir.
Biden yönetimi, Yemen’deki savaşın sona ermesine de katkı sağlayabileceğini söylediği Körfez’deki gerginliğin azaltılmasını memnuniyetle karşıladı, yine de öfkesini ve hayal kırıklığını gizleyemiyor. Bu da özellikle, Pekin’in Washington’un Rusya ile Ukrayna arasındaki arabuluculuğunu engellemeye çalışmasının ardından Ortadoğu’da da diplomatik bir atılım gerçekleştirmesinden kaynaklanıyor.
Çin, ABD’nin sözde İbrahim Anlaşmaları’nı Suudi Arabistan’ı da kapsayacak şekilde genişletme ya da yaptırımlar ve bölgesel baskı yoluyla İran’a yeni bir nükleer anlaşma dayatma planlarını baltalarken, ABD buna gülümsemesinin ardındaki diş gıcırdamasını gizleyemiyor. Bunu söylemek için henüz çok erken olsa da Çin destekli bu anlaşma, bölgeyi İsrail yanlısı, İran karşıtı bir blok lehine kutuplaştırmaya yönelik bir Amerikan-İsrail planını bozabilir de.
Yine de Suudi Arabistan ABD’ye sırtını dönecek ya da ittifak değiştirecek konumda değil. Askeri ve ekonomik meselelerde fazlasıyla Washington’a bağımlı. Ancak irili ufaklı diğer bölgesel aktörler gibi Riyad da melezleşiyor; diplomatik karışımına bir ilişki daha ekleyerek her şeyden önce kendi çıkarlarını korumayı amaçlıyor.
Bu durum Rusya ve Çin ile ilişkilerini geliştirmiş olan İran için de geçerli. ABD yaptırımları kaldırmayı ve adil bir nükleer anlaşma yapmayı kabul ederse ya da ettiğinde karışımına ABD’yi de ekleyebilir tabii.
Başka bir deyişle, Suudi-İran anlaşması, değişmekte olan bir bölgenin ve bu bölgenin hareketli jeopolitiğinin bir göstergesi.
Devletlerin küresel güçlerden daha bağımsız hareket ettiği, ilişkileri ve ittifaklarını küresel güçlerin değil, kendilerinin şekillendirdiği ve dengelediği yeni Ortadoğu’ya hoş geldiniz.
Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.

MARWAN BISHARA
