Kutuplaşma, salt bölünme değil; bir çürüme formudur. Varlığın müşterek zemini çöktüğünde, siyaset, kültür ve etik de çürür. Ortak dil kaybolur, karşılaşma imkânsızlaşır ve her özne, kendi içinde kilitli bir yankıya dönüşür. Böyle bir toplumda yalnızca siyasal düzen değil, bizzat insan olmanın koşulları da aşınır. Ve işte tam bu nedenle kutuplaşma, yalnızca bir yönetim sorunu değil; bir varoluşsal buhrandır.

Tanrı’nın “öldürülmesi” (Nietzsche’nin tasvir ettiği Hristiyan Tanrı), bir “istiğna”yı gizlediği gibi; bir yanı ile de bir dürüstlüğü, mertliği, cüreti, düelloyu ifade eder. Ancak Müslümanların yaptığı (Allah’ı kullanma), -bir tür kurnazlık olarak- onların yaptığından daha az kötü bir şey değildir.

Sabit yapılar yoktur, dinamik süreçler vardır ve o dinamik süreçler hiçbir şeyi kararında bırakmaz. Her şey değişir; insan, fikir, yapı, durum, her şey! Değişmeyen şey, eşyanın arkasında sonsuz bir devinimle kaynayan çelişki ve bundan doğan yeni imkânlar, yeni umutlardır. Tarihin dinamizmi budur: Çelişki ve şizofreni!

Batı insanının istiğna ve istikbârının bir sonucu olarak Tanrı’nın öldürülmesi; ruhun, vicdanın, kalbin, dinin, merhametin ve adaletin ölümüdür. Ölen “Tanrı”nın Kilise’nin yarattığı Tanrı imgesi olduğunda kuşku yoktur.

Yahudilerin en büyük hatası kendilerini diğer uluslardan ayrı tutmalarıdır. Bunu bir erdem ve kutsal bir görev saymış olmaları, üzerlerine evrensel bir nefret çekmelerine yol açmıştır. Tanrı’nın onları seçerek bildirdiği yasayı millî bir kimliğe dönüştürmeleri en büyük günahları olmuştur. Kurtuluşun bu radikal gaspı ve Tanrı’nın başka ulusların esenliği ile ilgilenmesinin imkânsız görülmesi, terörün teolojik kaynağını oluşturmuştur.

Hakikat yolcuları mutlak olanın değil, bağlı olduğu bağlamla ilişkili tarihsel ve sosyolojik olanın dinamik içeriğini, onun insan eli değmiş kültürel yanını veri alır, onunla uzlaşmanın yollarını ararlar. Bunun tersi bir tutum, bir tür Tanrı’yla da rekabet anlamına gelen radikal, totaliter ve tutucu rejimlerin “mutlaklık” iddiasındaki antidemokratik yoludur. “İnsan yalnızca tarihsel zamanı bilmez, aynı zamanda birçok […]

“İnsanlar nizamı yıkmak istiyor” nidaları ile sokakları inleten Arap protestoları gösterdi ki, adalet arayışının her geçen gün arttığı, yolsuzlukların had safhaya ulaştığı, doğruluk, dürüstlük gibi değerlerin artık sadece retorikte kaldığı ortamlarda ahlaki ve fikri devrimlere duyulan istek eskilerden daha fazladır. Bu yazı daha önce ahlak ve fikir üzerine yapılmış çalışmaların üzerine yeni şeyler eklemiyor, böyle […]

Son dönemde giderek yaygınlaştığı düşünülen, genelde dinden özelde aşkın olandan uzaklaşmayı aslında bir tür sessiz istifa hatta sessiz feryat olarak okumak ve aşkı/nı mümkün kılabilmenin çarelerine bakmak gerekmektedir. Aksi halde Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde piramidin en altındakileri sağlamaktan öteye geçemeyen mankurt bir insandan fazlası olamayacağız. Pandemiyle şöhret bulan kavramlardan birisi de “sessiz istifa” (quiet quitting). Kavram, […]

Var olan şeyleri tarihsel kavrayışımızı belirleyen metafizik, kendimizin ve herhangi bir şeyin “ne” olduğuna/ne anlama geldiğine ilişkin kabullerimizi belirler. Bu, geç modernitede kendini “teknoloji” olarak somutlaştırır. Teknoloji, artık insan hayatını kolaylaştıran araçlar toplamı olmaktan çıkar; dünyanın ve insanın anlamına, dünyanın ve insanın çerçevelenmesine/çepeçevre kuşatılmasına (Gestell) dönüşür. İnsan ruhu, tarihi süreç içerisinde kendinin/hayatın ve içinde yaşadığı […]

İman, bireysel tecrübe ve güçlü bir ikna olmanın ürünüdür. Kör inanç veya taklit yolu ile edinilen inançlar, böyle değildir. Ahlaki doğruyu bulma; ya derin düşünmeye, tartmaya, muhakemeye, sorgulamaya (doğru yorum) dayanır ya da geleneğe, alışkanlığa, zanna-vehme yani yanlış yoruma dayanır. Fiziksel varlığın, evrenin, dünyanın, gerçekliğin, vakıanın “Beş Duyu” ile elde edilen bilgisine, yani “Bu nedir?” […]

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.