Dostoyevski’nin doğumu da ölümü sembollerle yüklüdür. Bir yoksullar evinde doğar. Gözünü dünyaya açtığı yerde açlık kol gezmekte, hastalık hep en yakın mesafede durmaktadır. Hayattan olabildiğince uzak, ölüme son derece yakındır. Son nefesini ise bir işçi mahallesindeki binanın dördüncü katında verir. Hastalık, yoksulluk ve sefalet zinciri etrafını sarar ve 56 yıllık ömründe bu çemberin dışına çıkamaz.

Arkadaşım, Avukat Mustafa Güneş’i kaybettik. Daha çok an resmi biriktirmeyi istediklerimdendi Mustafa. Bir gün oturup hayatın muhasebesini yapmak isteyeceklerimden. Yanında hep rahat olduklarımdan. Çok üzgünüm. Arkadaşım, Avukat Mustafa Güneş’i kaybettik. Geç vakit ofisinde çalışırken kalp krizi geçirmiş. 55 yaşında. Vefat ettiği haberini aldığımda defnedilmişti, cenazesine yetişemedim. Ardından yazarak veda etmek varmış.    90’ların hemen başında […]

Yolun Bittiği Yerde, Muhsin Kızılkaya’nın içinde Hakkâri geçen denemelerinin bir kısmını bir araya getiren bir kitap. İçindeki denemelerin tamamı Hakkâri’ye dair olan kitabın adı, şehrin çok da uzak olmayan geçmiş halini tasvir eder.

Victor Hugo, Sefiller adlı eserinde “1862’nin Paris’i, banliyösü Fransa olan bir şehirdir” der. Bütün bir Fransa kenar mahalle, şehir olan bir tek Paris! Lakin bu şehrin de kendi kenar mahalleri vardır ve Hugo, Paris’i ve Parislileri anlamak için bizi bu kenar mahallelere davet eder.

Evet, devlet güçlü olabilir. Kendine bağlı aydınlarla seferberlik ruhu içinde hareket edebilir. Ama bu, tamamen yeni, kendisini idealize ettiği bir dili yaratabileceği anlamına gelmez. Zorlamayla ve emir-komutayla yeni bir dil yaratılamaz. Velhasıl dil, emir ile hizaya sokulamaz. “Edebiyat Devrimi” de bunu bütün açıklığıyla ortaya koyar bir eser.

İlkokul eğitim müfredatında Atatürk anlatısı, eşzamanlı olarak iki taraflı ilerler: Bir taraftan, Cumhuriyet’in, devletin, toplumun, halkın varlığı Atatürk’e bağlanır; o olmasaydı, bugün sahip olduğumuz hiçbir şeye sahip olmayacağımız düşüncesi çocukların zihnine kazınır. Diğer taraftan da Atatürk’ün ölümsüz olduğu, gönüllerde yaşadığı, onları (çocukları) her zaman izlediği ve onlardan çok şey beklediği vurgulanır.

Kültür, sanat, edebiyat ve dahi şiirin kiloyla tartılıp metre ile ölçüldüğü zamanlardan geçiyoruz. Eli kalem tutan kurşundan kalemlerin, politikacıların kırıp döktüklerini toparlama karşılığında ücretlendirilip ödüllendirildiğini hayretle seyrediyoruz. Söz hiç bu kadar irtifa kaybetmedi. Fikir hiç bu kadar pespayeleşmedi. Aydın namına kırıntı bile yok! Ya âlimi, uleması? Kim kaybetmiş ki bulasın!…

Toplumsal ilişkilerde otorite, liyakat, asalet, mesafe, hiyerarşinin zayıflayarak eşitliğin, vasatlığın, banalliğin, aynılığın yaygınlaşması; mahremiyetin, ötekinin ve acının kovularak şeffaflığın, palyatifliğin, hazzın-hızın, başarı ve performansın yüceltilmesi, küresel ve yerel düzlemde kültürel dekadansın belirtileridir.

Kemal Gözler’in sunuş ve çevirisiyle Türkçeye kazandırdığı Kurbağa Manastırı, bir kurmaca, alegorik bir eser. Ülkemizin önde gelen anayasa hukuku hocalarından biri olan Gözler, içinde bulunulan vaziyeti pür bir hukuki metinle tasvir etmek yerine edebiyatla anlatmayı seçmiş. 14’üncü yüzyılda bir dünya kurmuş ve Türkiye’de üniversitenin başına gelenleri bir manastır ve bir rahip üzerinden Latince aktarmış.

Haziran ayında kimleri kaybetmemişiz ki… Şöyle küçük bir tarama yaptığımızda karşımıza onlarca ismin çıktığını görürüz. Farklı tarih aralıklarında neredeyse haziran ayının her günü ölen bir veya birkaç şair, yazar, sanatçımız var.

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.