Fransa’da polisin şiddetinde ırkçı bir boyut var. Ama polis şiddetine maruz kalan gençlerin büyük çoğunluğu Fransa doğumlu ve Fransız vatandaşlar. Ancak toplumun önemli bir kesimi ve bir kısım polis tarafından yabancı olarak algılanıyorlar… Siyasal şiddet kullanımının en büyük sorunu, şiddetin önce bir araç olarak başlayıp, bir müddet sonra başlı başına amaç haline dönüşmesidir. Şiddet siyasal […]

Mütedeyyin bir insanın otomatikman muhafazakâr olduğu kanaati kesinlikle evrensel değil, Osmanlı-Türkiye modernleşmesi açısından geçerli bir ön kabuldür. Hatta Türkiye öylesine ilginç bir ülkedir ki, konuşurken veya yazarken dindar, Müslüman, mütedeyyin, mümin, iman gibi kelimeleri kullanan birinin bile mütedeyyin olduğu varsayılır. Mütedeyyin kadınları “muhafazakâr” olarak nitelemek Türkçede oldukça yaygın bir âdettir. Neredeyse paralel kamular şeklinde ortadan […]

Karadeniz’de coğrafya, dinin araçsallığını; etnik köken ise, genellikle psikolojisini/karakterini belirlemektedir. Karadeniz dindarlığında duygusallık-ruhsallık oldukça zayıftır. Ağır basan şekilcilik, ritüel ve pratik faydadır. “Türk Müslümanlığı” üzerine eleştirel bir yazı yazmış (Özgürlükçü Teoloji Yazıları, Ank. 2022, s. 127-132) birisi olarak, bu yazıyı, toplumun bir kesimini aşağılamak saiki ile değil; bu bölgenin dinsel sosyal-psikolojisini tasvir amacı ile kaleme […]

Toplumsal çekilme süreci, laik-seküler kanatta siyasal İslam ve taşra muhafazakârlığının erişemeyeceği “steril” ve pür” mekânlarda yaşama arzularını da tetikliyordu. İzmir ise, bu mekânsal hareketliliğin temerküz ettiği alanların başında gelir. Kültür savaşının yüksek temposu karşısında taşra ve metropollerin muhafazakâr-yoğun alanlarında kendilerini “sıkışmış” hisseden bu tabakalar için “vaat ettiği özgürlükçü yaşam”la İzmir, sembolik değeri her geçen gün […]

Enflasyon-faiz sarmalı içinde memleket felakete sürüklenirken, “nas var” deyip dünyanın en faizci uygulamalarını halka dayatırken, İslam’ın temel kaidelerine uyuyormuş gibi yapmanın neye tekabül ettiği üzerinde düşünmemek, başlı başına ontolojik-epistemolojik ve aksiyolojik bir problemdir. Bir varlık ve beka sorunudur. Milyonlarca insanı göz göre göre fakirleştirmek, bu fakirleştirmeye göz yummak, eleştirememek, yanlıştan dönmeyi salık vermektense “Az yesinler […]

AK Parti, devlet politikalarının, güvenlik merkezli olmaktan çıkarılacağını, özgürlük-güvenlik dengesinin gözetileceğini, bireyin devlete önceleneceğini vaat ediyordu. Ama olmadı… 20 yıllık serüveninin sonu, aralarında bu iktidarın oluşumunda ve sürmesinde düşünsel ve fiili katkısı olmuş çok sayıda ismin de dahil olduğu birçok kişi için büyük bir hayal kırıklığı oldu. AK Parti iktidarının yol açtığı türbülans sadece bir […]

Var olan şeyleri tarihsel kavrayışımızı belirleyen metafizik, kendimizin ve herhangi bir şeyin “ne” olduğuna/ne anlama geldiğine ilişkin kabullerimizi belirler. Bu, geç modernitede kendini “teknoloji” olarak somutlaştırır. Teknoloji, artık insan hayatını kolaylaştıran araçlar toplamı olmaktan çıkar; dünyanın ve insanın anlamına, dünyanın ve insanın çerçevelenmesine/çepeçevre kuşatılmasına (Gestell) dönüşür. İnsan ruhu, tarihi süreç içerisinde kendinin/hayatın ve içinde yaşadığı […]

DP hareketi, tarihteki büyük değişim hareketleri gibi devraldığı mirası “yeniden yorumlayıp yeniden ele geçirerek, yeni bir yarar doğrultusunda yeniden yapılandırıp yönlendirerek” geleceğe bir yön mü verecek, yoksa iki realiteden (doğa ve irade) birine teslim olarak çelişki ve zaruretlerin esiri mi olacak? “Hepimiz, bir biçimde karşılıklı ilişki içerisindeyiz…”[1] K.R. Popper Bir şeyin oluşum nedeniyle o şeyin […]

İman, bireysel tecrübe ve güçlü bir ikna olmanın ürünüdür. Kör inanç veya taklit yolu ile edinilen inançlar, böyle değildir. Ahlaki doğruyu bulma; ya derin düşünmeye, tartmaya, muhakemeye, sorgulamaya (doğru yorum) dayanır ya da geleneğe, alışkanlığa, zanna-vehme yani yanlış yoruma dayanır. Fiziksel varlığın, evrenin, dünyanın, gerçekliğin, vakıanın “Beş Duyu” ile elde edilen bilgisine, yani “Bu nedir?” […]

Batı’da “ulus bilinci” ve “kamusallık”, Kilise ve Aristokrasinin tekelindeki “kısmî kamusallığa” karşı “ulusal” ve “seküler” bir kamusallık olarak yükselirken bizde öyle olmadı. Bizde olan hem de çok erken devirlerden itibaren dinin kendisi ve hanedan da dâhil olmak üzere her şeyin belli bir zümreye değil, “memleket ölçeğinde” ortak bir alan olarak devlete, yani herkese ait olmasıydı. […]

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.