Tanıklık, Korku ve Umudun Yansıdığı Savaş Öyküleri
Savaşa görüntüler üzerinden tanıklık etmekle edebî metinler üzerinden değinmenin ayrışan yanları olduğunu düşünüyorum. İlkinde dışarıdasınız, diğerinde ise savaş kelimelerle içinize nüfuz etmiş hâlde. Kelimelerin ortaya çıkardığı resim ne gariptir ki gerçek olarak addedilen görüntülerden daha gerçektir. Okur, ilkinde dâhil olamadığı görüntünün içinde ve tüm varlığıyla oradadır. Ekran görüntüleri değil, hikâyeler savaş tanığını dönüştürür.
“Savaşa tanıklık etmek” cümlesinin muhatabını ezen bir yanı var. Tanığım ve artık önceki gibi olamam. Ben ve nefsim bir başınayız. Kul Mes’ud’un cümlesindeki gibi: “Hiç kimsenin tanıklığı kişiye kendi nefsi tanıklığından yeğrek değildir.” Savaşa görüntüler üzerinden tanıklık etmekle edebî metinler üzerinden değinmenin ayrışan yanları olduğunu düşünüyorum. İlkinde dışarıdasınız, diğerinde ise savaş kelimelerle içinize nüfuz etmiş hâlde. Kelimelerin ortaya çıkardığı resim ne gariptir ki gerçek olarak addedilen görüntülerden daha gerçektir. Yazarın duygusuyla okurun duygusu zihinsel bir mekânda başka bir savaş evreni yaratır. Okur, ilkinde dâhil olamadığı görüntünün içinde ve tüm varlığıyla oradadır. Ekran görüntüleri değil, hikâyeler savaş tanığını dönüştürür.
Sığınak Hikâyeleri
Bu yazıda İkinci Dünya Savaşı’na tanıklık öyküleriyle Gazze’de yıllardır yaşanan işgalin içinden yazılan öyküleri, okurda uyandırdığı duygular bağlamında ele almaya çalışacağım. İlkin Feyyaz Kayacan’ın, İngiltere’de İkinci Dünya Savaşı sırasında içinden geçtiği savaş tanıklığını taşıdığı Sığınak Hikayeleri’ni¹ (1962) anmak istiyorum. Kayacan, fantastik bir evrende geçen altı ayrı öykü ve her birinde merkeze aldığı karakterleriyle gerçekliği tepetaklak eder. Türkçenin ortasına da ağır bir bomba düşmüştür sanki; dil dağılmış ve etrafa saçılan parçaları yazar tarafından toplanmıştır. Türkçe bilindik hâlinde değildir artık. Bir araya gelmeyecek özneleri takip eder yüklemler; zarflar edatlara, bağlaçlar öznelere yanlış yerlerinden bağlanırlar. Esra Erbulak’ın da ifade ettiği üzere karakterlerin savaş yıllarını sunan asıl anlatı, onların savaş öncesi hayatlarına da retrospektif² geçişler içerir. Şimdiye dayanmak, geçmiş yaşantının rutinlerini hatırlamak ve geleceğe dair umut veren düşüncelere tutunmakla mümkündür.
Sığınak Hikâyeleri’ndeki ilk sığınak, hikâyelerin mekânı, somut bir savaş sığınağıdır. Mekân olarak sığınak ise bize hem mecburen inilen kuytuluğu ama bir yandan anne rahmini anımsatır. Rahim, bir metafor olarak umudu yeşertebilmeyi, buradan yeniden doğmayı anlatır. Kayacan’ın öykülerinde doğa ve kadın imgeleri ise sığınılacak metaforlardır.
Öykülerde korku duygusu egemendir. Örneğin Mrs. Valley bu korkuya karşı bir alan kurar, hayalden bir duygu mekânı örer: “Mrs. Valley bu havayı kendi eliyle örmüştü. Kocaman örgü iğnelerinin çatışması karanlığın uykusunu kaçırırdı. Pusulaları ezberinde taşıyan uçan bombalar pusulayı şaşırırlardı […] Ama Mrs. Valley uçan bombalara zırnık yer bırakmamıştı örgüsünün yeryüzünde.” (s. 61)
Mr. Ellis’in ve Mrs. Valley’in bahçeye, ağaca ve toprağa sığındığını, geleceğe dair umudu ancak burada yeşertebildiklerini görürüz. Kayacan, dili kullanmanın ne büyük bir savunma biçimi olduğunu gösterir bize şu cümlesiyle: “Mr. Ellis toprağı ölümden kaçırıyordu.” (s. 10) Mr. Ellis bahçelerden hiç vazgeçmez; savaştan, karanlıktan çıkış ancak aydınlık bahçelerledir: “Bahçeni sağlam dikersen,” diyor Mr.Ellis, “savaşın en uzunu bile yetmez bahçenin en küçüğünü tüketmeye”. (s. 86)
Sığınak Hikâyeleri’nde korkudan umuda kaçısın en ilgi çekici tezahürü ise şehit düşen genç erin bedeninin toprağa gömülmesi ve oradan bir ağaç olarak filizlenmesini bekleyen Mrs. Valley’in eylemindedir: “Sonra Mrs. Valley ağacı yerinden çıkardı. Freddie’yi koydu ağacın yerine. –Diril diril dedi ilkin ağaca sonra Freddie’ye. –Sonra Freddie’nin örneğini aşıladı ağaca, soruları duyuldu sonra – Verecek misin verecek misin yemişlerini/bize eskisi gibi yemişlerde uyanık/Vereceğim dedi Freddie ağacın ağzından.” (s. 84)
Sığınak Hikâyeleri’nin Gazze hikâyelerine bağlandığı en güçlü hattın, öykülerdeki toprak ve ağaç temaları ile anlatıcıların savaşa direnme biçiminin hatırlamak, geçmişle şimdiyi dindirmek ve sağlatmak olduğu söylenebilir.
Gazze Cevap Yazıyor
Gazze Cevap Yazıyor³, türünün ilk örneği olarak bize sunuluyor. Kitap, İsrail tarafından 27 Aralık 2008’de başlatılan ve 18 Ocak 2009’da sona eren “Dökme Kurşun Operasyonu” adlı geniş kapsamlı askerî saldırıyı beşinci yıldönümünde kurgusal olarak kayda geçirmek ve anmak maksadıyla Rıfat El-Arir tarafından derleniyor. Kitapta Rifat El-Arir’in ve genç yazarların 22 öyküsü yer alıyor.
Öyküler sanki ikiye ayrılıyor: Bir yanda İsrail vahşetini, hunharlığını, acımasızlığını gösterenler; diğer yanda Filistinlilerin ve İsraillerin aynı gökyüzü altında aynı rüzgârla ve yağmurla yaşadığını hatırlatan, düşmanın içinde bir damla vicdan kırıntısı bulmaya çalışan, insanlık noktasında aynılaştıklarını anlatmaya, göstermeye çalışan öyküler. Öyküler, doğrudan savaş anlarını kayda geçirenler ya da metaforik bir üslubu benimseyenler şeklinde de ayrılıyorlar.
Öykülerde direnme duygusunun farklı tezahürleriyle karşılaşıyoruz: Fikirle, hayalle direnme; savaşarak direnme; hatırlayarak direnme; kelimelerle direnme; şarkıyla direnme; yazarak direnme ve umut ederek direnme. Diğer yandan ölüm düşüncesinin çok ağır bastığı öykülerde, anlamsızlık, beyhudelik, umudun yitirilişi de söz konusu. Mekân bağlamında çıkışsızlık, kıstırılmışlık duygusu da bariz bir şekilde hissediliyor. Öykülerde sakatlık ise yarım kalmayı, iğrenmeyi, utanç duygusunu beraberinde getiriyor.
Toprak ve ağaç ise sadece umudun, devam etmenin değil, varoluşun simgesine dönüşüyor. Toprağın işgali, ağaçların sökülmesi insanın etinden et koparılmasından farksızlaşıyor. Örneğin Sare Ali’nin “Toprağın Hikâyesi” isimli öyküsü, Filistinlileri mekâna bağlayan toprak, zeytin ve limon ağaçlarını, onlarla kurdukları bağı ve ağaçların İsrail askerlerince sökülmesini anlatıyor. Ağaçların sökülmesi, sanki insanların öldürülmesinden bile hunharca, daha akıl almazdır, kötülüğün tanımlanmaz bir mertebesidir bu. Filistinlilerin direnme ve devam etme gücünü ölümlerden daha fazla karartan, koyultan bir hadisedir. Yaşayan ve yaşamı devam ettirecek tek şey toprak; ona yapılan müdahale her şeyi daha da anlamsızlaştırıyor. Ağaçların sökülmesi, umudun da yürekten sökülmesine denk düşüyor. Öyküde, ağaçlara verdiği emeğe ve onların hatırasına, gölgesindeki emniyet hissine bağlı yaşlı baba ve oğul arasında geçen diyalogda oğlun sökülen ağaçların sayısını eksik vermesine hiddetlenen baba, “189 zeytin ağacı. 160 limon ağacı. 14 Hint armudu ağacı…” diye bağırır. Sayılan ağaçlarını sonunun virgülle değil noktayla bitmesi bile ağaçların salt ağaç olmadığını anlatır bize.
Küçük Bir Ayrıntı
İsrail askerini anlamaya dönük öykülerde işgalcinin beninin ve düşüncesinin içine girme çabasını görüyoruz. Aslında bu denemeyi Adania Shibli de Küçük Bir Ayrıntı⁴ isimli eserinde yapıyordu. 1948’de, ilk işgal yıllarında bir İsrail komutanının çölde yakaladıkları bir genç kıza yaklaşımını, sonra kızın tecavüz edilip öldürülmesini bize karakterin bilincinden anlatıyordu Shibli. Kitabın ikinci bölümünde aynı olayla karşılaşırız. Yıllar sonra kızın öldürüldüğü tarihte doğmuş Filistinli genç bir gazeteci kız, bu olayı araştırma yolculuğuna çıkar ve sürdüğü izler sonucunda bizi aynı mekâna çeker.
Öykülerde bir boşluk da dikkat edilesiydi. Gazze’den, Filistin’den uzaklaşma, ülkeden gitme, kaçma fikrinin kırıntısı yer almıyordu öykülerde.
Derlemede dolaylı anlatımın en dikkat çekici örneklerinden birisi Tesnim Hammüde’nin “Ekmek Somunu Benim” isimli öyküsü. İsrailli çocuk, sokaklarda el arabasıyla ekmek satan Filistinli yaşlı bir adamın ekmeğini çalar, polis olaya müdahale eder, ekmeğin bir kısmını adama geri verir. Sonrasında çocuğun bu hikâyeyi arkadaşlarına böbürlenerek anlatmasını, ekmeğin geri kalanını da gidip çaldığını ve midesine indirdiğini öğreniriz. Hırsızlığı yapan çocuk da olsa öykü bizi Filistin’in gaspının çağrışım alanına bırakır.
Kitapta savaşı doğrudan anlatan öykülerden, örneğin Revan Yaği’nin “Geride Kalan” öyküsünde anlatıcı küçük çocuk, balkondan sokakta oynayan arkadaşlarını izler, arkadaşları onu da futbol oynamaya çağırır ama annesi yemek yedikten sonra gitmesine izin verdiği için bir türlü onların arasına karışamaz. Çocuğun küçüklüğü, arkadaşlarını balkondan aşağı izleyebilsin diye üzerine çıktığı taburenin betimlenmesinden anlaşılır. Ayrıca balkondan aşağı kollarını sarkıtmaması gerektiğinin vurgusu bize çocuğun normal şartlar altında nasıl da sakınıldığını gösterir. Ki böyledir her çocuk, değil balkondan düşmesinden, parmağına çöp batmasından sakınılır. Bu tezatlığı göstermek için burada ayrıntıların verildiğini düşünüyorum. Çünkü az sonra patlayacak bombayla çocuk içeri savrulacak, yaralanacak, annesi tarafından sokağa çıkarılacak, barut kokan havada nefes almaya çalışacaktır. Az önce oynayan çocuklar şimdi yerlerde üst üste savrulmuş hâldedir. Beyni parçalanan Ahmet orada öylece yatar. İşte böylesi bir tezat. Çocukların oyununun ortasına düşen bomba. Ölen, sakatlanan çocuklar. Hayata artık o andan önceki gibi bakamayan çocuklar. Daha fenası okul açıldığında anlatıcı çocuğa suçlar gözle bakan çocuklar. O an dışarı çıkmadığı için kurtulmuştu, bu suç muydu? Öykü, ekran görüntülerine sığmayacak bir gerçeklik sunar okura. Okuduğunuzda sanki kuytuda kalmış bir duygunun çekilip çıkarıldığını ve onunla yüzleştiğinizi hissediyorsunuz.
Gazze Cevap Yazıyor’daki her öykü, Filistin direnişinin tarihî metinlerde, arşivlerde, dahası ekranlarda fark edemeyeceğimiz duygu tonlarına değmemizi sağlıyor. Hikâyeler unutulmaya ve bombalara karşı bozulmayan en güçlü malzemeden, kelimelerden yapılıyor. Derlemeyi yapan akademisyen, şair, yazar ve aktivist Rıfat El-Arir’in 7 Ekim’de başlayan saldırı sürecinde 6 Aralık 2023’te şehit düşmesi insanı derin bir suskunluğa itiyor. Yazının sonunu, derlemenin girişindeki kendi sözleriyle bitirmek daha anlamlı bu yüzden:
“Filistin evvela mecazi olarak işgal edildi; yani sözcükler, hikâyeler ve şiirler yoluyla. Velhasıl bizim de cevap yazmamız, tüm çabamızı göstermemiz, hem kalemimizi kullanmamız hem kendimizi hem de dünyadaki tüm halkları davamız hakkında eğitmek için davamızı tanıtmamız gerekir. Kendi masallarımızı anlatmak direniştir; unutmaya ve işgale karşı direniştir. Direniş gürültü çıkarmaktır ve Malcolm X’in dediği gibi: “Eğer bir şey istiyorsanız, biraz gürültü çıkarsanız iyi olur.”⁵
__
¹Feyyaz Kayacan, Sığınak Hikayeleri, Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul, 2018.
²Esra Nur Akbulak, “Feyyaz Kayacan Öykülerinde ‘Nesnel Duygusuzluğa’ Karşı ‘Yürek Parçalayıcı Tanıklık”, Edebiyatın Duygu Haritası, Haz. Esra Dicle, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2022, s.146.
³Rifat El-Arir (der.), Gazze Cevap Yazıyor, Çev: Emrah Saraçoğlu, İntifada Yayınları, İstanbul, 2016. (Gazze Cevap Yazıyor’dan haberdar olmam Diagonal Edebiyat’ın 14 Şubat 2014’te çevrimiçi gerçekleştirdiği kitap söyleşileri sayesinde oldu. Söyleşiyi düzenleyenlere müteşekkirim.)
⁴Adania Shibli, Küçük Bir Ayrıntı, Çev: Mehmet Hakkı Suçin, Can Yayınları, İstanbul 2021.
(Elindeki nüshayı bana okumam için veren sevgili Menekşe Tokyay’a teşekkür ederim. Filistin edebiyatıyla tanışmam bu kitap sayesinde oldu.)
⁵Bu yazı Heceöykü dergisinin 122’nci sayısında (Nisan-Mayıs 2024) yayımlanmıştır.