Tanpınar Okuma Standartları Enstitüsü


- BESİM F. DELLALOĞLU
- 3 Mart 2022
Okur açısında en büyük dezavantaj on yıllarca Tanpınar’ın romanlarının Günlükler’i bilinmeden okunmasıydı. Bunun en önemli sonuçlarından biri Tanpınar’ın roman karakterlerinin ağzından çıkan her sözün Tanpınar’ın kendi fikri olarak kabul edilmesi oldu. Oysa bir yazarın günlükleri, onun roman karakterlerinin yaklaşımlarını yazara mal etme konusunda çok önemli bir filtredir.
Yıllar önce ünlü bir romancımızın verdiği bir konferansı izlemiştim. Konferansın ardından elbette soru/cevap bölümüne geçildi. Dinleyicilerden biri yazara mealen şöyle bir soru yöneltti: “Falanca romanınızın filanca karakteri şöyle bir durumda böyle bir cümle sarf etmişti. Nasıl böyle düşünebilirsiniz?” Yazarın soruyu dinlerken gülümsediğini iyi hatırlıyorum. Yazar yine mealen şöyle bir cevap verdi: “Sizin de belirttiğiniz gibi o sözü söyleyen kişi ben değilim. Benim romanımdaki bir karakter. Ben kendisiyle aynı fikirde değilim. Bunu soruyu ona yöneltmeniz daha iyi olurdu.”
Sorunun saflığı Türkiye’de “fiction” ile “non-fiction” arasında, hatta genel anlamda kurgu ile gerçek arasında sanılandan çok daha az mesafe olduğunu gösteriyor. Edebi metnin, örneğin romanın örgüsünün diğer metinlerden farklı bir yapısı olabileceği ilk elde pek hesaba katılmıyor. Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi başlıklı bitabımda bunu tipik bir modernleşme sendromu olarak nitelemiştim. Bu tür ülkelerde bir romanın, bir siyasal manifestodan ya da bir parti programından çok da farklı algılanmadığını söylersek pek abartmış olmayız. Jameson da “ulusal alegori” derken böyle bir şeyden bahsediyordu belki de.
Türkiye’de popüler bir dizideki apartman görevlisi karakterinin hırsızlık yapması nedeniyle Apartman Görevlileri Derneği’nin bildiri yayınlaması pek şaşırtıcı olmaz. Ya da bir filmdeki tellak karakterinin eşcinsel bir ilişki yaşaması sonrasında tellakların “Biz eşcinsel değiliz” diyerek protesto yürüyüşü yapması da. Hatta şimdi ünlü bir dizi oyuncusunun bir televizyon programında anlattığı bir anekdot aklıma geldi. Popüler bir dizide başkarakterlerden birini canlandırdığı dönemde bir gün sokakta yürüyormuş. Karşıdan gelen yaşlı bir hanımefendi yanından geçerken ceketinin cebine bir kâğıt parçası bırakmış. Kâğıdın üzerinde şöyle yazıyormuş: “Karınız sizi aldatıyor.” Sanırım verdiğim bu örneklerden sonra Türkiye’de kurgu ile gerçek, fiction ile non-fiction arasında büyük bir mesafe olmadığına kanaat getirmişsinizdir.
Roman, Fikirler Sahnesi midir?
İlk paragrafta örnek verdiğim yazarın cevabının olgunluğu ise bu mesafenin altını çiziyor aslında. Bunu hatırlatıyor. Edebi bir metinle ilişki kurma biçimimiz hakkında bir şey öneriyor. Bir roman, yazarının fikirlerini ifade etmek için kullandığı basit bir araç mıdır? Eğer cevap evet ise o zaman romanın bir siyasal manifestodan ne farkı kalır gerçekten? O zaman yazar neden yüzlerce karakter icat etmek zorunda kalsın?
Mallarmé’nin meşhur bir sözü vardır. “Şiir fikirlerle değil, kelimelerle yazılır.” Bu cümle elbette şiirin hiç fikir içermediği anlamına gelmez. Ama çok iyi fikirlere sahip olmanın iyi bir şair olmaya yetmeyebileceğini ima eder. Peki ya mesele roman için gündeme getirilirse? Yani çok iyi fikirlere sahip olmak iyi bir roman yazmaya yeter mi? Roman bir tür fikirler sahnesi midir? Bu sorulara olumlu cevap vermek aslında romanın, sanat/zanaat tarafını hafife almayı içerir. Fikirlere sahip olmak bir şeydir elbette ama onları ifade edecek iyi, doğru formu bulmak da başka bir şeydir. Aynı çerçevede şöyle sorular da sorulabilir elbette: İyi bir düşünür, filozof, tarihçi, sosyolog olmak iyi bir roman yazmak için yeterli midir?
Edebiyat tarihine baktığımızda romanın, yazarın sadece kendi fikirlerini ifade etme kürsüsü olmadığını biliyoruz. Hatta iyi bir romancının romanında bırakın kendi fikirlerini söylemek, aslında başkalarının fikirlerini okuru inandıracak bir biçimde ifade ettiğini söyleyebiliriz. Flaubert kendisine “Madam Bovary kimdir?” diye sorulduğunda şöyle cevap vermişti: “Madam Bovary benim.” İyi bir roman yazabilmenin bir koşulu da yazarın kendisi erkekken bir kadını, kendisi solcuyken bir sağcıyı, kendisi kentliyken bir köylüyü, kendisi zenginken bir fakiri sahici bir biçimde anlatabilmesidir. Tolstoy’un bazı romanlarından binden fazla karakter vardır. Bunların hepsinin Tolstoy’un türevleri olduğu söylenebilir mi?
İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz
Buradan doğrudan Tanpınar’a ve meşhur romanı Huzur’a geçmek istiyorum. Okurlarının bileceği gibi bu romanın dört temel karakteri vardır: İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz. Bu dört isim aynı zamanda romanın dört bölümünü başlığıdır. Tanpınar literatüründe Mümtaz’ın Tanpınar’ın kendisi, İhsan’ın Yahya Kemal olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır. Nuran ise Tanpınar’ın gerçekten âşık olduğu bir kadının romana girmiş halidir. Tanpınar uzmanları bu kişinin kim olduğunu bilirler. Ben burada bu adı anmanın doğru olmadığını düşündüğüm için ismi paylaşmayacağım. Suat ise genelde Dostoyevski romanların ithal edilmiş bir karakter olarak okunur.
Bu çerçevede Mümtaz’ın, hatta zaman zaman İhsan’ın romanda ifade ettikleri görüşleri Tanpınar’ın fikirleri olarak okuryazar kamusunda dolaşıma girer. Sık sık alıntılanır. Bunları söylerken kimseyi eleştirme, yargılama gibi bir derdim yok. Bugün bir hata olarak gördüğüm bu tip tutumlar benim yazdığım metinlerde ya da konferanslarımda da vardır. Dikkatleri çekmeye çalıştığım nokta, roman karakterlerinin fikirleriyle yazarı birebir eşlemenin çok doğru bir şey olmadığı.
Mümtaz’ı Tanpınar, İhsan’ı Yahya Kemal olarak okumak bence doğru bir okurluk stratejisi değildir. Roman karakterleriyle yazar arasındaki mesafe azaldıkça, estetik özerklik ortadan kalkar. Jameson yine haklı çıkar! Mesafe iyidir. Alanların özerkliğini sağlamada yardımcı olur. Ancak bu şekilde romanı roman olarak okur; filmi film olarak, diziyi dizi olarak seyredebiliriz.
Tanpınar’ın edebi metinlerini okurken de bu mesafeyi gözetmek iyi olur. Tanpınar ile karakterleri arasında belli bir mesafeyi gözetmek gerekir. Üstelik bu mesafe yazar ile karakterleri arasında önemli olduğu gibi, karakterlerin kendi aralarında da önemlidir. Neden İhsan ile Mümtaz arasındaki mesafe Suat ile olan mesafelerinden çok daha azdır? Ya da neden bu ikisi bu kadar mesafesizdir? Birbirinin bu kadar devamı olan iki başkarakter bir roman için bir zaaf olarak kabul edilemez mi? Tanpınar’ın bu tavrı Jameson’ı haklı çıkarmaz mı? Bu bir ulusal alegori baskısı değil midir? Ya da kendi deyimiyle, memleketin Tanpınar’ı yemesi anlamına gelmez mi? Belki de Tanpınar’a “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor” dedirten budur.
Daha önce de belirttiğim gibi, Tanpınar deyince akla hemen Mümtaz geliyor. İhsan’ın ise Yahya Kemal’i ikame ettiği düşünülüyor. Yani o da Tanpınar’a çok uzak değil. Peki ya Nuran ile Suat? Onlar da Tanpınar değil mi biraz? Geleneksel literatürde Nuran zaten kadın olduğu için Tanpınar olma şansını baştan yitiriyor. Peki ya Suat? Suat, Tanpınar’ın içinden çıkmıyor mu? Benim genel kanaatim ilgili literatürde Tanpınar’ın roman karakterlerinin söylediklerinin zanaatın payı düşülmeden yazara mal ediliyor olduğudur.
Roman, yazarın sadece kendi fikirlerini değil, hatta daha çok başkalarının fikirlerini ifade ettiği bir mecradır. Bu nedenle Tanpınar’ın fikirlerini takip etmek için romanları en iyi seçenek olmayabilir. Üstelik Tanpınar romanları dışında epeyce makale yazmış bir yazardır. Ayrıca Günlükler’i de mevcuttur. Özellikle Günlükler’inde Tanpınar’ın toplumsal, siyasal, kişisel görüşleriyle dolaysız, hatta bazen fazla ham, vülger bir halde karşılaşırız. Örneğin Huzur ile Günlükler çelişirse ne yapacağız? Tanpınar’ın Günlükler’de söyledikleriyle, Mümtaz’ın, hatta İhsan’ın Huzur’da söyledikleri her konuda birbirlerine paralel olmazsa son kararı kim verecek?
Okur açısında en büyük dezavantaj on yıllarca Tanpınar’ın romanlarının Günlükler’i bilinmeden okunmasıydı. Bunun en önemli sonuçlarından biri Tanpınar’ın roman karakterlerinin ağzından çıkan her sözün Tanpınar’ın kendi fikri olarak kabul edilmesi oldu. Oysa bir yazarın günlükleri, onun roman karakterlerinin yaklaşımlarını yazara mal etme konusunda çok önemli bir filtredir. Tanpınar okur kamusu Günlükler yayımlanana kadar bu filtrelerden mahrumdu. Bu da yerleşik Tanpınar imgesinin inşasında çok önemli bir rol oynadı.
Haftaya bu konuda yazmaya devam edeceğim. Tanpınar’a ve Günlükler’ine biraz daha yakından bakmaya çalışacağım…

BESİM F. DELLALOĞLU
