Temsilî Demokrasinin Dejenerasyonu

Yaklaşmakta olan 2024 Yerel Seçimleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde son zamanlarda her seçimde rücu eden devletin bekası, ülkenin geleceğinin tehlikesi ve mevcut düzenin yıkımı şeklindeki tartışmaları yeniden alevlendirmiştir. Türkiye siyaseti, 10 yılı aşkın zamandır gerçekleştirilen genel ve yerel seçim atmosferine normal seyrinden öte; devletin ve ülkenin istikbaline “yıkıcı” sonuç saptayan bir iklimle girmiştir.

demokrasi

Temsilî demokraside temsilci, kendisinden vekalet aldığı bireylerin düşüncelerini ve kararlarını, vekalet verenin istekleri doğrultusunda belirtmektedir. Dolayısıyla kendisinin savunduğu ideolojinin yerine temsil ettiği grubun sözcüsü mahiyetindedir. Ancak taşıdığı sorumluluk, yalnızca temsil ettiği grubun özelinde değil millî egemenlik kıstası altında, tüm milletin genelinde konuşlanmaktadır. Bu mevcut taksimatta egemenliğin öznesi milletin kendisi olurken artarak çeşitlenen nüfus ve grupların nitelikleri sebebiyle bu kamusal temsiliyetin verildiği araç, seçim düzlemidir. 

 

Seçimli demokratik düzende vekaleti veren taraf millet olurken sandık yoluyla vekaleti alan taraf vekil ve nihayetinde meclisin kendisidir. Dolayısıyla seçmenler vekaleti alan tarafın bir parçası olduğu gibi milletin temsilcisi milletvekilleri de temsil kavramının yürütücüsü meclisin, millet nazarındaki aktörleri konumundadır. Temsilî demokraside vatandaşların katılımcılığı önemlidir. Sivil toplumun etkili katılımı ve ifade özgürlüğünün korunması, demokratik değerlerin güçlenmesine katkı sağlamaktadır.

 

Demokrasi, bir toplumun yönetim biçimlerinden biri olarak genellikle özgürlük, eşitlik ve katılımcılık gibi değerlerle ilişkilendirilmektedir. Ancak zaman içinde demokrasi kavramının çeşitli manipülasyonlara maruz kaldığı ve bir silah olarak kullanıldığı durumlar ortaya çıkmıştır. 

 

Yaklaşmakta olan 2024 Yerel Seçimleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde son zamanlarda her seçimde rücu eden devletin bekası, ülkenin geleceğinin tehlikesi ve mevcut düzenin yıkımı şeklindeki tartışmaları yeniden alevlendirmiştir. Türkiye siyaseti, 10 yılı aşkın zamandır gerçekleştirilen genel ve yerel seçim atmosferine normal seyrinden öte; devletin ve ülkenin istikbaline “yıkıcı” sonuç saptayan bir iklimle girmiştir. Genel seçimlerin haricinde; mahalli seçimlerde ilçe, muhtarlık ve neredeyse sokaklara kadar indirgenen bu “seçim sonucuna endeksli beka tehdidi”, ülkede var olan mevcut kutuplaşma dinamiğini besleyen en önemli tansiyonlardan birini oluşturmaktadır.

 

Türkiye’de son 10 yıldır neredeyse her seçimde gündeme gelen devletin bekası, ülkenin yıkılma tehlikesi ve topyekûn bir yok olma endişesi, kendisini temsil etmesi adına vekalet veren milletin beklenti ve düşünceleri arasında yer almamaktadır. Toplumun içinde ve bütününde buna dair bir kaygı bulunmazken, her seçimde dillendirilen ve artık ezbere dayalı bir siyasi retoriğe dönüşen devletin bekası meselesi, milletin gerçek gündemi olmanın dışında seçmeni bir korku psikolojisiyle konsolide edip ikna etme yöntemine evrilmiştir.

 

Milletin genel seçimlerde beklentisini karşılayabilecek vizyoner bir yaklaşım, yerel seçimlerde ise mahalli sorunların giderilmesi ve bölgesel kalkınmanın yerel halka yansıtıldığı bir rekabet ortamından ziyade her seçimde kurgulanan ülkenin geleceğinin tehdit altına girmesi, devletin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olması gibi propagandalar; umumi beklenti ve bu doğrultuda sunulan temsiliyet düzleminde, Türkiye’deki temsilî demokrasinin dejenere olmasına neden olmaktadır. 

 

Demokrasinin dejenere olması, toplumların temel hak ve özgürlüklerine yönelik bir tehdit oluşturmaktadır. Bekanın asıl mimarı olan millete, bir alternatif değerlendirmesi olarak sunulması gereken siyasi tercih; beklenti ve istekler dışında beka tehlikesi güdümlü bir algı bozukluğuyla dikte ettirilmektedir. 

 

Kendi ekonomik, sosyal ve siyasal realitesinin dışına çıkartılarak geleceğe dair var olmayan bir tehlike tahayyülünde ve karar verme mecburiyetiyle tek başına bırakılan seçmen, gerçek tercihini yitirip bir sanrı üzerinde oy kullanmaya ya da millî manevi değerlerinden sınanan bir imtihana zorlanmaktadır.

 

Bu düzlemdeki bir demokrasi anlayışı, ne kadar gerçekçi ve kapsayıcı bir hal ile temsil edilebilir?

 

Farklı bir siyasi görüşün var olan kent politikalarına sıcak bakabilecek ya da farklı bir siyasi partinin mahalli idare projelerine oy verebilecekken siyasi duygu ve millî manevi değerlerin suistimali neticesiyle seçmen algısı üzerinde yaratılan bu psikolojiyle temsilî demokrasi muhteviyatında oluşturulan bu dejenerasyon, her şeyden çok devletin bekası ve ülkenin yıkım tehlikesine karşı bir kurtarıcı olarak değerlendirilen demokrasinin öz anlamını yitirmesine neden oluşturmaktadır. 

 

Demokrasiye, yine kendi anlamı tahrip edilerek yüklenen bu misyon, zaman geldiğinde algılarla ayarlarıyla oynanmış demokrasinin de artık sığınılacak bir liman olma özelliğini kaybettirecektir. Zira demokrasi, devletin bekası ve ülkenin yıkılma tehlikesine karşı “doğrudan” kullanılacak bir sigorta değildir. 

 

Demokrasi ve devletin bekası arasındaki denge, her iki kavramın da birbirini tamamladığı bir sistemle birlikte sadece güçlü bir devletin bekasını değil, aynı zamanda bireylerin özgürlük ve adalet taleplerini de karşılayan bir yapıyla hemzemin olabilmektedir. 

 

Demokrasi, yasama, yürütme, yargı güçlerinin ayrı bir denge oluşturduğu, hukukun üstünlüğü prensibini benimsemiş sosyal ve eşitlikçi devlet anlayışının en temel sütunudur. Devletin bekasının dinamiğini oluşturan tüm bu sütunların yıkılıp doğrudan demokrasiyle hatta daha doğrusu seçim/sandık sonucuyla korunmaya çalışılması, esasında doğru ve korunaklı alanda muhafaza edilmediğinin göstergesidir. Keza demokratik bir devlet taksimatında demokrasi, koruyucu rolden ziyade “korunan” bir mahiyete sahiptir. Asıl demokrasi korunamazsa devletin bekası tehlike altına girmektedir.

 

Genel seçim havasını aratmayan Türkiye’nin yerel seçimlerinde il, ilçe hatta muhtarlık seçimlerinde dahi bu kadar kolay bir şekilde dillendirilen devletin bekası sorunu, Türkiye’deki seçim atmosferini reel politikten kopardığı gibi mevcut toplumsal kutuplaşmanın da en temel dinamiklerinden birisini oluşturmaktadır. 

 

Gerçekten de siyasi istikbali ve toplumsal bekası tehlike altında olan, yıkılmak üzere olan ya da bu ihtimalleri taşıyan bir devlet seçim yapabilir mi? Çok enteresan.

 

Siyasi gündemde bu kadar kolayca kullanılan devletin istikbalinin tehlike altında olması tasavvuru, hassasiyetler üzerinden yaratılan bir toplumsal infialin belli bir noktada patlama ihtimalini de doğurmaktadır. Keza millî ve manevi duygular üzerinden yaratılan gerginlik ortamı devletin bekasını korumadığı gibi tam tersi istikametle tehlikeye atmaktadır.

 

Türkiye’nin asıl beka sorununu; dejenere olmuş bir demokrasi temsili neticesinde, millî ve manevi duyguların hassaslaştırıldığı siyasi atmosferde gittikçe kutuplaşan toplumun kristalize olarak toplumsal birlik ve beraberlik duygusunu yitirmesi durumu oluşturmaktadır.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.