Teori ve Pratik: İsrail Başbakanını Tutuklamak
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) 20 Mayıs’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant ile birlikte Hamas’ın üst düzey yöneticileri hakkında yakalama emri talep ettiğini duyurdu. Uluslararası Adalet Divanı nezdinde görülmekte olan davada verilen pek çok geçici tedbir kararı yanında UCM nezdindeki bu son gelişme, İsrail’in uluslararası sistemdeki moral üstünlüğünü tamamen kaybettiğini gösteriyor.
İsrail ile Filistin arasındaki uluslararası silahlı çatışma ve İsrail ile Gazze Şeridi’ndeki Hamas arasındaki uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma 2015 yılı başından beri Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) gündemindeydi. Dosya 2021 Mart’ına dek Savcılık ön incelemesindeyken bu tarihten sonra soruşturma aşamasına geçti. 2023 yılı 7 Ekim’ine kadar soruşturma aşamasındaki dosyada kayda değer bir gelişme olmamışken bu tarihten sonraki gelişmeler hız kesmeden devam etti. Kasım 2023’te Güney Afrika, Bangladeş, Bolivya, Komor Adaları ve Cibuti, Ocak 2024’te Şili ve Meksika, Filistin’deki durum ile ilgili UCM’ye bildirimde bulundu. Yani başta belirttiğimiz uluslararası nitelikte olan ve olmayan silahlı çatışmalar ile ilgili Roma Statüsü’ndeki suçların işlendiği iddiasıyla Filistin dışında yedi ayrı ülke Mahkeme’ye başvuru yaptı.
Soruşturmadaki en çarpıcı gelişme ise 20 Mayıs günü gerçekleşti. Savcı Karim Khan, yaptığı açıklama ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile birlikte Hamas’ın üst düzey yöneticileri Yahya Sinvar, Muhammed el-Deif ve İsmail Haniyye hakkında yakalama emri talep ettiğini duyurdu. Elbette bu talep Ön Soruşturma Dairesi tarafından bu yönde bir karar verilmediği sürece henüz bir hüküm ifade etmemektedir.
Savcılığın İsrail’in en üst düzey siyasi yetkilileri hakkında bu yönde bir talepte bulunması bundan bir yıl önce gerçekleşseydi asla beklenmeyecek şaşırtıcı bir gelişme olabilecekken 7 Ekim sonrası yaşanan insanlık trajedisinin her geçen gün daha da derinleşmesi sonrası beklenmekte olan bir gelişmeydi. Hatta Savcılığın Netanyahu hakkında yakalama emri talep edeceği söylentilerinin ciddiyet kazanması sonrası başta İsrail olmak üzere ABD, Birleşik Krallık, Fransa gibi ülkelerin yetkililerinden ve kamuoyunun önde gelen simalarından Mahkeme’yi hedef alan açıklamalar gelmeye başlamış, 12 ABD Senatörü, işi, Savcı’nın şahsını da hedef alacak küstahlıkta bir tehdit metni yayımlamaya kadar vardırmıştı. Savcılığın tüm bu baskı girişimlerine karşın kararlı ve cesur bir tavırla bu yönde bir talepte bulunması kesinlikle takdir edilecek bir adımdır. Şunu da belirtmek isterim ki Ön Soruşturma Dairesi de çok büyük ihtimalle bu talep yönünde karar verecektir. Yani Ön Soruşturma Dairesi’nde görev yapan yargıçlar da tüm bu baskı girişimine pabuç bırakmayacaklardır.
Savcılığın bu yönde bir talepte bulunması elbette dünya kamuoyunda da birbirinden farklı tepkilere neden oldu. Pek çok ülke yetkilisi Mahkeme’nin saygın bir uluslararası yargı mercii olduğu ve bağımsızlığına ve kararlarına saygı göstereceklerini ifade ederken bazı ülke yetkilileri de Mahkeme’nin demokratik yollarla seçilmiş devlet görevlileri ile teröristleri aynı kefeye koymasının güvenilirliğini azalttığını ve uluslararası terörizmi ve antisemitizmi beslediğini ifade etti. Yöneticilerinin ve kamuoylarının önde gelen isimlerinin yaklaşımı ne yönde olursa olsun Savcılığın bu adımının her toplumda hızla azalan uluslararası sisteme ve yargı mercilerine olan inancı bir nebze olsun kuvvetlendirdiğini söylemek gerekir. Keza İsrail’in saldırılarına yönelik en hafif karşı çıkışları dahi antidemokratik yöntemlerle bastıran Batılı ülkelerin özellikle üniversiteler gibi çevrelerinde tepki dindirilemez boyuta varmış durumdaydı ve bu karşı çıkışlar artarak devam etmekte.
Savcılığın talebinin farklı yönlerini değerlendirecek olursak, öncelikle hakkında yakalama emri talebinde bulunulan Netanyahu ve Gallant’ın sorumluluğu cihetine gidilen suçların insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olduğunu görüyoruz. Savcılık insanlığa karşı suçlardan ve savaş suçlarından bazıları ile ilgili suçlama yöneltmiş olsa da hangi somut eylemlerin bu suçları oluşturduğuna dair bir açıklamada bulunmadı. Fakat açıkladığı isnat hükümlerine bakıldığında Hamas’ın gerçekleştirdiği rehine alma eyleminin ve İsrail’in Gazze’yi bir bütün olarak açlığa ve sefalete mahkûm etmesinin somut olaylar olarak kastedildiği anlaşılmaktadır.
Soykırım Suçu
Mahkeme ancak madde bakımından yargı yetkisine giren suçlar ile ilgili yargı yetkisini kullanır. Bu suçlar soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçudur. Hemen akla gelen soru: Neden soykırım suçu çerçevesinde sorumlulukları cihetine gidilmediğidir. Öncelikle şu hususu da belirtmek gerekir ki Savcılığın sonradan yakalama emrinde yer alan suçun soykırım olarak değişmesini ya da soykırımın da emirde yer alan suçlara eklenmesini talep etmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Yani bu haliyle soykırım suçu Savcılığın yürüttüğü soruşturmada tamamen saf dışı bırakılmış değildir. Savcılığın talebi, soykırım suçu dışında suçlardan yapmış olmasının pek çok makul sebebi olabilir. İlk akla gelen, talebe konu olan suçlar ile ilgili elde son derece güçlü deliller ve sorumluluklarını gösterir makul gerekçeler bulunmasına karşın soykırım suçunu gerekçelendirecek bu denli güçlü maddi ve hukuki delillerin bulunmayışıdır. Hele soykırım suçu bakımından faildeki, korunan bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırma amacının varlığına inandıracak makul nedenleri ortaya koymak oldukça zordur. UCM’nin Başsavcısı olarak adeta bir arzuhalci mantığı ile boş atıp dolu çekme amacındaki talepler ile isteyebileceğinden fazlasını isteyerek Ön Soruşturma Dairesi’nin önüne gidemezsiniz. Taleplerinizin, delillendirilmesi ve makul nedenlere dayanması ile olgunlaştıktan sonra yapılması gerekir. Dr. Timuçin Köprülü Hocamızın sosyal medyadan paylaştığı görüşlerine göre, bu aşamada soykırım suçundan yapılacak bir talebin reddedilmesi halinde bu durum Uluslararası Adalet Divanı (UAD) önündeki yargılamada İsrail’in faydasına olabilirdi ve UAD’nin elini zayıflatabilirdi. Bu aşamada talebin soykırım suçundan yapılmaması şimdilik olumlu olmuştur denilebilir.
Hamas Yetkilileri
Savcılığın talebinin bir diğer yönü Netanyahu ve Gallant’ın yanında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ile ilgili de yakalama emri talebinde bulunulmasıdır. Pek çok ülke yetkilisi tarafından dile getirilen, demokratik yollarla seçilmiş en üst düzey yetkililerle ilgili yakalama emri talebinde bulunulmasının yanlış olduğu yolundaki çıkışların, uluslararası ceza hukuku bakımından bir anlamı bulunmadığını söylemeliyim. Roma Statüsü’nün düzenlediği çekirdek uluslararası suçların faillerinin kim olduğu önemsizdir ve Statü’nün 27’nci maddesi gereği resmî sıfatı ne olursa olsun kimse Statü’de düzenlenen suçlardan dolayı bağışık tutulamaz. Zaten Mahkeme geçmişte de Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir, Rusya Devlet Başkanı Putin gibi üst düzey devlet yetkilileri ile ilgili yakalama emri çıkarmıştı. Yine devlet yetkilisinin demokratik yollarla mı, totaliter yöntemlerle mi iktidarda bulunduğu bu suçlardan kaynaklı sorumluluğa etki eden bir neden değildir. Yakalama emri talebine konu edilen bir diğer grup yetkili ise Filistinli siyasi ve silahlı bir grup olan Hamas’ın siyasi ve askeri yetkilileridir. Bu kişilerle ilgili bir talepte bulunulmuş olması da beklenen bir gelişmeydi. Bu gelişmenin hem uluslararası ceza hukuku açısından hem de siyasi açıdan değerlendirilecek yönleri bulunmaktadır.
Başta da belirttiğimiz gibi Mahkeme’ye başvuru, Filistin Devleti tarafından yapılmıştır. Filistin Devleti’nin tanınan yönetimi bilindiği üzere Ramallah yönetimidir ve bu yönetim ile Hamas arasında siyasi bir çekişme bulunmaktadır. Haliyle Ramallah yönetimi, bu başvuruyu yaparken Filistin’deki durum ile ilgili Statü’nün düzenlediği suçlardan yana birileri sorumlu tutulacaksa bunun ucunun Hamas yöneticilerine de dokunacağını bilmektedir. Bu belki de siyaseten istedikleri bir neticedir.
Okuyucularımızın aklına gelebilecek bir diğer soru da şu olabilir. Başvuruyu Filistin Devleti yapmışsa Savcılık nasıl Filistinli bir grubun yetkililerini soruşturmaya dahil eder ve onlar hakkında yakalama emri talep eder? Bu da Mahkeme’nin yargılama usulü ile alakalı bir konudur. Keza UCM’ye taraf olan bir devlet tarafından, bir durum ile ilgili Mahkeme’ye başvurulduğunda Savcılık sadece geçmişte gerçekleşmiş ve bitmiş bir olayı ve kendisine bildirilmiş failleri soruşturmamaktadır. Savcılık geçmişte başlamış ve Gazze’dekine benzer şekilde hâlihazırda sürmekte olabilen bir durumu dahi inceleme altına almaktadır. Bu duruma dair incelemesi sonunda Statü’deki suçları işlediğine ilişkin makul nedenler bulduğu herkesle ilgili soruşturma yürütebilir. Hatta gelecekte yaşanacak olayların failleri de buna sonradan dahil edilebilir. Yani başvuru sonrası gerçekleşen olaylar ve bunların failleri ile ilgili yeni bir başvuruya gerek olmadığı gibi, başvuran ülkenin yetkilileri de soruşturmanın konusu olabilir. Yine İsrailli yetkililerin soruşturulabilmesi de Mahkeme’nin yargılama usulü ile alakalıdır. Zira İsrail, Mahkeme’yi kuran Roma Statüsü’ne taraf değildir. Mahkeme’nin yargı yetkisini kullanabilmesinin ön şartı, suçun bir taraf devlet ülkesinde işlenmesi ya da taraf devlet vatandaşı tarafından işlenmesidir. Suçlar üye devlet olan Filistin’in Gazze Şeridi’nde işlendiğinden, herhangi bir üye devletin başvurusu üzerine Savcılık buradaki durumu soruşturmaya yetkilidir. Bu halde faillerin ülkesinin Statü’ye taraf olmamasının bir önemi yoktur.
Savcılığın yakalama emri talebine geri dönecek olursak, belirttiğimiz gibi şahsi kanaatim bu talebin çok büyük ihtimalle kabul edileceği yönündedir. Ön Soruşturma Dairesi’nden bu yönde bir karar çıkması halinde Mahkeme’nin bu kararı yerine getirecek bağımsız bir kolluk gücü yoktur. Bu kararın yerine getirilmesi yine üye devletlerin Mahkeme ile işbirliği sayesinde mümkün olabilecektir. Ötesi bu kararın gereğini yapmak taraf devletler bakımından bir yükümlülüktür. Statü’ye taraf olmayan devletlerin ise böyle bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bu halde Filistin, taraf devlet olması sebebiyle yakalama talebinin konusu kişileri teslim etme yükümlülüğü altındayken İsrail taraf olmaması sebebiyle Netanyahu’yu ve Gallant’ı teslim etme yükümlülüğü altında değildir. Tabii bu kişilerin taraf devlet olan bir başka ülkeye seyahat etmeleri halinde bu ihtimal de söz konusu olabilir. Taraf devletlerin bu kararın gereğini yerine getirmemesi halinde Mahkeme durumu Taraf Devletler Meclisi’ne bildirir. Fakat bunun zorlayıcı bir yaptırım etkisinin olmadığını ifade edebilirim. Netanyahu bu gelişme sonrası “Ben seyahat etmekten endişe etmiyorum, Savcı dikkat etsin, o her yere seyahat edemeyecek” gibi son derece küstahça bir açıklama yapsa da kazın ayağı hiç de kendisinin zannettiği gibi değildir. Kararın çıkması halinde İsrail gibi kendisini fütursuzca dokunulmaz zanneden bir ülkenin başbakanı Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerin de dahil olduğu dünyanın 124 ülkesine seyahat edemez hale gelecektir. Muhtemel bir seyahat İsrail ile iyi ilişkileri olan ve Netanyahu’yu ağırlayan taraf devletlerin kendi kamuoylarında çok ciddi tepkilere neden olacaktır. Hele ki yakalanması ve teslimi, iç hukukta bir mahkeme tarafından yerine getirileceğinden, bağımsız ve tarafsız bir yargıya sahip ülkelerde kendisinin hür seyahatini hiçbir dost mevkidaşı garanti edemeyecektir. Ama yine de bir yakalama emri çıksa dahi emre konu kişilerin güvenli seyahatler dışında ülke dışına çıkmamaları halinde kendilerinin Mahkeme’ye tesliminin şu aşamada zor ihtimal olduğunu söylemek gerekir. Çıkacak yakalama emrine konu olan kişilerin Mahkeme’ye teslim edilmemesi durumunda soruşturma işlemleri yine yokluklarında yürütülebilir olsa da Statü’nün 63’üncü maddesinin ilk fıkrası gereği hazır bulunmadıkları sürece haklarında yargılama yapılması mümkün değildir.
Tamamlayıcılık Meselesi
Savcılığın yakalama emri talebi ile ilgili açıklamasında vurgu yaptığı bir diğer husus tamamlayıcılık meselesidir. Gerçekten de UCM’nin ulusal yargı mercileri ile ilişkisi onların yanında tamamlayıcı bir pozisyonda olma şeklindedir. Yargı yetkisine sahip bir devletin, ilgili suçlardan sorumlu kişileri yargılaması halinde UCM yargı yetkisine sahip olamayacaktır. Savcı, yaptığı açıklamada tamamlayıcılık vasfına özel olarak vurgu yapmıştır. Yani ilgili devlete bu suçları ve bunların faillerini yargıla, aksi takdirde ben yargılayacağım demektedir. Somut olayda ilgili devlet İsrail’dir. Çıkaracağı yakalama emri ile UCM, isnat edilen suçlar ile ilgili İsrail bir soruşturma ve kovuşturma yürütmez ise Filistin’deki durumu sonuna kadar götürmekte ne denli ciddi olduğunu gösterecektir. İsrail’in UCM’deki tüm bu süreçleri ve yetkilileri hakkındaki yakalama emirlerini akim bırakmak adına başlatacağı sözde bir soruşturmanın ise UCM’nin yargı yetkisine herhangi bir etkisi olmayacaktır. Keza üye devletin yargılama yapmakta isteksiz olması veya gerçekten yargılama yapmaya muktedir olmaması hallerinde UCM yargı yetkisini kullanmaya devam eder.
UAD nezdinde görülmekte olan dava ve bu davada verilen pek çok geçici tedbir kararı yanında İsrail’in Refah’taki askeri operasyonlarını derhal durdurmasına karar verilmesi ve son olarak UCM nezdindeki bu son gelişme, İsrail’in uluslararası sistemdeki moral üstünlüğünü tamamen kaybettiğini göstermektedir. Tüm bunlar İsrail’in 2000’lerin sonundan bu yana Gazze’ye yönelik olarak temelsiz bir özgüven ile hareket etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu kendine güven hiç beklemedikleri bir zaman, başbakanlarının hiç beklemedikleri bir ülkede derdest edilmesi sonucunu doğurabilir. Kayıtsız şartsız arkasında duran uluslararası sistemin büyük güçlerinin bile, son zamanlardaki açıklamaları ve tutumları ile Netanyahu’yu ve İsrail’i yalnız bırakmak için fırsat aradıklarını göstermektedir.
Filistin-İsrail çatışmasında ve daha özelinde Gazze’deki çatışmalarda 7 Ekim bir milat olmuştur. Bu tarihten önce kimilerine göre birer terörist, kimilerine göre de facto bir yönetimin siyasi ve askeri yetkilileri olan Hamaslı isimler, son gelişme ile birlikte aranan birer uluslararası suçlu halini almış durumdadır. Meselenin bizi ilgilendiren tarafı, Türkiye’nin Hamas’a yaklaşımının çok daha fazla uluslararası hukuk çerçevesine oturtulması gereğidir. Yazımızda da belirttiğimiz üzere Ramallah yönetiminin başvuruyu yaparken bir ihtimal gözden çıkardığı, Arap ülkelerinin mesafeyi koruduğu Hamas’ın başlıca hamisi imajını oluşturacak tutumlardan kaçınılması gerekir. Türkiye, Rusya-Ukrayna çatışmasında masadaki başlıca aktörken 7 Ekim’den bu yana yaşananlarda denklemin hep dışarısında kalmıştır. Unutulmamalıdır ki Türkiye uluslararası sistemin bir parçasıdır ve bu sistemin kerteriz noktası, uluslararası hukuk ve onun UAD ve UCM gibi başlıca yargılama mercileridir. Bu noktadan uzaklaşmak; minderin dışına itilmek, marjinalleşmek ve sistem dışı kalmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.