Tespihin Sosyolojisi
Tespih kullanmaya başladığımdan beri bana yönelmiş eleştirinin, serzenişin, tuhaf tutum ve davranışların haddi hesabı yoktur. Bunun temel nedeni Türkiye’de solcu, seküler, laik, şehirli sosyal tabakaların tespihe yüklemiş oldukları politik anlamdır. Bu anlam elbette diğer mahallenin tespihi mülk edinmesiyle de ilgisiz değildir. Zaten başka nasıl olabilir? Toplum bir vakumlar topluluğu değil. Her şey, hatta birbirlerine en zıt olanlar bile aslında ilişkisel.
Geçen hafta Perspektif’te yazdığım “Halının Sosyolojisi” başlıklı yazıda dedemin arka odasından söz etmiştim. O yazıda halıya odaklandığım için tespihi sadece anıp geçmiştim. Bu yazıda da tespih konusuna değinmek istiyorum. Dedemin arka odasının çok özel bir kokusu vardı. Çocukluğumdan hatırladığım en önemli şeylerden biridir bu koku. Nasıl tanımlamam gerektiği bilemiyorum. Üzerinden yıllar geçti üstelik. Belki şöyle diyebilirim: Bu odada her şey ortalamanın epey üzerinde eskiydi. Oda eski kokuyordu bir anlamda. Eski halılar, eski tespihler, eski kitaplar. Bu odada dedemin, o zamanlar dendiği gibi “eski yazı”yla yazılmış kitaplarla dolu küçük bir kütüphanesi de vardı. Belki bu kitap ve yazı konusuna da ileride değinirim yine bir yazımda.
Evet oda eski kokardı ama aynı zamanda odadaki her şeyin kendine göre bir estetiği vardı. Eşya kendi içinde estetik bir evren yaratıyordu. Üçüncü defa tekrar etmek pahasına, en vurucu, dikkat çekici olan şey o tarifsiz kokuydu. Dedemin epey bir tespihi vardı ve onlar çok özel bir biçimde kokarlardı. Kitaplara, halılara göre çok daha az yer kaplayan birkaç tespih odanın kokusuna egemendi sanki. Kokunun bu kadar güçlü olması büyük ihtimalle dedemin tespihleri dönem dönem yeniden aromatize etmesi ya da ettirmesiyle ilgiliydi. Bugün hâlâ bunun imkânı var mıdır bilmiyorum. Böyle bir meslek, zanaat, malzemenin hâlâ hayatımızın içinde olduğunu pek sanmıyorum. Varsa da istisnaidir büyük ihtimalle.
Gelenekle Sorunlu İlişki
Elbette buradan hemen bir çıkarım yapabilirim. Türkiye gibi ülkelerde gelenekle ilişki niçin bu kadar sorunludur? Daha önceki bazı kitaplarımda bunu tipik bir modernleşme sendromu olarak açıklamıştım. Gelenekle ilişki modernleşme toplumlarında kişisel tecrübeleri aşar ve makro-politik bir nitelik kazanır. Belki o nedenle Türkçede modernlikle gelenek neredeyse zıt anlamlı kavramlardır. Oysa ortalama bir Avrupalının gündelik hayat tercihleri ortalama bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının benzer tercihlerinden çok daha muhafazakârdır. Elbette burada muhafazakârlığı gerçek anlamıyla kullanıyorum, Türkiye’de algılandığı anlamıyla değil. Muhafazakârlık modernliğin geleneği içermesidir.
Geleneğin, kültürün aşırı politikleşmesi dediğim bu konu hepimizin gündelik yaşamını etkilemiştir ve etkilemeye de devam etmektedir. Eşya bireysel bir tercihin, tecrübenin, zevkin, alışkanlığın sonucu olarak orada değildir sanki. Eşya otomatikman politik bir anlam kazanır. Türkiye’de cami politik bir binadır. Mezar taşı politiktir. Alfabe, kelimeler politiktir. Renkler politiktir. Halı, kilim, tespih, nargile, ince belli çay bardağı, kahve fincanı, başörtüsü, etek boyu, bıyık politiktir. Sizi kuşatan eşya, sizin politik tercihlerinizle uyumlu olmak zorundadır. Bu nedenle de etrafınızdaki eşya dünyasından sizin politik görüşünüz, hangi, partiye oy verdiğiniz hemen deşifre edilebilir. Daha önce Perspektif’te “Haysiyetin Sosyolojisi”, “Şahsiyetin Sosyolojisi” diye yazılar yazdığımı dikkatli okurlar hatırlayacaklardır. İşte bu politik kuşatma, benim zaman zaman sivillik açığı dediğim şey insanda ne haysiyet bırakır ne de şahsiyet!
Müslüman kadın mini etek giymez. Laik kadın başörtüsü takmaz. Halı, kilim köylülük; tespih sofuluk işaretidir. İnce belli çay bardağı geleneği, poşet çay modernliği çağrıştırır. Türk kahvesi yerliliktir. Café latte Batı hayranlığıdır. Bu ve buna benzer indirgemecilikler özneye nefes alacak alan bırakmaz. Her şey siyasetin konusudur bilfiil. Hatta askerileşmiştir. Bir bakıma her insanın seçimleri siyasetine uygun bir table d’hôte haline gelmiştir.
Gençliğimde turist rehberliği yaptığımı geçen yazımda belirtmiştir. O dönemde dikkatimi çeken şeylerden biri de özellikle bazı Avrupalı erkeklerin tespihe olan merakları olmuştu. Tespih hakkında benden çok daha fazla şey bildikleri aşikârdı. Ziyaret ettiğimiz şehirlerde, çarşılarda hep belli özellikleri olan tespihler ararlardı. Bulunca da büyük bir sevinçle satın alırlardı. Ben yazının başında değindiğim dedemin arka odası tecrübeme rağmen konuya onlar kadar yakın ve hâkim değildim. Tespih benim gündelik hayatımda karşılığı olan bir şey değildi. Daha sonra bir tatil esnasında Ayvalık’ın ana caddelerinde dolaşırken ellerinde genellikle siyah olan tespihlerini sallayarak dolaşan yüzlerce erkeğe rastladım. Haftanın hangi günüydü hatırlamıyorum ama, bu tespih sallayıcıları Ayvalık’ın haftalık pazarı için yakındaki adalardan gelmiş olan Yunan vatandaşlarıydı. Ardından çarşıda her köşe başında tespih satıldığını fark ettim. Bu tespihler bizimkilerden farklıydı. Zaten Yunan erkekleri tespihi Allah’ın sıfatlarını saymak için kullanmıyorlardı besbelli. Onu sadece ellerinde çeviriyorlardı. Bunu ilk gördüğümde çok şaşırdığımı dün gibi hatırlıyorum.
Bu tecrübelerle birlikte olgunlaştıkça, orta yaşlarımdan itibaren ben de yavaş yavaş tespih edinmeye, hatta biriktirmeye başladım. Bir koleksiyoncu olduğumu iddia edemem ama bir tespih tiryakisi olduğumu söyleyebilirim. Benim tespih kâinatındaki ilgi alanım şimdilik sadece andızla sınırlı. Genel olarak da sadece ağaç tespihlerle ilgileniyorum. Diğer bazı tespihlerde de öyledir ama özellikle kuru andızın kullandıkça koyulaşması, parlaması, hatta neredeyse yumuşamaya başlaması hissi beni mutlu ediyor. Evde elimin altında hep bir tespih oluyor artık. Cebimde, çantamda da tespih taşıyorum. Dindar değilim. Agnostiğim. Dolayısıyla tespihin benim için hiçbir dini karşılığı yok. O eşyayı etrafımda görmekten zevk alıyorum sadece. Bu benim şahsi, sivil, estetik, ergonomik, jimnastik tercihim!
Tespihe Yüklenen Politik Anlam
Ama tespih kullanmaya başladığımda beri bana yönelmiş eleştirinin, serzenişin, tuhaf tutum ve davranışların haddi hesabı yoktur. Bunun temel nedeni Türkiye’de solcu, seküler, laik, şehirli sosyal tabakaların tespihe yüklemiş oldukları politik anlamdır. Bu anlam elbette diğer mahallenin tespihi mülk edinmesiyle de ilgisiz değildir. Zaten başka nasıl olabilir? Toplum bir vakumlar topluluğu değil. Her şey, hatta birbirlerine en zıt olanlar bile aslında ilişkisel.
Yazıyı geçmişte birbiri ardına yaşadığım iki hatıramla toparlamaya çalışayım. Bir zamanlar sık sık Paris’e giderdim. Her gittiğimde özellikle Sorbonne ve Collège de France çevresindeki kitapçılarda ve kafelerde çok zaman geçirirdim. Collège de France’ın kapısının karşı sırasında düzenli olarak takıldığım bir kafe vardı. Bazen bir kahve içmeye, bazen bir baget sandviç veya salata yemeye, bazen de bir kadeh şarap içmeye uğrardım. Yıllar içinde tanış olduğumuz, selamlaştığımız, hatta ara sıra muhabbet etiğimiz bir garsonu vardı. Bu garsonun FKP, yani Fransız Komünist Partisi üyesi olduğu bilirdim. Bana bir gün kendisi anlatmıştı. Yine günlerden bir gün bu kafeye uğradım. Bir café allongé, yani bir tür Fransız Amerikanosu ısmarladım. Kahve geldi. Çantamdan Cohiba sigarillo paketimi ve andız tespihimi çıkardım. Sigarillomu yaktım. İçmeye başladım. Diğer elimde de tespihim vardı. Arada bir de sigarilloyu kül tablasına bırakıp kahvemden birkaç yudum alıyordum. Keyfim yerindeydi yani. Birden sözünü ettiğim FKP’li garsonun beni uzaktan süzdüğünü fark ettim. Benim fark etmemle birlikte kendisi yanıma geldi ve şöyle dedi: “Bugün pek bir kozmopolitsiniz Mösyö”.
Bu olaydan çok kısa bir süre sonra o zaman görevli olduğum Batı’ya açılan pencere lakaplı Tanzimat kurumunu üniversitesinin boğaz kenarındaki kantinindeydim. Kendime önce bir kahve aldım. Sonra gittim denize sıfır bir masaya oturdum. Çantamdan yine Cohiba sigarillo paketimi ve tespihimi çıkardım. Bir elimde tespihim, diğer elimde sigarillomla kahvemi içerken yanıma bir meslektaşım yaklaştı ve bana aynen şöyle dedi: “Dikkat et. Bu tespihle burada çok sıkıntı çekersin.”
Birbirinin tıpkısının aynısı olan iki sahneye Avrupalı komünist bir emekçiyle, sözünün ettiğim Tanzimat kurumunun zihniyet genetiğiyle gayet uyumlu akademisyeninin verdiği tepkinin farklılığını idrak ve izanınıza sunuyorum. FKP üyesine kozmopolitliğin bir parçası olarak gözüken tespih, modernleşme zihniyetinin Tanzimatçı versiyonuna büyük ihtimalle bir tür “gericilik” olarak gözükmüştür. Akademisyenin lisansı, yüksek lisansı, doktorası, önemli unvanları vardı mutlaka. Ama ben o garsona en son hangi okuldan mezun olduğunu hiç sormamıştım.