Toplumsal Barış İçin Dengeli İktidar

Türkiye’de daimîlik arz eden bir anayasa tartışması var; hemen her siyasi ve iktisadi krizde dönüp anayasaya bakılıyor. Bu itibarla önümüzdeki günlerde toplumsal kutuplaşmaya değil toplumsal uzlaşmaya hizmet eden dengeli bir iktidar arayışı çerçevesinde memleketi yine hararetli anayasa tartışmaları bekliyor.

Toplumsal Barış İçin Dengeli İktidar

Democratic Progress Institute (Demokratik Gelişim Enstitüsü – DPI), Haziran 2021’de “Türkiye’de Çatışma Çözümü ve Anayasa Yapımı”* başlıklı bir kitap yayınladı. İngilizce ve Türkçe basılan kitap, dört bölümden oluşuyor. Birinci Bölüm’de Türkiye’de iktidarın dengelenmesi sorunu, İkinci Bölüm’de Kürt meselesindeki anayasal öncelikler, Üçüncü Bölüm’de anayasa yapımında güven artırıcı adımlar ve Dördüncü Bölüm’de de çatışmalı toplumlarda kademeli anayasa yapım yöntemi konusu ele alınıyor.

 

DPI, bir toplantı serisiyle bu kitapta işlenen konuları tartışmaya açıyor. Bugüne kadar iki toplantı gerçekleştirildi. Temmuz 2021’de yapılan serinin ilk toplantısında Fazıl Hüsnü Erdem; siyasallaşmış bir etnik, dinsel, dilsel ve/veya kültürel çeşitliliği ihtiva eden kutuplaşmış ya da bölünmüş toplumlardaki çatışmaları çözüme kavuşturmak için müracaat edilen aşamalı anayasa yapımı metoduna odaklandı. İsrail, Hindistan ve İrlanda örneklerini tahlil eden Erdem; din-devlet ilişkileri veya ulusal kimliğin tanınması gibi kurucu nitelikteki tartışmalardan kaçınmak gayesiyle tatbik edilen bu metodun üç ayırt edici özelliğine değindi:

 

Birincisi, “anti-çoğunlukçuluk” ilkesidir. Çoğunlukçuluk, derin ayrılıkların olduğu toplumlarda uzlaşmaya dayalı bir anayasa yapımını olanaksız kılar. Zira azınlıkların hayatına doğrudan tesir eden ama oy çokluğu gözetilerek alınan kararlar, çatışmaları derinleştirir ve demokratik istikrarı bozar.

 

“Bu tehlikenin farkında olan anayasa koyucular, demokrasinin sadece çoğunluğun egemenliği olmadığına, özellikle anayasa gibi yaşamsal öneme sahip temel bir hukuki belgeye ilişkin verilecek kararlarda geniş kapsamlı bir uzlaşmanın gerekli olduğuna inandılar. Özellikle din-devlet ilişkileri ve ulusal kimlik konularında geniş çaplı bir uzlaşının mümkün olmadığı toplumlarda, “anti-çoğunlukçuluk”, bu kurucu nitelikli konulara ilişkin alınacak kararlarda belirsiz, muğlak ve çelişkili ifadelerin kullanılmasını ve/veya bu tür kararların gelecekteki olağan siyasi süreçlere ertelenmesini sağlar.” (s. 195)

 

Devrimle Değil Evrimle, Süratle Değil Bilgelikle

 

İkincisi, devrimci olmayan bir yaklaşımın benimsenmesidir. Geleneksel anayasa yapım yöntemlerinde anayasalar, toplumu bir bütün olarak yeniden kurgulamak için ele geçirilen tarihi bir imkân olarak düşünülür. Oysa bu yöntemde anayasa yapımı “devrimci bir an”ı ifade etmez; aksine toplumun sosyal ve siyasal değişimini hesaba katan “evrimci bir sürecin başlangıcı” olarak kabul edilir.

 

“Her üç ülke anayasa koyucusu da, anayasa yapımına devrimci ve radikal bir anlayışla değil, evrimci ve aşamalı bir algıyla yaklaştı. ‘İki bin yılda bir karşılaşılan bir fırsat’ olarak değil, bir ‘sıçrama tahtası’ olarak görüldü. ‘Sorunları zorlama’ değil, uygun koşulların oluşması için sabırlı bekleyişi ifade eden bir ‘mayalanma zamanı’ olarak değerlendirildi. ‘Aceleyle’ değil, ‘bilgelikle’ hareket etme olarak görüldü.” (s. 195)

 

Üçüncüsü ise, kararların siyasi alana aktarılmasıdır. Dini veya ulusal kimlik gibi kritik meselelerde anayasaya nihai hükümler koymak, sorunların kökleşmesine neden olabilir ve yol alınmasını zorlaştırabilir. Bu nedenle, toplumda çatışmaya sebebiyet veren konulara anayasal metinde bir nokta konmaz, sorunların çözümü anayasa yapımından sonraki olağan ve nispeten daha esnek siyasi süreçlere bırakılır. Aşamalı anayasa yapımı, bu meyanda, ani ve radikal kararlarının alınmamasını, “süratle değil bilgelikle” davranılmasını salık verir.

 

“Aşamalı anayasa yapım yaklaşımı, temel sorunlar üzerinden yaşanan çatışmaları bir an önce çözmek amacıyla, çatışmaları daha da derinleştiren ayrıştırıcı bir anayasa yapımı yerine, tartışmalı sorunlara ilişkin çözümlerin yavaş ve kademeli bir şekilde geleceğe bırakılmasını önerir. Ancak bu erteleme stratejisi, tartışmalı konuların bastırılmasını değil, sadece bir süreliğine ertelenmesini öngörür. Bölünmeye ve çatışmaya yol açan konuların çözümü, uzun soluklu kamusal tartışmaların yapılmasını gerekli kılar. Bu tartışmaların görece daha esnek ve ılımlı bir siyasal ortamda yapılması, çözüm için daha doğru bir seçenek oluşturur.”(s. 196)

 

Türkiye’de anayasa yapım süreçlerine, her zaman ve ne yazık ki, bir önceki döneme tepki gösterme duygusu rehberlik etti; anayasalarımızın hepsi bir “tepki anayasası” oldu. Mevcut sorunların gerek ortaya çıkmasında ve gerek bir türlü hal çaresine bakılamamasında, bu “tepki anayasası” geleneğinin en mühim nedenlerden biri olduğu söylenebilir.

 

Dolayısıyla yeni bir anayasayı veya mevcut anayasada değişiklik yapılmasını konuşurken, bu gelenekten sıyrılıp, devrimci değil evrimci, köktenci değil mutedil hükümleri ve hareket tarzını öneren aşamalı anayasa yapımı metodundan çıkarılan dersleri hatırda tutmak iyi olur.

 

Demokrasiden Uzaklaşma

 

Serinin bu hafta yapılan ikinci toplantısında ise Sevtap Yokuş, iktidarın dengelenmesinin toplumsal barışa olan katkısı üzerinde durdu. Türkiye’de dengeli iktidar, salt bugünün sorunu değil. 1982 Anayasası yürürlüğe girdiği andan beri bu sorunla maluldü; zira Anayasa, cumhurbaşkanına, klasik parlamenter sistem içinde düşünülemeyecek kadar geniş yetki ve hareket alanı tanımıştı.

 

2007’deki Anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği kuralı getirildi. Böylece Anayasa’da baştan itibaren var olan dengesizlik büyüdü. 2016’daki darbe teşebbüsünün ardından 2017’de Anayasa’da hükümet sisteminde değişikliğe gidildi. Adına “Türk tipi başkanlık sistemi” ya da “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen sistemle birlikte, dengesizlik de had safhaya ulaştı.

 

İktidarın mutlak gücünü artırmayı ve sivil-siyasi muhalefeti elden geldiğince etkisizleştirmeyi amaçlayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, son derece eklektik bir yapıya dayanıyor. Hemen her sistemde iktidara yarayan hangi unsur varsa, bu unsurların seçilip sisteme monte edildiği görülüyor. Bütün yetkiler tek bir odakta toplanıyor. Sistemde cumhurbaşkanını sınırlayacak herhangi bir denge ve denetleme mekanizması bulunmuyor.

 

“Günümüzde demokrasi en kısa şekliyle ‘sınırlı iktidar’ olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle bu tanımdan çok uzaklaşıldı.” (s.15)

 

İktidarı dengeleyecek birçok faktörden bahsedilebilir; kuvvetler ayrılığı, seçimle ile gelinen makamların sayısının artması, kuvvetli bir toplumsal muhalefet, bağımsız bir yargı, merkezi iktidar ile yerel iktidar arasında güç paylaşımı, geniş hak-özgürlük alanı bunlar arasında sayılabilir. Ancak Türkiye’de iktidarın dengelenmesini sağlayacak bütün bu faktörlerde ciddi bir aşınma oldu. Dengeleyici unsurlar zayıflayınca, iktidar denetlenebilir ve sınırlandırılabilir olmaktan çıktı.

 

“Olağanüstü rejim koşullarında yapılan 2017 Anayasa değişikliğiyle yürürlüğe konulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, önceki dönemlerdeki demokrasinin gelişebileceği yönündeki olumlu ortamı tersine çeviren bir etki yarattı. Bunun en temel nedeni, devlet organları bakımından demokrasinin gereği olan erkler dengesinin yitirilmiş olmasıdır. Bu durum aynı zamanda, zaten kutuplaşmış toplum yapısına çok daha büyük bir gerilim eklemiş oldu. Barışa ilişkin iyimserliği tamamen ortadan kaldırdı.” (s. 59)

 

Daimî Anayasa Tartışması

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir “hukuksuzlaştırma” ve “anayasasızlaştırma” süreci olarak işledi. Dört yıllık pratik, Türkiye’nin bu sistemle istikrarlı bir demokrasiye kavuşamayacağını ve toplumsal barışı inşa edemeyeceğini ispat etti. Hem de kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkta!

 

Hükümet sisteminin bu kadar büyük bir arıza vermesi, onu siyasetin başlıca tartışma konusu haline getirdi. Nitekim siyasi mücadelenin tarafları da hükümet sistemi tartışmalarının etrafında şekillendi. Vaktinde veya erken yapılacak bir seçimde vatandaşlar sadece iktidarı tayin etmeyecek, aynı zamanda hükümet sistemi yönünden de bir tercihte bulunacaklar.

 

Türkiye’de daimîlik arz eden bir anayasa tartışması var; hemen her siyasi ve iktisadi krizde dönüp anayasaya bakılıyor. Bu itibarla önümüzdeki günlerde toplumsal kutuplaşmaya değil toplumsal uzlaşmaya hizmet eden dengeli bir iktidar arayışı çerçevesinde memleketi yine hararetli anayasa tartışmaları bekliyor.

 

 

* Fazıl Hüsnü Erdem, Sevtap Yokuş, Vahap Coşkun ve Zeynep Ardıç; Türkiye’de Çatışma Çözümü ve Anayasa Yapımı; DPI Yayını, Londra, 2021.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.