Trump ve Şi Arasındaki Çekişme BM’in 75. Yaşına Damgasını Vurdu
Güvenlik Konseyi’nde günümüz dünyasındaki güç dağılımını yansıtacak biçimde komposizyon değişikliğine gitmek gibi olası değişiklikler bazı ülkelerin lehine olurken diğerleri için dezavantajlı olacaktır. Beklendiği gibi, kaybetmek istemeyenler böylesi herhangi bir değişikliğe engel olabilir ve olacaktır da.
BM yetkilileri büyük olasılıkla kurumun yetmiş beşinci yıl dönümünü bu şekilde kutluyor olmayı beklemiyordu. Bir yıl önce, binlerce delege, diplomat ve liderin doldurduğu bir BM Genel Kurulu salonunda özel seremoniler gerçekleşeceğini hayal etmiş olmamalılar. Ancak salgın nedeniyle, sessiz sedasız kurulduğu günden bu yana, bir yüzyılın üç çeyreğine damgasını vuran dünyanın en önemli uluslararası kurumu yıllık dünya liderler sohbetini, New York’ta web tarayıcıları ve video konferans aracılığıyla açıyordu.
Bu olay genellikle Manhattan’da trafiği alt üst eder ve adadaki otelleri tıka basa doldururdu. Çoğunlukla fiilen gerçekleşen bu olay, salgın nedeniyle devlet başkanları ve hükumetlerin önceden kaydedilmiş mesajlar aracılığıyla katıldığını gördüğümüz bir etkinliğe dönüştü. Salı günü, toplantılar başlarken, sadece New York’ta bulunan delegelerden oluşan küçük bir kalabalık BM Genel Sekreteri António Guterres’in ortak sorunlar karşısında daha büyük küresel işbirliği sağlanmasına yönelik, derin duygularla yüklü bir diğer yakarışına tanık olmak üzere salona yerleşmişti.
Guterres — bu uluslararası sistemi İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden inşa edenlerin mirasına çağrıda bulunarak — dünyanın yeni bir “1945 anı” ile karşı karşıya olduğunu söyledi. İklim değişikliği ve koronavirüs sorunlarına baş eğerek “Rehberimiz bilim olmalı ve realiteye bağlı kalmalıyız” derken, “Popülizm ve milliyetçilik başarısız oldu. Virüsü kontrol altına almaya yönelik bu tür yaklaşımlar genellikle her şeyi açıkça içinden çıkılamaz bir hale getirdi” diye ekledi.
Guterres, dünyanın en büyük iki ekonomisi ve BM sisteminin iki önemli aktörü olan ABD ve Çin arasında derinleşmekte olan ayrılığa da işaret etti: “Yeni bir Soğuk Savaş’tan kaçınmak için elimizden geleni yapmalıyız. Oldukça tehlikeli bir yöne doğru ilerliyoruz. Dünyamız — her birinin kendi ticari ve mali kuralları, internet ve yapay zeka kapasiteleri olan — en büyük iki ekonominin büyük bir yarılmaya sebep olduğu bir geleceği kaldıramaz.”
Bundan kısa bir süre sonra Başkan Trump yayına girdi ve Genel Sekreter’in endişelerini hafifletecek herhangi bir şey yapmadı. Söze başlar başlamaz “Çin virüsü”ne karşı öfkesini göstererek, “bu salgını başımıza salmış” olduğu için dünyanın Çin’i “sorumlu” tutması gerektiğini ifade etti. Çin’i dünyanın en habis kirleticisi olarak lanse etti ve her ikisi de “tek-taraflı” olan ve ABD’nin çekildiği iki uluslararası anlaşmaya – Paris İklim Anlaşması ve “berbat” İran Nükleer Anlaşması’na hakaret etti.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Trump, geçmişte BM’de ve İsviçre’nin Davos kentinde gerçekleşen Dünya Ekonomi Forumu gibi uluslararası toplantılarda da bahsedip durduğu, aynı milliyetçi konuşmaları yineledi. Trump’ın bakış açısıyla ABD, diğer tüm ulusların da yapması gerektiği gibi, dünya sahnesinde kendi menfaatlerini korumaya çalışıyordu. Amerika’nın “kuvvet aracılığıyla barış”a biçim verme kapasitesini tamamen Trump’a özgü bir üslupla hatırlattı: “Silahlarımız daha önce hiç olmadığı kadar ileri seviyede, açıkçası daha önce sahip olmayı düşünmediğimiz biçimde gelişmiş düzeyde.”
Geçen yıldan farklı olarak, Genel Kurul’da bir araya gelmiş diplomatların kafaları karıştıran sızlanmalarını duyacak yeterince büyük bir kalabalık yoktu. Ancak Trump, yönetiminin ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi önemli organlarına saldırıda bulunduğunda ve yakın ittifaklarının pek çoğunun meşru görmediği, çoğunluk tarafından alaya alınan İran’a yönelik uluslararası yaptırımlara “geri adım” çabasına giriştiği BM’de, daha önceden aşındırdığı tenha patikayı kapatamadı.
Trump’tan kısa bir süre sonra konuşan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping için ise Washington’un oldukça pervasız bir şekilde ayaklar altına almakta olduğu uluslararası düzenin koruyuculuğu rolünü oynama fırsatı karşındaydı ve bu fırsatı değerlendirdi. Konuşmasında ABD’yi ya da Trump’ı açık bir biçimde zikretmemiş olmakla birlikte, Şi tekrar tekrar İkinci Dünya Savaşı’ndan “Dünyanın Anti-Faşist Savaşı” — Trump’ın ABD’deki anti-faşist gösterileri suçlu gösterme arayışında olduğu zamanlara atıfta bulunarak – olarak bahsederken “tek taraflılık” ve “himayecilik”i alaya alarak, çok sayıda iğneleyici söz söyledi. Şi aynı zamanda, Çin’in 2060’a kadar “karbon nötr olma” taahhüdünde bulunarak, ülkesinin iklim değişikliği hedeflerini sağlamlaştırdı.
Şi, “Ekonomik küreselleşme karşısında kafayı deve kuşu gibi kuma gömmek ya da onunla Don Kişot’un mızrağı ile savaşmaya çalışmak tarihin gidişatına ters düşer” diye konuştu ve “Dünya hiçbir zaman izole olduğu zamanlara geri dönmeyecek ve hiç kimse ülkeler arasındaki bağları koparamaz.” diye ekledi.
Çin’in sempati toplama çabasının çekiciliği elbette sınırlıydı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Çin-ABD çekişmesinin BM’yi “güçsüzlüğe” doğru ittiği uyarısında bulundu. Bu düşünce olasılıkla diğer dünya liderlerince de paylaşıldı. Ancak bu gelecek şeylerin bir habercisi olabilir.
Uluslararası Kriz Grubu’nun baş BM analisti Richard Gowan Today’s WorldView’a verdiği bir beyanda “Obama ve Şi’nin 2015’te birlikte Paris Anlaşması konusunda çalışmasından bu yana BM’deki Çin-Amerika gerilimin kesinlikle son derece kızıştığını görüyoruz. Ve COVID, iki güç arasındaki gerilimi açığa çıkaran bir hızlandırıcı görevi gördü.” dedi.
“Bu Almanya ve Japonya’nın 1930larda (Milletler) Ligi’nden ayrılmasına denk değil, ABD ve Avrupalı diplomatlar Rusların halen BM Güvenlik Konseyi’nde daha büyük bir sıkıntı olduğunu söylüyorlar.” diye ekledi Gowan. “Ancak önümüzdeki birkaç yılda gerilimde daha da artış olacağını da gözardı etmiyorum ve bu oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşebilir. Trump’ın yeniden seçilmesi halinde DSÖ’den ayrılma kararının iyi bir politika olduğuna karar vermesinden ve BM’de Şi ile olan diplomatik çekişmelerin artmasından endişe ediyorum.”
Ancak BM’nin sıkıntıları bu iki çok güçlü üye arasındaki ağız dalaşının oldukça ötesine geçiyor. “Sorun şu ki dünyanın büyük çoğunluğu 75. yılında BM’nin hala amacına uygun olup olmadığını sorguluyor” diyor Uluslararası Af Örgütü’nün BM Ofisi Başkanı Sherine Tadros, Guardian’a konuşurken. “Covid analojisine başvurmak gerekirse, mesele önümüzdeki süreçte bunun üstesinden gelmek için önceden var olan, altta yatan durumların söz konusu olup olmadığı.”
Portekizli bir akademisyen ve Guterres’in eski siyasi müttefiği Maria João Rodrigues kısa bir süre önce, uluslararası düzeni daha adil ve kapsayıcı yapmak üzerine gerçekleşen online bir forumda, “Oldukça farklı bir bağlamda 75 yıl önce kurulan mevcut Birleşmiş Milletler sistemi miadını doldurmuş olduğunu ispatladı. Yeniden yapılandırmamız ve bugünün dünyasının siyasal ve sosyal kompozisyonunu yansıtmamız gerekiyor.” diyor.
Ancak BM’in yeniden yapılandırılmasına ilişkin temel eleştiriler en nihayetinde, ne Çin’in ne de ABD’nin veto kullanımı yetkilerinden vazgeçmeye istekli görünmediği Güvenlik Konseyi’nin komposizyonu ve işleyişine yöneliyor. “BM’in önemli reformu gerçekçi bir seçenek değil,” diye yazıyor Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass, “çünkü, Güvenlik Konseyi’nde günümüz dünyasındaki güç dağılımını yansıtacak biçimde komposizyon değişikliğine gitmek gibi olası değişiklikler bazı ülkelerin lehine olurken diğerleri için dezavantajlı olacaktır. Beklendiği gibi, kaybetmek istemeyenler böylesi herhangi bir değişikliğe engel olabilir ve olacaktır da.”
Bu yazı The Washington Post sitesinde yayınlanmış olup Evrim Yaban Güçtük tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız