Türk Edebiyatı mı Türkçe Edebiyat mı?
İnsan kendini nasıl tanımlıyorsa oradadır. Buradan tartışmanın bir anlamı yok. Edebiyatın da bir parçası olduğu sanat en nihayetinde evrenseldir çünkü.
Senede bir hafta açan çiçekler gibi “Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı” tartışması da mutlaka her sene bir hafta yapılır. Bu tartışmanın bütünlüklü ve kapsamlı olanlarından biri geçen sene K24’ün arşivine de girmişti.
Gelelim, sorunun cevabına.
Bu sorunun doğrudan muhataplarından biri benim, çünkü Everest Yayınları tarafından yayımlanmış iki romanım var. Kendi cevabıma geçmeden önce işin teorisini anlatmak istiyorum, çünkü sevgili Can Öz’ün bu konuda yanlış düşündüğü kanısındayım.
“Can Yayınları’nda Türkiyeli denmez Türk denir” diyor da acaba bu yayınevinin bir tasarrufu olarak görülebilir mi?
Bu cümlenin devamında da hep aynı retorik dillendirilir: İtalyan’a İtalyan, Alman’a Alman diyorsunuz da Türk’e Türk demek mi ağrınıza gidiyor?
E, Anayasa Madde 66 da orada durduğuna göre…
Objektif ve Subjektif Kimlik
Toplumlar iki türlü isimlendirilir; ya ırktan ya da topraktan alırsınız isminizi. Ve yeni doğan bir bebek, ilk kimliğini bu aidiyetine göre edinir. Doğuştan elde edilen, bir tane olan ve asla değiştirilemeyecek olan bu kimliğe “objektif kimlik” denir. Fakat kişi aklı baliğ olduğunda objektif kimliğini taşımakla beraber esas önemli olan “subjektif kimliğine” göre yaşar. Subjektif kimlik, ötekinin aksine değiştirilebilirdir.
Teoriyi basitçe aktardıktan sonra birkaç örnekle durumun ne kadar çetrefil olduğunu izah edeyim.
İtalya’da -veya Trakya’da, Fransa’da, Amerika’da, Kore’de- yaşayan herkes adını yaşadığı coğrafyadan alır. İtalyan diye bir ırk olmadığı için İtalyan demekle İtalyalı demek aynı anlama gelir. Mesela, tarihin bir aşamasında Franklar varmış, çeşitli sebeplerden ötürü yok olmuşlar ama o coğrafya adlarıyla anılır olmuş.
Tıpkı bizim Trakya gibi. Trakya’da yaşayanlar Trak değil, Trakyalıdır çünkü Traklık başkadır, ırktır, objektif kimliktir; Trakyalılıksa teritoryaldir ve subjektif kimliktir.
Yani, İtalya’da yaşayan herkes İtalyan’dır. Ama Almanya’da yaşayan herkes Alman değildir. Türkiye’de yaşayan herkesin Türk, Japonya’da yaşayan herkesin Japon, Yunanistan’da yaşayan herkesin Yunan olmadığı gibi. O yüzden de Türklük terimi kapsayıcı olmaktan uzaktır.
Mesela benim hem doğuştan edindiğim objektif kimliğim hem de akıl baliğ olduktan sonra edindiğim kimliğim örtüştüğü için Türk olmak benim için hiçbir sorun içermez. Oysa, Kürtler ve diğer halklar için durum bu kadar basit değildir. Bir insan hem Türk hem Kürt olamaz, çünkü objektif kimlik bir tanedir.
Fakat objektif kimliğin mühim olmadığını, insanın yaşamını belirleyenin subjektif kimliği olduğunu söylemiştim. Bizi bir arada tutacak terim, toplumu adlandırırken ırka değil coğrafyaya referans vermektir. Türkiyelilik hepimizin subjektif kimliği olacağı için çok kapsayıcıdır.
Türkiyelilik ve Türklük İkame Edilebilir Terimler Değildir
Sakaryalı bir Ermeni de, Çerkes de, Kürt de, Türk de objektif kimliklerini muhafaza ederek rahatlıkla Türkiyeli olabilirler. O yüzden, sevgili Can Öz’e bu noktada hiç katılmıyorum, Türkiyelilik ve Türklük ikame edilebilir terimler değildir.
Mesela ben İtalya’ya yerleşsem İtalyan olabilirim çünkü bu subjektif kimliktir ve Türklüğümle çelişmez ama Bulgaristan’a gidersem Bulgar olamam çünkü hiç kimsenin iki tane objektif kimliği olamaz.
O yüzden Batı Trakya’da yaşayan Türkler, Yunan değildir ve hiçbir koşulda Yunan olamazlar. Yunanistanlıdır hepsi ve Yunanistan Türküdür.
Türk Ermenisi olamaz, Ermeni Türkü olamaz; ama Türkiyeli Ermeniler veya Ermenistanlı Türkler olur.
Zaten biz gündelik hayatımızda farkında olmadan bu coğrafi kapsayıcılığı hep kullanırız. “Hemşerim nerelisin?” diye sorduğunuzda alacağınız yanıt Erzurumluyum, İzmirliyim, Sinopluyum vs. olacaktır. Çünkü ancak bu şekilde Sinop’ta yaşayan herkesi kapsayabilirsiniz ve biz kendimizi subjektif kimliğimizle tanımlarız.
İster Türk olsun ister Kürt. İster Macar ister Aborjin ister Boşnak… Hepsi Sinoplu olabilir.
Objektif ve subjektif kimliğin kullanımı bu kadar açık ve basittir aslında.
Yugoslavya’yı düşünün. Ne demek Yugoslavya? Güney Slavları. Sırp, Boşnak, Arnavut, Hırvat, Sloven… Hepsi kendi objektif kimliklerini muhafaza ederek Güney Slavı olabilir. Ne zaman ki objektif kimlikler subjektif kimliğin önüne geçti, Yugoslavya parçalandı.
Beraber yaşamanın yolu herkesi kapsamaktan geçer, bu da coğrafi adlandırmayla olur. Aksi takdirde, işte Yugoslavya örneği ortada, parçalandı da kaç devlet çıktı içinden.
Osmanlılık da böyledir, Kanadalılık da.
İngilizleri düşünün. Ülkenin resmî adı ne? Büyük Britanya. Niye Britanya da İngiltere değil? Tutamazsın İskoç’u, Gal’i, İrlandalıyı çünkü. Bayrağı getirin gözünüzün önüne. Hepsinin bayrağını üst üste çakmışlar. Ne olmuş böylece? Bölünmüşler mi, yıkılmışlar mı, parçalanmışlar mı? Yooo. Bilakis çok güçlenmişler, çünkü o coğrafyada yaşayan herkes bayrağa baktığında kendini görmüş. Detay gibi gözükse de toplumların yaşamında bunlar çok önemli yer tutar.
Teoriyi uzattım, edebiyata girelim.
Türkiye’deki ilk roman nedir? Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı. Şemsettin Sami Türk mü peki? Değil. Arnavut. Ama Türkçe yazmış ve Müslüman olduğu için kanonu onun romanıyla başlatmışız. Ama Osmanlı’da Vartan Paşa yirmi sene önce Akabi Hikâyesi adlı romanı yazmış. Onu ne yapacağız?
Şemsettin Sami’nin romanı Arnavut edebiyatının mı bir parçası yoksa Türk edebiyatının mı?
Hadi bu roman Türkçe yazıldığı için Türk edebiyatının parçası olsun; bu durumda şimdilik Türkçe edebiyat kavramını savunanlar kazanmış görünecek.
Vartan Paşa’nın işi daha karışık. Adam Osmanlı Ermenisi, metin Türkçe ama Ermeni harfleriyle yazılmış. Çıkın çıkabilirseniz işin içinden.
Mehmed Uzun’u nereye koyacağız? Zaven Biberyan’ı? Demek ki, ne Türk edebiyatı terimi herkesi kapsayabilir ne de Türkçe edebiyat.
Irvin Cemil Schick’in bu konuda K24’e yazdığı yazıdan bir alıntı yapayım: “Hattâ bırakın ‘Türkçe edebiyat’ demeyi, belki ‘Türkiye Türkçesi edebiyatı’ demek en doğrusu olur, bilmiyorum. Ne de olsa Azerî edebiyatı, Türkmen edebiyatı, Almanyalı Türklerin Türkçe edebiyatı vb. de var.”
Uygurların edebiyatı Türk edebiyatı içinde mi mesela? “Türkçe edebiyat içinde tabii ki!” diyorsanız da karşı çıkarım, sizce aynı Türkçe mi bu?
Cevabı gene teoride bulacağız.
Türklük ve Türkiyelilik ayrımını anlatırken bir şeyi sona sakladım. Bir kelimenin isim olarak kullanılmasıyla sıfat hali aynı değildir. Türk basını ile Türkiye basını aynı şeydir diyebiliriz, Jamanak mesela, gidip de Ermenice Türkiye basını diye konuşamazsınız. Agos’a gelince iş gene karışıyor, dört sayfası Ermenice kalanı Türkçe. Gel de tasnif et kolaysa.
O yüzden bu hususta kamplaşmak hiçbir amaca hizmet etmez. “Yerli edebiyat” görece daha kapsayıcı ama siyaseten doğruculuktan gelen bir soğukluğu olduğunu da teslim etmemiz lazım.
Yaşayan en büyük yazarımız olan Selim İleri mesela… Türk edebiyatı da, Türkçe edebiyat da, yerli edebiyat da onu sahiplenir. İnsan kendini nasıl tanımlıyorsa oradadır. Buradan tartışmanın bir anlamı yok. Edebiyatın da bir parçası olduğu sanat en nihayetinde evrenseldir çünkü.