Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri ve Yeni Yıldan Dilekler

2022 yılında AB-Türkiye ilişkileri açısından bir mucize beklememek gerekir. Türkiye ne yazık ki 2000’lerde birbiri ardı sıra çıkan uyum paketlerinde ortaya konan reform iradesini çoktan kaybetmiş durumda. Bir zamanların reform çıpası ne yazık ki artık tüm ışığını, cazibesini ve ağırlığını yitirdi.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin 2021 yılında nasıl geliştiğini kısaca tarif etmek gerekirse herhalde “hasar kontrolü” üzerinden atılan çekimser ve dengeli adımlar olarak nitelerdim.  

 

Avrupa Komisyonu’nun Türkiye raporu 19 Ekim günü yayımlandı ve insan hakları konusundaki eleştiriler bu raporda da yerini aldı. Raporlama döneminde Türkiye’nin ani ve tartışmalı bir kararla İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çıkışı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin iş insanı ve hak savunucusu Osman Kavala hakkında Aralık 2019’da almış olduğu kararına Türkiye’nin uymayı reddetmesi damgasını vurdu. Bu iki eşik değer niteliğindeki olay Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa Birliği aday ülkesi olarak kendisinden beklenen bir davranış modeli değildi elbette.

 

Türkiye bununla birlikte 2021 yılında Avrupa Birliği ile pozitif gündemini belirli koşullar altında geliştirme niyetini söylemsel olarak şu şekilde ortaya koydu: kendisiyle orantılı ve adil bir şekilde etkileşimde bulunulması. Bu çerçevede Türkiye, Avrupa Birliği’nin birçok kritik araştırma programında yer almaya devam etti; AB’den birçok üst düzey yönetici Türkiye ziyaretinde bulundu. Akabinde Türkiye AB’nin Dijital Covid-19 Sertifikası sistemine dâhil edildi. AB, Türkiye’deki Suriyelilere mali yardımlarına devam etme kararı verdi. Tüm bu adımlarda dikkat çekici özellik ise, AB-Türkiye arasında teknik konularda işbirliği alanları açılması ama tabir-i caizse “sıcak patateslerden” mümkün mertebe uzak durulması, siyasi önceliklerin kısa vadeli çıkarlar üzerinden ele alınması oldu.

 

Teknik Konularda Yakınlaşma

 

30 Kasım günü Avrupa Komisyonu’nun sağlık ve gıda güvenliğinden sorumlu komiseri Stella Kyriakides, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile AB-Türkiye kamu sağlığı konusunda ilk yüksek düzeyli diyalog toplantısını gerçekleştirdi. Pandemiyle mücadele başta olmak üzere sınır-ötesi sağlık tehditlerini önceliklendirecek şekilde, kanser tedavisinden akıl sağlığının korunmasına dek AB ve Türkiye arasında işbirliğinin nasıl güçlendirilebileceği görüşüldü. Ekonominin ve siyasi kutuplaşmanın gidişatına bakılırsa akıl sağlığının korunması konusunun giderek öncelikli bir işbirliği alanına dönüşmesi gerekecek olsa da artık sağlık alanındaki temasların iki taraf arasında teknik düzeyde komiteler üzerinden devam etmesine karar verildi.

 

Öte yandan, 2 Aralık günü Avrupa Birliği Türkiye’ye pandemiden etkilenen mültecilerin acil ihtiyaçlarını karşılamada aylık nakit desteği olarak kullanılmak ve 2023 yılı başına dek geçerli olmak üzere 325 milyon Euro değerinde ilave bir yardım programı açıkladı. Bu, şu ana dek Avrupa Birliği tarihinin en büyük insani yardım programı olup dünyanın da en büyük insancıl nakit destek programı olarak tarihe geçti.

 

Bu süreçte elbette Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin konumuna reelpolitik çerçeveden bakması ve bölgedeki çalkantılar karşısında Türkiye’nin jeopolitik önemi üzerinden ilişkilerin normalleştirilmesi etkili oldu. Ne de olsa Suriyeli ve Afgan mültecilerin durdurulmasında Türkiye bir tampon ülke olma rolünü koruyordu. Türkiye’nin de göçmenler için AB’den mali yardım alması ve yabancı yatırımcıların gözünde ekonomiyi canlandırması önemliydi. Avrupa Komisyonu Türkiye’yi tamamen ötekileştirmeden, nereye gittiğini anlama, anlamlandırma, bu esnada da kendi varoluşsal tehditlerini Türkiye ile işbirliği üzerinden yönetme arayışı içerisinde. Bu süreçte de tam üyelik perspektifi her iki tarafın da elinde oyuncak olmuş durumda.

 

Oysa bu anlayışı yasama gücü olan Avrupa Parlamentosu kabul etmiyor ve 2017 yılından beri Türkiye’deki demokratik gerileme sebebiyle katılım sürecinin askıya alınmasını öneriyor. Ancak bu konuda bir karar alıcı olmadığı için onun da bir müeyyidesi yok. Parlamento en son olarak Mayıs ayında kritik bir Türkiye raporu daha kabul etti ve “AB değerleri ve standartlarıyla arasına mesafe koyması sonucu ilişkilerde tarihsel bir dibin görüldüğü” Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini askıya alması çağrısını yineledi. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, rapor, Ankara tarafından sert bir dille reddedildi.

 

“Hasar Kontrolü” Yaklaşımından Nereye Doğru?

 

Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin 2022 yılında AB’den talepleri çok fazla. Karşılığında AB’nin hangi kritik talebini karşılayacağı ise şimdilik meçhul. Türkiye, önümüzdeki yıl AB’nin Türkiye’deki sığınmacılara dair 18 Mart Mutabakatı’nı güncellemesini, katılım sürecine ivme kazandırmasını ve vize muafiyetinde ilerleme sağlanmasını talep ediyor. Dolayısıyla, 2021 yılına damgasını vuran “hasar kontrolü” yaklaşımı, AB-Türkiye ilişkilerinde karşılıklı taleplerin dile getirilmesi ve kartların daha açık oynanması şeklinde evrilebilir.

 

Bununla birlikte Avrupa Birliği’nin de Türkiye’ye nasıl bir ilişki modeli önereceği konusunda kafası karışık. Mevcut şartlar ve Türkiye’nin hazırlık durumuna bakılırsa, onu henüz üye olarak görmek istemeyen Brüksel’de, daha ziyade NATO bağı olan “üçüncü bir ülke”yle stratejik ilişki geliştirme arzusu göze çarpıyor.

 

 

Öte yandan, Avrupa Komisyonu, Genişleme Müzakereleri ve Komşuluk Politikası Genel Direktörlüğü bölümünde Türkiye’nin yeri Ortadoğu ve Kuzey Afrika birimine kaydırdı. Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri konusunda yıllardır Brüksel kulislerini takip etmekte olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Brüksel temsilcisi Kader Sevinç, bu durumu şu sözlerle açıklıyor: “Zaten AB fonlarını büyük oranda kesilmiş ve göç konusuna yönlenmişken, atılan bu adım AB’nin artık Türkiye’ yi birliğe namzet bir ülke olarak görmekten uzaklaştığını ortaya koyan somut bir göstergedir.”

 

Bu açıdan, Sevinç’in de kaydettiği gibi bir süredir AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu’nun toplanmaması, ilişkilerin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri. Zira, Avrupa Parlamentosu ve TBMM’de temsil edilen siyasi gruplar arasında eşit temsilli olan bu komisyon önemli bir istişare platformu idi. 1966 yılından beri devam eden toplantıların en sonuncusu 19-20 Aralık 2018 tarihlerinde Ankara’da yapıldı. Son olarak Kasım sonunda Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi, 40. toplantısını İzmir’de gerçekleştirdi ve sosyal tarafları bir araya getirerek iklim krizi, Yeşil Mutabakat, göçmen konularını ele aldı.

 

Uzmanlar ise yeni yılda ilişkilerin teknik seyrinin devam edeceğini, bu esnada da masaya birkaç parlak “havucun” ileri sürüleceğini öngörüyor. Bu çerçevede, AB Konseyi’nin Komisyon’a yetki vermesi ve Türkiye’nin tam üye olacağı varsayımı üzerinden hazırlanan ancak artık güncelliğini yitirmiş olan Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna dair teknik görüşmelerin başlaması muhtemel.

 

Öte yandan, Avrupa pazarına satılan ürün ve hizmetlerin karbon salımının belirlenmiş standartlara göre düzenlenmesini öngören Yeşil Mutabakat konusu yeni dönemde özellikle Türkiye’deki ihracatçı şirketler açısında gündeme gelecek ve AB’nin Türkiye’yi bu alanda harekete geçirme çabaları, sınırda karbon düzenlemesi gibi uygulamaların da etkisiyle ilişkilerde ana konulardan biri olarak öne çıkacak. Bu eğilim, 2022’de daha da hız kazanabilir.

 

Ancak örneğin Alman Uluslararası ve Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü bünyesinde CATS’ta IPC-Stiftung Mercator araştırmacısı olan Dr. Kadri Taştan’a göre, “Türkiye’de seçimler yaklaştıkça daha yoğun bir kutuplaşma ve ağır bir politik ambiyans söz konusu olabilir. Almanya’da Angela Merkel’in dengeleyici rolü artık olmadığı için Birlik nezdinde Türkiye’nin “koruyucu meleği” olan bazı ülkelerdeki zemin kayabilir. Öte yandan Fransa 2022’de seçimlere gittiği için Türkiye’ye dair retorik sertleşecek. Zira seçimlerde iki tane çok güçlü aşırı sağ adayın gündem maddeleri arasında göç, güvenlik ve İslam karşıtlığının yer alması şaşırtıcı olmayacak, Türkiye’yi araçsallaştırmaya yöneleceklerdir. Tüm bunlar, AB-Türkiye ilişkilerini önümüzdeki dönemde gerebilir.”

 

Üyeliğe Destek Var Ama İnanç Yok

 

Bu sene Alman Marshall Fonu’nun gerçekleştirdiği Türkiye’deki AB kamuoyu algısı araştırmasına göre, gençlerde ve toplumun genelinde AB üyeliğine dair güçlü destek varken yüzde 40’lık kesim tam üyeliğin ihtimaline dahi inanmıyor. Uzmanlara göre bunun ardında Türkiye’de süregiden AB-karşıtı söylemler ve demokratikleşme gerekliliklerinin popülizme kurban gitmesi olduğu kadar Brüksel’in de Ankara ile olan ilişkilerini normatif düzlemde geliştirme şevkini yitirmesi ve tabir-i caizse Türkiye üzerinde 2000’lerin ortalarına kadar olan dönemde “Demokles’in kılıcı” işlevini artık yitirmesi yer alıyor.

 

AB uzmanı Sevinç’e göre bu süreç aslında birbirini besliyor: “Türkiye’de yeni bir Avrupa atılımımın mimarı olacak, dünyayı iyi okuyan ve her alanda ileri diyebilecek bir zihniyet değişimin gerçekleşmesi AB tarafında da belli değişimleri tetikleyecektir” diyor Sevinç.

 

2022 yılında AB-Türkiye ilişkileri açısından bir mucize beklememek gerekir. Türkiye ne yazık ki 2000’lerde birbiri ardı sıra çıkan uyum paketlerinde ortaya konan reform iradesini çoktan kaybetmiş durumda. Öyle ki, bir zamanlar Türkiye ile “stratejik ortaklık” önerileri getirildiğinde bunu bir hakaret olarak algılardık ve yer yerinden oynardı. Türkiye’deki demokratik işleyiş ve hukuk devleti konusunda bazı AB ülkelerinin münferit olarak dillendirdikleri eleştiriler ise Birlik düzeyinde bir endişe yaratıyor görünmüyor. Bir zamanların reform çıpası ne yazık ki artık tüm ışığını, cazibesini ve ağırlığını yitirdi.

 

Yeni yıl, umut demek, yeni hedefler ve hayaller demek. Ama bunun için de güçlü bir motivasyonun sağlanması demek. Yeni yıldan dilekler dilemek, insanları da ülkeleri de yaşama bağlayan bir uğraş. Bu senenin –hayal bu ya- Avrupa Birliği-Türkiye yılı olması için de karşılıklı güvenin yeniden tesisi ve bunun için de sadece karar alıcılar arasında değil toplumun her seviyesinde, özellikle de sivil toplum kuruluşları arasında, üniversiteler arasında, en önemlisi de gençler arasında iletişim ve diyalog geliştirilmeli. Ne güzel demiş Albert Einstein: “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere.”

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.