Türkiye Seçime Giderken İktidar ve Muhalefetin Görünümü

Önyargıların bizi kendi hapishanelerimize sıkıştırdığı, algılarla yaşayarak olgusal gerçeklikten uzaklaşmamıza yol açan düzenin zincirleri, artık yeterince işlev görmüyor. Siyasi kutuplaşma çözülmemiş olmasına rağmen aşağıda bunun dışında herkesin birbiriyle ortaklaştığı bir süreç yaşanıyor. Muhalefetin veya iktidar alternatifi olanların da toplumdaki değişim ve dönüşümü kavrayan, ihtiyaçları tespit eden bir siyaset tarzıyla halkın huzuruna gelmesi gerekiyor.

Türkiye Seçime Giderken İktidar ve Muhalefetin Görünümü

Türkiye’de toplumun siyasal süreçlere, özellikle de seçimlere duyarlılığı, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak şekilde yüzde 85-90 gibi yüksek oranlara ulaşabiliyor. Bu durumu vatandaşın seçimden çok geçim sorununa, dolayısıyla ekonomi başlığına ve gündelik yaşamına ilişkin gelişmelere aktif katılımı olarak yorumlayabiliriz.  

 

Bugünlerde özellikle seçmenin sosyal tercihleri ve duruşları açısından bakıldığında “kamplaşma ve kutuplaşma”nın siyasette bir kilitlenme hali ortaya koyduğunu, ancak bunun Türkiye insanı ve geçirdiği toplumsal değişim açısından durumu açıklamaya yeterli olmadığını ifade etmek istiyorum.

 

Öncelikle 12 Eylül askeri darbesi sonrası oluşan siyasal tablonun bugüne kadar geldiği zaman dilimini tahlil etmeye çalışırsak; seçmen veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tercihlerinde iki ana anahtar kelimenin etkili olduğunu söylemek gerekiyor. Reformizm ve ilerlemecilik (ekonomik genişleme, pastadan pay alma, refah, alım gücünde yükselme olanaklarının artması, demokratik hak ve özgürlüklerin genişlemesi vb.).

 

Darbeci zihniyetin seçmenin önüne koyduğu bir nevi “Tutucu- Statükocu-Muhafazakâr” zihniyete karşın ANAP tercihi, bu anlamdadır. Sonraki süreçlerde seçmenin (vatandaşın) tercihleri de bu çizgiyi ifade eden, hatta SHP-DYP, Refah Partisi, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla oluşan milliyetçi dalgada DSP-MHP’nin yükselişi hariç, sonrasında AK Parti ile sonlanan tercihi de bu bakış açısının sonucudur. Seçmenin oluşturulan kamplaşma-kutuplaşma ortamına rağmen tercihlerini seçenek olarak ilerlemeci-reformist çizgiden yana yaptığı gerçekliği son 40 yılın siyasal sonuçlarının neredeyse özetidir.

 

Bugünkü seçmen tavrının bunu açıklamaya yetmediği yönünde eleştiriler yapılabilir. Ancak bunun da eksik bir değerlendirme ile seçmenin bu arayışına uygun adresi bulamaması sonucu ortaya çıktığını düşünüyorum.

 

AK Parti: Tutucu ve Statükocu Siyaset Hattı

 

AK Parti bu arayışa cevap vermekten uzaklaşan bütün siyasi partilerin aksine daha fazla demokrasi, özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması, Avrupa Birliği hedefi, herkesin yaşam tarzına saygı, insan hakları ve barış, toplumsal ilerleme ve ekonomik gelişmişlik gibi toplumdaki bu damara nüfuz eden söylem ve eylemleri ile tercih edilir hale geldi. Buna uygun siyaset tarzı ve açılımları ile oyunu da artırarak yaklaşık 10 yıl boyunca bu hat üzerinden iktidarını tahkim etti. Anılan yaklaşım ve pozitif algı iktidara olan desteği genişleterek liberallerin, kent soyluların, hatta büyük şehirlerde bu partiye en uzak kesim olan Alevilerin bir kısmının oyunu alması sonucunu doğurdu.

 

Kaldı ki Türkiye siyaseti bugün kimlikler siyasetine sıkışmış olsa da, seçmen tercihlerini genel olarak böyle şekillendiriyor diye bir sonuç üretiliyorsa da, Türkiye insanının heterojen bir kimlik edinimi içinde olduğu birçok araştırma ve sosyolojik çalışmada ifade ediliyor.

 

Büyük bir çoğunluğunun; kendisini hem Atatürkçü hem dindar, hem laik hem muhafazakâr, hem milliyetçi hem reformist olarak tanımladığı gerçekliği toplumun kendisini harmanladığını ve ortak değerler üzerinden bir kimlik edinimi içinde olduğunu gösteriyor. Medeniyetler ve uygarlıklar coğrafyasının son sahibi olan Türklerin siyasal kutuplaşmadaki çözümsüzlüğe rağmen, gecikmiş bir modernleşmenin oluşturduğu etkileşim ile toplumsal katmanları, kimlikleri ortaklaşa bir duyguya doğru yönlendirdiğine ve gelecekte millet ya da vatandaş olma arzusuyla Kürt veya Alevi meselesi gibi konuların çözümünde bu değişimin katkısının büyük olacağına inanıyorum. Toplumun büyük bir çoğunluğunun ortak paydasının bugünlerde yapılan araştırmalarda kurucu kimliği nedeniyle Atatürk olması da buna işaret ediyor.

 

2011 referandum süreci ve sonrasında yaşanan 17-25 Aralık, Gezi ve 15 Temmuz darbe kalkışması, Kürt sorununda demokratik açılım sürecinin kapanması gibi gelişme ve olaylar iktidarın denge, yaklaşım ve sorunlara pozitif çözüm üretmeye ilişkin fabrika ayarlarını bozdu. Öte yandan içe kapanma, güven duygusunu kaybetme, istişare ve tartışma kültürünü ortadan kaldırma, otoriterleşme ve tek adam yönetimi, ayrışma ve kamplaşma, “Beka” ve devletin güvenliği, hukuk ve adalet duygusunun zedelenmesi, hatta hukukun siyasal iradenin etkisine girmesi, ifade özgürlüğünün baskı altına alınması, tek sesli medya ve basın yoluyla gerçekten uzaklaşma ile birlikte ekonomide yaşanan ve vatandaşa olumsuz anlamda yansıyan sıkıntılar AK Parti ve Erdoğan için siyasette “tutucu-statükocu” bir hattın oluşması diye ifade edebileceğimiz sonucu doğurdu.

 

AK Parti ve Erdoğan, 2015 Haziran ve 2015 Kasım’ında oluşan sonuçların doğal sonucu olarak getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile güvenlikçi ve otoriter arayışlara uygun yeni ittifak ortakları MHP-BBP ile birlikte iktidarını devam ettirme yolunu buldu.

 

Muhalefet: İkna Edilmeyen Seçmen

 

Tabii ki bu tablonun böyle devam etmesinin en önemli sebebi muhalefetin (fazlasıyla CHP’nin) seçmenin önüne Türkiye’nin sorunlarını çözmek konusunda umut vaat eden bir reformist ve ilerlemeci proje-program koyamamış olmasıdır. Cumhuriyet’in kurucu partisi, şimdiki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle “Türkiye’nin en tutucu-statükocu-muhafazakâr partisi”nin, “partiyi yönetmek ülkeyi yönetmekten zor” denilen siyasal çizginin siyasal iktidarla yarışının Atatürkçülük, laiklik ve yaşam tarzı eksenine indirgenmiş olması nedeniyle toplumda geniş karşılığının olacağını düşünmek zaten çok iyi bir niyetli yaklaşım olacaktır.

 

Seçmenin yaşadığı bütün sorunlara ve sıkıntılara rağmen 2015’lerden bu yana zoraki sürdürdüğü iktidar seçimi-açmazı, 2019 yerel seçimlerinde Erdoğan karşıtlığı (bir nevi nefreti) üzerinden muhalefete (onun öncüsü CHP’ye) büyük bir başarı kazandırırken, yine yapılan yanlış veya eksik değerlendirmeler nedeniyle muhalefeti politika üretmekten uzaklaştırdı.

 

Evet, zaman zaman CHP’nin başörtüsü konusundaki olumlu tavrı, emekliye iki ikramiye, Ayasofya’nın ibadete açılmasına karşı çıkmama, asgari ücret, helalleşme vb. önerileri ve duruşu toplumda pozitif algı oluştursa da ülkenin yönetilmesi konusunda seçmen nezdinde umut veren bir dalga ortaya çıkmadı. Türk insanının değişim, ilerleme ve reform isteğine uygun bir programın CHP’nin seçmenle buluşmasını sağlayacak veya iktidar alternatifi olduğunu gösterecek şekilde konulduğuna ilişkin ne bir olgusal durum ne de algı oluştu.

 

Muhalefet denklemine CHP’nin, büyük ölçüde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazandırdığı İYİ Parti açısından da bu konuda aynı değerlendirmeleri yapabiliriz. Milliyetçi bir damardan gelen, Türklük ülküsü üzerine siyaset inşa etmeye çalışan, zorunlu ayrışma ve ayrılmanın sonucu olarak ortaya çıkan İYİ Parti genel başkanı, saha ziyaretleri ve haftalık grup konuşmaları ile seçmen nezdinde bir pozisyon edindi. Ancak Türkiye’nin sorunları ve açmazları konusunda somut proje ve program ortaya koyamaması nedeniyle gerekli sıçramayı yapamıyor. Partinin genel yapısı ve organizasyonu incelendiğinde her ne kadar bazı küçük değişiklikler yapılsa da Türk Milliyetçiliği diye MHP’den miras alarak yürüdüğü zeminin bütün toplumu kucaklayacak, merkeze oturacak bir siyasal organizasyona dönüşme ihtimali kısa dönemde mümkün görünmüyor. Kaldı ki oy aldığı seçmen kitlesinin yapısı incelendiğinde İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Karadeniz bölgelerinin milliyetçi-muhafazakâr-sağ-dindar seçmen nezdinde fazlaca bir karşılığının olmadığı; daha çok Ege, Akdeniz, Marmara bölgesinin yaşam tarzı itibarıyla çağdaş ve modern, Atatürkçü-laik-ulusalcı seçmeni üzerinden bir oy potansiyeli oluşturduğu açıkça görülecektir. Bu da aslında CHP’nin oy potansiyeli olarak kendisini yukarılara taşıyacak seçmen kitlesinin İYİ Parti’ye bırakıldığı anlamına geliyor. İYİ Parti bu haliyle konjonktürün ortaya çıkardığı tabloda belli bir oy potansiyelini yakalamış olsa bile, reform ve ilerleme merkezli seçmenin gelecek şekillenmesi içinde şimdilik yer almıyor.

 

AK Parti’nin istişare, tartışma ve uzlaşma kültürü ile birlikte oluşturduğu kolektif bakış açısının ürünü olarak parti içinde bilgi, birikim, liyakat, eğitim, siyasi deneyim ile yer edinmiş olan kadroların, tek adamlık-her şeyi bilen lider atmosferinin yerleşmesiyle kimlik problemi yaşayarak teker teker partiden dışlanmasıyla başlayan süreç başka arayışları doğurdu. Her ne kadar dünyanın geçirdiği dönüşüm, ayrışma süreçleri ve pandemi ile başlayan ekonomik sıkıntı ve sorunların neden olduğu açmazlar genel olarak problematik bir durum ortaya çıkarmış olsa da bunlara tek adamın verdiği cevapların ve çözümlerin geçersizliği, etkisizliği veya eksikliği nedeniyle seçmende oluşan uzaklaşma ve soğuma, aynı seçmen kitlesine hitap edecek başka siyasal yapıların ortaya çıkmasına neden oldu. Aynı gelenekten gelen Saadet Partisi’nin dışında, DEVA, Gelecek ve Yeniden Refah gibi partiler, bu arayışların sonucunda kuruldu.

 

Ancak, AK Parti’nin kuruluşu ile birlikte kendi sürecine eklediği diğer seçmenlerin de harmanlanmasıyla oluşan ve bugün hâlâ; özellikle ekonomik sorunlar, hayat pahalılığı, enflasyon, döviz darboğazı ve işsizlik ile birlikte açlık-yokluk-yoksulluk tartışmalarının yeniden fazlasıyla seslendirildiği bir tabloda çoğunlukla tercihini bu partiden yana yapmış alt ve orta sınıfların oluşturduğu seçmen kitlesi, bu kökten-gelenekten gelen partileri tercih etmek yerine kamuoyunda herkesin mutabık olduğu şekilde ya kararsız olmaya ya da AK Parti’ye kerhen de olsa destek vermeye devam ediyor.

 

Anlaşılan o ki bir kısım seçmen oluşan siyasal tabloda kendini rahatlatacak “kurtuluş reçetesini” sunacak veya geleceğe dair “umut verecek” veya çıkış için “güven atmosferi” oluşturacak bir merkez, lider ya da kolektif irade görmüyor. Her ne kadar seçmenin yine tüm kamuoyu araştırmaları ve algısına göre %50’nin üzerindeki kısmının AK Parti ve Erdoğan’dan uzaklaştığı gerçekliği önümüzdeki dursa da, muhalefetin ilerleme-değişim-dönüşüm konularında topluma ve ülkeye bütünlüklü bir gelecek projesi sunmaması nedeniyle seçimle birlikte ortaya çıkacak tablonun bir açmaz sunacağı konusundaki endişeler de güçleniyor. 

 

HDP: Demokrasi, Özgürlük, Hukuk Ekseninde Kürt Meselesi

 

Kürt sorununun doğal yansıması olarak ortaya çıkmış siyasal organizasyonların demokratik anayasal ve yasal zemindeki partilerden sonuncusu olan HDP’nin durumu, bu tabloyu ve açmazı bir nevi içinden çıkılmaz hale getiriyor. Siyasal kadrolarının neredeyse hepsi ya kapalı ya da yarı açık cezaevinde siyaset yapamaz, sokağa çıkamaz hale getirilerek kriminalize edilmiş olan HDP’nin, bunun sorumlusu olarak Erdoğan ve iktidarını görmeleri ve hedef almaları nedeniyle özellikle yerel seçimlerde büyükşehirlerde muhalefete vermiş oldukları destekle seçim sonuçlarını değiştirdikleri de görülüyor. Bunlar göz önüne alındığında oluşacak siyasal tabloda HDP’nin bugün değilse bile yarın en önemli aktörlerden birisi olacağı kesin gözüküyor. Bugün gelinen noktada İHA’lar, SİHA’lar, teknoloji ağırlıklı terörle mücadele yöntemleri ile PKK’nın dağ kadrolarının neredeyse bittiği, yeniden aynı yöntemlerle güç kazanma olasılığının ortadan kalktığı gerçekliği karşısında, Kürt sorunu merkezli tartışmaların demokrasi-özgürlük-hukuk ekseninde TBMM’de konuşulacağı ya da bu yönde arayışların ana hattının merkezinde Meclis’in olacağı konusunda öngörü ya da beklentide bulunmak, sorunun ve çözümün karmaşık-karışık-kaotik yapısına rağmen gerçekçi bir tespit olacaktır.

 

HDP karşıtlığı-düşmanlığı üzerine oturan bir siyasal iktidar-ittifak ve Erdoğan’ın ısrarla devam ettirdiği bu durum; dindar muhafazakâr Kürt seçmen yanında büyük şehirlerde yerleşik Kürt seçmeni de dahil HDP’ye oy veren seçmende, psikolojik-sosyolojik-siyasal baskılanma sonucu bir kitlenme hali oluşturdu. Bu durum ne olursa olsun ‘kimlik problemi’ ve ‘dışlanma-ötekileştirme’, ‘aidiyet duygusu’ ile birlikte kendini ifade etme aracı olarak gördüğü HDP’ye veya kapatılması halinde ikame edecek partiye oy verme eğilimini güçlendirdi. Bu nedenle oylarında herhangi bir düşme olmayacağı, hatta bir miktar artabileceği yönündeki tespitlerin de gerçekçi olduğu kanaatindeyim.

 

MHP: Daralan Seçmen Kitlesi

 

Siyasal iktidara eklemlenen ve onun küçük ortağı gözüken MHP’nin ve lideri Devlet Bahçeli’nin durduğu hattın yasakçı, totaliter olduğu, hatta muhalif bütün yapıları ve kurumları kapatmaya varan söylemlerle kendi seçmen kitlesinden bile uzak bir yerde bulunduğu söylenebilir. MHP’den istifa eden ülkücü hareketin önemli figürlerinden Gün Sazak’ın oğlu Süleyman Sazak’ın “Türk milliyetçisinin yegâne hassasiyeti bölücü terör mü? Dilimiz, töremiz, ahlakımız, estetiğimiz, ekonomimiz yok ediliyor ne gam” sözleriyle ifade ettiği üzere gündelik siyasetini sadece HDP karşıtlığı, düşmanlığı üzerine kurması ve ülkenin gündeminde terör mevzusunun ekonomik sorunların büyüklüğü ve derinliği karşısında son sıralarda yer almasıyla bugün gelinen noktada MHP’nin en dar seçmen kitlesine gerilediği konusunda da yine kamuoyunda ortak bir kanı mevcut.

 

Alternatif Siyaset İçin Öneriler

 

Seçimlerin zamanında, yani 2023 Haziran’da yapılacağı öngörüsünde bulunursak, seçime değilse de seçim atmosferine girilmesine veya yasal sürecin işleyişine 1 yıl kaldığını söyleyebiliriz. İktidarın özellikle ekonomi düzleminde can yakıcı sorunlarla baş başa kaldığı, çözüm üretmekten uzaklaştığı, siyasetini hamaset söylemine sıkıştırdığı, geçmiş öyküsü ile yetinip gelecek umudu vermediği, eleştiri ve ifade özgürlüğünün yargı sopası ile baskılandığı, hukuk ve adalet duygusunun ortadan kalktığı, yokluk-açlık-yoksulluk içindeki kendi seçmenine güven veremediği, yolsuzluk ve adam kayırmanın artık olağan hale geldiği, siyasetin yandaşlığa indirgendiği, dini duyguların istismar ve siyasete alet edildiği, siyasetin üslubunun küfür-hakaret ve parmak sallamaya indirgendiği; kısa ve öz cümle “Siyasal iktidarın ülkeyi yönetemez hale geldiği” bu tablonun doğal sonucunun alternatif olana ve muhalif partilere yönelmesi gerekir.

 

Oysa elimizdeki veriler böyle bir sonucun şimdilik ortaya çıkmadığını gösteriyor. Her ne kadar muhalefeti oluşturan siyasal partilerin oy oranının tüm kamuoyu yoklamalarında en az %50’nin üzerinde olduğu görülse de geniş toplumsal kesimler açısından ülkenin kim, kimler tarafından, nasıl yönetileceği sorusu önümüzde duruyor.

 

Bugün muhalefetin ortaklaştığı ve uzlaştığı tek noktanın “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” olduğu, bu anlamda tek adam rejimine, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ve dolayısıyla Erdoğan karşıtlığına oturduğu herkes tarafından kabul ediliyor. Kaldı ki muhalefetin siyasetini iktidar karşıtlığına, tek adam rejimine ve onu temsil eden Erdoğan pratiğine yöneltmesi siyasetin doğası gereği hem normal hem de gereklidir. Ancak gelecek 5 yılın yönetme erkine talip olmak bir proje, program; çözümü ve umudu birlikte sunan, inandırıcı bir siyasal söylemle mümkün olabilir. Bütün sorunların ana kaynağının kurumsal akıl ve mekanizmaları yok eden tek adam rejimi olduğunu söyleyerek Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçişle her şeyin düzeleceğini ifade etmek hayalci bir yaklaşım olduğu gibi bunun toplumsal karşılığı da yoktur.

 

Elbette ki Türkiye’nin sistem, yönetim, hukuk, adalet, yasama-yürütme-yargı erklerinin bağımsızlığı, kurumsallaşma, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, demokrasinin işletebilmesi, temel hak ve özgürlüklerin tanımlanması gibi anayasal ve yönetsel sorun ve sıkıntıları dağ gibi önümüzde duruyor. Pansuman tedavileri ve geçici düzeltmelerle hasıraltı ettiğimiz bu tablonun çözümü için ortaklaşılması, çalışılması ve anlaşmaya varılması, farklı toplumsal kesimleri, toplulukları ve kimlikleri temsil eden siyasal partilerin bu konularda mutabakata varmaları, gelecek açısından anlam ve umut vaat ediyor. Bu tespitten hareketle muhalefetin enerjisini harcayacağı alanlara ilişkin başka belirlemeler de yapılabilir.

 

Geçerliliğini Yitiren Kamplaştırıcı-Kutuplaştırıcı Siyaset

 

Geldiğimiz noktada bir başka umut verici durum ise aslında kurucu rejimin oluşturduğu, toplumu kimlik siyasetine hapsederek yönetme konusunda sürdürdüğü, bugünlerde en çok AK Parti’nin ve dolayısıyla Erdoğan’ın kullandığı kutuplaştırıcı-kamplaştırıcı siyaset tarzının artık gerçekliğini yitirmeye başlamış olmasıdır. Kürt sorunu nedeniyle HDP hattına sıkışmış kimlik eksenli siyasetin bugünkü durumu istisna olmak üzere; dünün İslamcıları, dindarları bir yere; laikleri, Atatürkçüleri bir yere; milliyetçileri bir yere; muhafazakâr, merkez sağı bir yere hapseden ve bunların birbirleriyle temasını ve birlikteliğini engelleyerek kendi kurduğu düzeni devam ettiren devlet geleneği artık ömrünü tamamlıyor. Bugün CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi’ni bir araya getiren ve ortaklaştıran durum, seçim ittifakı ya da Erdoğan karşıtlığının ötesinde anlamlar da içeriyor; birbirini anlama, uzlaşma konusunda önemli sonuçlar doğuruyor.

 

Bir diğer umut verici hal ise her ne kadar geç, çarpık ve sorunlu olsa da kentleşme ile birlikte ortaya çıkan durumdur. 60-70’li yılların kent köyleri bugün gelinen noktada kentsel dönüşüm projeleri, apartman kültürü, geniş aileden çekirdek aileye geçiş, kimlik-mezhep-memleket-etnik köken-aşiret-cemaat-tarikat üzerine oturan ilişkilerin alanının daralması, birey ve ben olma duygusunun yerleşmesi, farklı olanla bir arada yaşama zorunluluğu, kendi dışındakileri anlama, uzlaşma ile ortak noktalarda anlaşma duygusu, herkesin yaşam tarzına ve dünya görüşüne saygı duyma ihtiyacı, toplumda kendiliğinden ve zamanla oluşan “bu memleket hepimizin” algısını güçlendiriyor. Önyargıların bizi kendi hapishanelerimize sıkıştırdığı, algılarla yaşayarak olgusal gerçeklikten uzaklaşmamıza yol açan düzenin zincirleri, artık yeterince işlev görmüyor. Siyasi kutuplaşma çözülmemiş olmasına rağmen aşağıda bunun dışında herkesin birbiriyle ortaklaştığı bir süreç yaşanıyor.

 

Buraya kadar ifade ettiğimiz hususlar alternatif siyaset için bugün ülkemizde göz önünde bulundurması gereken ana başlıklar olarak konulmuş olup buna ilave bir çok husus, sorun, etken, özne sayılabilir. Muhalefetin veya iktidar alternatifi olanların toplumdaki değişim ve dönüşümü kavrayan, ihtiyaçları tespit eden bir siyaset tarzıyla halkın huzuruna gelmesi gerekiyor.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.