Türkiye’de Filistin/İsrail Algısı -2: Sol/Sosyalist Kesim
Türkiye’deki sol kitleler Avrupa ve ABD’deki gibi geniş katılımlı gösteriler organize etmediği/edemediği gibi, İsrail’e itiraz ve Filistin’e destek gösterileri de boykotlar da kahir ekseriyetle sağ/dindar/muhafazakâr çevreler tarafından organize edildi. Türk solu, yeni ve dinamik bir söylem geliştiremediği böylesi yakıcı bir dönemde, nostaljik temsillerin gölgesine ve satır aralarına sığınmak dışında bu açıdan başarılı bir sınav vermedi.
Bir önceki yazıda birkaç yazı sürecek yeni bir seriye başladığımı kaydetmiştim: Yaklaşık bir asırlık Filistin meselesinin Türkiye’deki farklı ideolojik kesimlere/mahallelere/toplumsal gruplara yansıyan yönleri.
Serinin ilk bölümünde genel olarak -benim de orijin itibarıyla içinden geldiğim- milliyetçi kesimdeki Filistin ve İsrail algısına değindim. Bu çerçevede bilhassa seküler yanı ağar basan milliyetçilerdeki Arap karşıtı tarihsel bagajlar, iç siyasi tartışmalarda iktidarın Ortadoğu politikalarına duyulan kızgınlık, Suriye İç Savaşı’yla birlikte artan Arap düşmanlığı olgusu ve sağ/milliyetçi diskurdaki baskın “güçlü devlet” olgusuna özlem gibi dinamiklerin üzerinde durmuştum.
Serinin ikinci bölümünde, sol/sosyalist toplumsal gruplardaki İsrail ve Filistin algısını ele alacağım. Sonraki haftalarda ise bölünmüş mahalleleriyle İslamcı/dindar/muhafazakâr toplum kesimlerini inceleyeceğim.
Türkiye’de Birleşik/Yekpare Bir Sol/Sosyalist Kesim Var mı?
Türk toplumu ve siyasetindeki bütün ideolojik mahalleler gibi, sol ve sosyalist kesimler de yekpare değil. Bir önceki yazıda milliyetçi kesimden bahsederken gündeme geldiği gibi, Türkiye’deki sol ve sosyalist kesimler de oldukça parçalı bir yapı sergiliyor ve iç politikada olduğu gibi dış politikada da birbiriyle çelişen tutumlar geliştirmiş durumdalar. Hatta bu yönüyle milliyetçi kesimlere nazaran çok daha fazla parametre tarafından bu kesimlerin bölündüğünü ve onlarca farklı parti, yapı, oluşum, STK vs. tarafından temsil edildiklerini söylemek mümkün.
Bu yazıda bahse konu yapıların her birinin söylem ve eylemlerini tek tek inceleme imkânı tabiatıyla yok; ancak Türkiye’deki sol/sosyalist kesimlerde hâkim olan genel eğilimlerden hareketle, Filistin ve İsrail bahsinde takındıkları tutum ve söylemlerin üzerinde duracağım.
Sol/Sosyalist Düşüncede Filistin-İsrail Algısına Etki Eden Faktörler
a) Tarihsel referanslar ve Sovyet dönemine atıflar
Sol/sosyalist tarih anlatısında ve hâlihazırdaki dış dengeleri açıklama noktasında başvurulan temel tarihsel referans noktası Sovyet dönemi. Güncel sorunları tartışırken, dindar ve muhafazakârların Osmanlı dönemine, seküler milliyetçi kesimlerin Atatürk’lü yıllara “asr-ı saadet” muamelesi yapıp hemen her konuda bu dönemlerden delil ve argüman istihraç etme çabasına benzer şekilde, sol/sosyalistlerin Ortadoğu’daki yakıcı meselelerin çözümünde “asr-ı saadet”i de Sovyetlerin bilhassa 1945’ten 1970’lerin sonuna kadarki dönemidir.
Sosyalistlerin bu “kutlu dönem”inde Sovyetlerin Nâsır öncülüğündeki Arap milliyetçiliğine ve Baas partileri eksenindeki Arap sosyalizmi denemelerine yakınlığına sıklıkla atıf yapılır ve “ABD’nin bölgedeki emperyalist karakolu İsrail” karşısında Filistin ulusal davasına Sovyet desteği öne çıkartılarak, günümüzde ABD karşısında birleşik ve güçlü bir sosyalist blokun yokluğuna hayıflanılır.
Ancak bu anlatıda eksik olan bir taraf; Sovyetler Birliği’nin 1948’de İsrail’in kurulmasına onay veren iki büyük güçten biri oluşudur ve bu açıdan ABD ile arasında herhangi bir fark yoktur. SSCB, İsrail’i kuruluşundan üç gün sonra, 18 Mayıs 1948’de resmen tanımakta tereddüt etmemişse de bu alanda birinciliği ABD’ye kaptırmıştı, zira ABD hemen ilk gün İsrail’i resmen tanıdığını deklare etmişti.
Hâkim sosyalist anlatıda, İsrail’in kuruluşunun ardından hızla ABD yörüngesine girdiği ve kapitalist yolu tercih ederek “Amerikancılığı” intihap ettiği, bu nedenle Kremlin’in İsrail’e karşı bakışının değiştiği zikredilir. Mefhum-u muhalifinden gidilecek olursa, Sovyetlerin Filistin’e desteği daha ziyade İsrail’in seçtiği Amerikancı rotaya gösterilen reaksiyondan kaynaklanır; İsrail ABD çizgisini değil de bölgede Sovyetlere yakın bir vekâlet yolunu tercih edecek olsa “Sovyetlerin Filistin davasına desteği” miti de muhtemelen buharlaşacaktı.
Sovyetlerin realist ve çıkarcı davranıp ABD-İsrail güç merkezine karşı bölgedeki Arap milliyetçiliği ve Baas sosyalizmini desteklemesinde büyük bir sorun yok şüphesiz. Ancak Soğuk Savaş’ta Filistinlilere verilen konjonktürel ve zoraki desteğin, aradan yarım asır geçtikten sonra dahi bu kesimlerde ahlaki bir üstünlük vehmettirmesi şayan-ı hayrettir ve günümüzdeki sol/sosyalist diskurun üzerinde pek sorgulamadan ezberine girmiş bir anlatıdır.
b) İç siyasi tartışmalar ve iktidarın Ortadoğu politikalarına duyulan kızgınlık
Milliyetçi anlatıdaki Ortadoğu algılamasında görülen seküler söylemlere benzer şekilde, sol/sosyalist kesimler de iç politikada iktidarın dindar/muhafazakâr retoriğine duydukları tepkiyi dış politikada da sürdürür. İktidarın bölgede desteklediği İslamcı yapıların otomatikman kötü ve yanlış kodlanmasından kaynaklanan bir duruşla, günümüzde Filistin davasının en güçlü aktörü konumundaki Hamas’ın İsrail işgaline karşı silahlı direnişine de -çoğu konspiratif argümanlarla- yaklaşılır ve ekseriyetle değersizleştirilir.
Retorikte anti-emperyalist direniş kutsansa da pratikte bunun İslamcı aktörler eliyle olmayanı tercih edilir; ancak sahada bu şekilde mücadelesi takdir edilebilecek sol/sosyalist geniş tabanlı halk hareketleri bulunmadığı için söylem-eylem çatışması bu diskurun zayıf karnı olarak belirir yine. Hamas’ın hataları ve zaman zaman terör tekniklerine başvurması, işgal karşıtı ve anti-emperyalist mücadelesinin önüne geçer, ancak günden güne genişleyen işgale karşı nasıl direnilmesi gerektiği konusunda dilek ve temennilerden öteye bir fikir ortaya konulmaz.
c) Anti-emperyalist retorik ve Amerikan karşıtlığı söylemi
Sol/sosyalist kesimlerin Filistinli gruplara desteğinin en önemli unsuru anti-emperyalist söylem olarak belirir. Nitekim Soğuk Savaş döneminde Arap milliyetçiliği ve Baas sosyalizmine verilen realpolitik kaynaklı destek de bu diskurla temellendirilir. Kurucuları önemli ölçüde sol/seküler isimler olan İsrail’in, yukarıda değinilen şekilde 1948’den sonra hızla ABD’ye yaklaşması ve Sovyetlerin beklentilerine uygun davranmamasının yarattığı hayal kırıklığı bu politika değişiminde şüphesiz etkilidir.
Bunun bir yansıması olarak, sonraki yıllarda bölge dengelerinin de zorlamasıyla sol/sosyalist kesimlerde, 1960’lı yılların öğrenci hareketleri zamanında Filistinli gruplarla aynı kamplarda silahlı eğitim alan az sayıdaki Türk öğrencinin girişimleri halen nostaljik öğelerle süslenip anlatılır. On yıllar önceki bu bireysel ve örgütsel çabalar şüphesiz kendi sınırlı şartları içinde -bir sonuç üretmese de- anlamlıdır. Fakat aradan geçen yarım asırda bu nostaljinin ötesinde herhangi bir somut girişimde bulunulamaması, sürekli olarak bu nostaljinin gölgesine sığınılmaya çalışılması, üstelik bu kuru hamasetten ahlaki üstünlük devşirilmeye çalışılması, Filistinli direniş grupları arasında bütünlüklü cepheyi bozacak şekilde ayrışmalar üretilmesi gibi eğilimler, söz konusu kesimlerin anti-emperyalist söylemini sadece kâğıt üzerinde bırakmaktadır. Bunda şüphesiz bu kesimlerin halka inen geniş tabanlı ve örgütlü bir karşılığının bulunmamasının da rolü büyük.
Bu noktada sol/sosyalist kesimler içinde yer alan ayrılıkçı Kürt hareketine de bir parantez açmak yerinde olacak. Bu çevreler içinde son bir yıldaki ağır İsrail katliamı ve işgal olgusundan devşirilen argümanların bölgedeki ayrılıkçı hareketler bağlamında mobilize edilmesi girişimleri söz konusu. Ancak anti-emperyalist söylemle çıkılan yolda yine ABD-İsrail gibi emperyalist güçlerle yapılan yol arkadaşlığı karşısında, Gazze’deki katliamdan argüman ve meşruiyet devşirme çabalarının ilgisiz bir çerçeve yarattığı da not edilmeli.
***
Türkiye’deki sol/sosyalist çevrelerde sıklıkla Avrupa ve ABD’deki sol kesimler eleştirilse ve pasif bulunsa da, bilhassa son bir sene içinde Türkiye’den Batı’daki benzer kesimlere yöneltilen bu tenkitleri genel itibarıyla hakkaniyetten uzak buluyorum. Holokost gibi tarihsel bir utanç karşısında söylem geliştirmekte zorlanan Almanya’daki sol hareketler şüphesiz bu tenkitleri doğrular tarzda hareket ediyor. Ancak unutulmamalı ki gerek Batı Avrupa’da gerekse ABD’de cadde, kampüs ve meydanları dolduran ve kamuoyunu şekillendirmede önemli rolü bulunan milyonluk gösterileri organize eden gruplar çok büyük ölçüde sol/sosyalist söylem sahiplerinden oluşuyor.
Türkiye’deki sol kitleler ise bu tür geniş katılımlı gösteriler organize etmediği/edemediği gibi, İsrail’e itiraz ve Filistin’e destek gösterileri de boykotlar da kahir ekseriyetle sağ/dindar/muhafazakâr çevreler tarafından organize edildi ve bu vaziyet sadece iktidar desteğiyle izah edilemeyecek kadar asimetrik bir duruma işaret ediyor. Türk solu, yeni ve dinamik bir söylem geliştiremediği böylesi yakıcı bir dönemde, nostaljik temsillerin gölgesine ve satır aralarına sığınmak dışında bu açıdan başarılı bir sınav vermedi.