Türkiye’de Filistin/İsrail Algısı – 3: İktidara Yakın Muhafazakâr/Dindar Kesim
Filistin meselesindeki hamasi söylem ve sahaya pek yansımasa da medya aracılığıyla yürütülen “üst perdeden kınayıcı retorik ama oyun değiştirici bir performans ortaya koy(a)mama” siyaseti, Gazze’deki katliamı sonlandırmaya yetmese de muhafazakâr/dindar kitlelere iç siyasette ahlaki üstünlük kazanmak için başvurabilecekleri bakir bir alan sağladı.
Filistin meselesi ve İsrail’e dair tarihsel/güncel vaziyetin Türkiye’deki farklı ideolojik kesimlere/mahallelere/toplumsal gruplara yansıyan yönlerini incelediğim bu serinin üçüncü yazısında, ülkedeki muhafazakâr/dindar kesimlerin iktidara yakın geniş kitlesini ele alacağım.
Serinin ilk bölümünde milliyetçi kesimdeki, ikinci bölümünde ise sol/sosyalist kesimlerdeki Filistin ve İsrail algısına değinmiştim. Bu çerçevede bilhassa farklılaşan tarihsel bagajlar, ülkedeki sığınmacılar/yabancılar kaynaklı geniş kitlelerdeki rahatsızlıklar, “güçlü devlet” olgusu, iktidarın bölge politikalarına duyulan öfke ve anti-emperyalizm söyleminin tesiri üzerinde durmuştum.
Serinin üçüncü bölümünde, muhafazakâr/dindar toplumsal gruplardaki İsrail ve Filistin algısını ele alacağım.
Türkiye’de Birleşik/Yekpare Bir Muhafazakâr/Dindar Kesim Var mı?
Türkiye’de, oy verme davranışları ve politik söylem itibarıyla bakıldığında en geniş kitlelerin farklı mahalleleriyle birlikte sağ kesimi oluşturduğu herkesin malumudur. Bununla birlikte çeşitli tarikatlar, cemaatler, vakıflar, oluşumlara ayrılan, milliyetçi ve muhafazakâr camianın çok sayıda mahallesi tarafından şekillenen bu “sağ/muhafazakâr” kesimlerin de tıpkı milliyetçi ve sol/sosyalist kesimler gibi yekpare bir blok oluşturduğunu söyleyebilmek mümkün değil.
Ancak bu noktada bahse konu kesimlerin tamamına birden ezbere ve tektipleştirici bir “İslamcı” etiketi vurmanın yanlış olduğunu, İslamcılığın mamafih daha dar ve eğitimli kesimde revaç bulmasına karşılık, bu geniş toplumsal yığınları “muhafazakâr/dindar” olarak tanımlamanın sosyolojik açıdan daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Bu yazıda söz konusu yapıların her birinin söylem ve eylemlerini tek tek inceleme imkânı elbette yok. Bununla birlikte Türkiye’deki mevcut Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının tabanını oluşturan geniş muhafazakâr/dindar kesimlerde hâkim olan genel eğilimlerden hareketle, Filistin ve İsrail bahsinde takındıkları tutum ve söylemlerin üzerinde duracağım.
Muhafazakâr/Dindar Kesimlerde Filistin-İsrail Algısına Etki Eden Faktörler
a) Tarihsel referanslar ve Osmanlı/Selahaddin dönemlerine atıflar
Türkiye muhafazakârlığının Cumhuriyet döneminde de “muhafaza ettiği” temel tarihsel bakış açılarından biri; “Osmanlı Devleti döneminin Türk tarihinde bir nevi ‘asr-ı saadet’ devri olduğu, Osmanlı’nın dünyaya adalet ve nizam getirdiği, Ortadoğu’nun asırlarca Osmanlı idaresi altında barış ve huzur içinde yaşadığı, İngilizlerin bölgeyi Osmanlı’dan koparmasına kadar Ortadoğu halklarının herhangi bir problemi olmadığı, cennetmekân Abdülhamid Han’ın Filistin’de Yahudilere bir avuç toprak satmadığı ama arkasından gelen İttihatçıların kutsal toprakları Siyonistlere verdiği, hâlihazırda bölgede var olan mevcut sorunların tamamının dışarıdan ithal edildiği” yönünde bir tarih okumasıdır.
Burada özetlediğim perspektifin elbette nüansları var, detaylarda ayrışan görüş farklılıkları var milliyetçi ve daha dindar mahalleler arasında, ancak temel izlek bu şekilde özetlenebilir. Bu cümlelerin biraz değiştirilmiş versiyonlarının siyasetçilerden akademisyenlere, gazetecilerden uzmanlara, tele-vaizlerden dijital içerik üreticilerine kadar değişen yelpazede on yıllardır yeni argümanlarla yeniden üretildiğini görmek mümkün.
Filistin meselesinde de muhafazakârların aklına doğrudan Osmanlı döneminin gelmesi ve II. Abdülhamid dönemindeki muhayyel bir ‘asr-ı saadet’e özlem duyulmasının ışığında; bu saadetli yıllar sona erince her şeyin birbirine karıştığı ve bugünkü sorunların da 110-120 yıl önceki bu karışıklıklardan kaynaklandığı görüşü zihinleri şekillendiren temel çerçevedir. Burada yer verilen bir başka nostaljik özlem, 12’nci yüzyılda Kudüs’ü Haçlılardan geri alan Sultan Selahaddin Eyyubi imgesi ve ona duyulan öykünme olarak karşımıza çıkar. Hatta Selahaddin’in ağzından güncel meselelere dair örtülü -bazen doğrudan- mesajların da verildiği bir dizi film projesi 7 Ekim 2023’te başlayan Gazze katliamının hemen ertesinde ülkenin en büyük devlet kanalında gösterime sokuldu ve hâlihazırda önemli bir kitle tarafından takip ediliyor.
b) İç siyasi tartışmalar ve iktidarın Ortadoğu’da bir başarı hikâyesi yaratma ihtiyacı
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının dış politikasında -hatta bir ölçüde iç politikasında da- dikkatimi çeken üç önemi değişim/dönüşüm evresi var (ki bunu ayrı bir yazıda detaylı işleyeceğim):
a) 2002 – 2010: Komşularla sıfır sorun siyaseti ve ona eşlik eden ekonomik genişleme yılları.
b) 2010 – 2019/20: Zor gücüyle bölgede değişiklik yapma siyaseti ve ona eşlik eden ekonomik kriz yılları.
c) 2020’den günümüze: Yeniden 2010 öncesine dönme ihtiyacı ve ona eşlik eden ekonomik kriz.
Bu dönemlendirme içerisinde 2010 – 2020 yılları arasında Ortadoğu’da ABD ile birlikte girişilen yeni bir bölge dizaynı projesinin çökmesi, iç siyasette yaşanan sorunlar ve darbe girişimiyle birleşince, bilhassa Suriye ve Mısır’da başarısız olan saha siyasetinin örtük olarak kabullenilmesi ve bunun telafisi amacıyla yeni açılım yapma ihtiyacı doğdu.
Filistin meselesindeki hamasi söylem ve sahaya pek yansımasa da medya aracılığıyla yürütülen “üst perdeden kınayıcı retorik ama oyun değiştirici bir performans ortaya koy(a)mama” siyaseti, Gazze’deki katliamı sonlandırmaya yetmese de muhafazakâr/dindar kitlelere iç siyasette ahlaki üstünlük kazanmak için başvurabilecekleri bakir bir alan sağladı. Lakin kuşkusuz bu alanın da bir sınırı var, bir sonraki yazıda buna detaylı değineceğim.
c) Yahudilik karşıtı retorik ve dinî referanslar
Tarihsel referanslar kadar önemli -hatta bunu da besleyen- bir parametre de dinî terminolojide çeşitli şekillerde kendisine yer bulan Yahudilik karşıtı söylem. Zaman zaman antisemitizme varan yaklaşımlar, bazı ayetlerin zamanlar ve mekânlar üstü bir yorumla tüm Yahudilere teşmil edilebileceğine dair çıkarımlar, bilhassa 7 Ekim sonrası dönemde hemen her gün yeniden üretilerek tedavüle sokuldu ve muhafazakâr/dindar zihinlerin hadiselere yaklaşımını birinci derecede şekillendirdi.
Bu noktada İsrail iç siyasetinin radikal dindar ve faşist Yahudi oluşumları iktidara taşıması ve Netanyahu da dâhil olmak üzere kabinesindeki radikal isimlerin İslam ve Araplık/Filistinlilik karşıtı nefret söylemleri de Türk kamuoyundaki dinî metinler merkezli bu okumayı güçlendirdi. Sosyal medya vasıtasıyla yayılan ve hemen her gün Gazze veya Lübnan’da yeni bir katliamdan haber veren parçalanmış çocuk naaşları da geniş kitlelerdeki bu Yahudilik karşıtı ve antisemitik kanaatleri daha da pekiştirdi.
d) İsrail’le bölgede girişilen güç rekabeti olgusu
Hükümete yakın basın-yayın organları ve sosyal medya mecralarında nadiren işlenen ama devlet içindeki karar mekanizmalarında etkili olduğunu düşündüğüm bir parametreyse bölgede realist bir güç okumasına dayanıyor. İran’ın 2003’ten beri kendi potansiyelinin ötesinde güç kazandığı mevcut denklemde, yeniden güçlenerek Filistin, Lübnan ve Suriye gibi doğal etki alanında olduğu kabul edilen bölgelerde hâkimiyet kurmasının, Türkiye’deki muhafazakâr elitlerde bölgeye dair okumayı şekillendiren parametrelerden biri olduğu söylenebilir. Bu noktada İsrail’in hem Türkiye’de kamuoyunda kazanabileceği sempatinin azaltılması hem de bölgesel süper güç olarak ortaya çıkmasının önlenmesi açısından İsrail karşıtı retoriğin canlı tutulduğunu gözlemliyorum.
***
Bununla birlikte, Türkiye’deki muhafazakâr/dindar kesimlerin tamamı iktidara yakın değil. Hatta bu kesimler içerisinde bağımsız isimler ve yapıların iktidara sert eleştiriler yönelttiği, İsrail’le ilişkiler ve Filistinli gruplara destek düzleminde uygulanan siyasetin ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik içerdiğine yönelik eleştirileri de not edilmeli. Bu serinin bir sonraki yazısında da söz konusu eleştirel muhafazakâr/dindar kesimlerdeki Filistin/İsrail algısına temel teşkil eden çerçeve ve parametreleri ele almaya gayret edecek ve dördüncü bölümüyle bu seriyi sonlandıracağım.