Türkiye’de Filistin/İsrail Algısı – 4: İktidara Mesafeli Duran Muhafazakâr/Dindar Kesim

Türkiye’de, oy verme davranışları ve politik söylem itibarıyla bakıldığında, iktidar karşıtı geniş kesimlerin varlığı bir sır değil. Ancak şüphesiz bu kesimler de yekpare bir bütünlük arz etmiyor. İçlerinde önemli bir kesim mevcut iktidarın sempatizanı olmakla birlikte, bilhassa İsrail’le ticaretin sürdürülmesi konusunda eleştirel bir tutum takınıyor. Geleneksel-muhafazakâr denilebilecek bir başka kesim, iç siyasi konjonktürde iktidarla karşı karşıya gelmenin de etkisiyle Filistin’e yeterli destek verilmediğini savunuyor.

Türkiye’deki dış politik meselelere ilgi duyan kamuoyu ve çeşitli ideolojik motivasyonlu kesimlerde oluşan Filistin/İsrail algısını incelediğim serinin bu yazısında, dördüncü ve son bölümü okuyucunun dikkatine sunacağım. İlk yazıda daha ziyade seküler yanı ağır basan milliyetçi kitlelere, ikinci yazıda sol/sosyalist kesimlere, üçüncü yazıda muhafazakâr/dindar geniş kitlelerin iktidara yakın olan ana gövdesine eğilmiş ve her birinin genel kanaati üzerinde etkili olan parametreleri incelemiştim.

 

Yazı serisinin bu son bölümünde ise söz konusu muhafazakâr kitlelerin esasen dindar ve milliyetçi çizgide yer alan; ama asıl belirleyici yönü iktidarla aynı safta hizalanmamak olan ve nispeten azınlıkta kalan eleştirel bir kesimi ve bu kesimdeki Filistin/İsrail algısının şekillendiği çerçeveyi mercek altına almaya gayret edeceğim.

 

Türkiye’de Birleşik/Yekpare Bir İktidara Mesafeli Muhafazakâr/Dindar Kesim Var mı?

 

Türkiye’de, oy verme davranışları ve politik söylem itibarıyla bakıldığında, iktidar karşıtı geniş kesimlerin varlığı bir sır değil. Bu kesimler içinde bilhassa son 10 yılda iktidarın iç ve dış politikada izlediği rotadan memnun olmayan, ancak içinden çıktıkları kesimler itibarıyla iktidarla “mahalledaş” ve “ideolojik akraba” pozisyonunda olan çeşitli kesimler söz konusu. 

 

Şüphesiz bu kesimler de yekpare bir bütünlük arz etmiyor. İçlerinde önemli bir kesim mevcut Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının sempatizanı olmakla birlikte, bilhassa İsrail’le ticaretin sürdürülmesi konusunda eleştirel bir tutum takınıyor. Geleneksel-muhafazakâr denilebilecek bir başka kesim, iç siyasi konjonktürde iktidarla karşı karşıya gelmenin de etkisiyle Filistin’e yeterli destek verilmediğini savunuyor. 

 

Fakat burada daha ilgi çekici olan kesimse, sosyal medyada sesi gür çıkan ancak toplumun genelinde oldukça sınırlı bir tabana sahip olan, basitçe “İslamcı” olarak kendilerini tanımlayan, Sünni ve Şii iki ayrı zıt kutupta toplanan kanaat sahipleri. Şii İslamcılar, bu bahiste açıkça İran “İslam Cumhuriyeti” ile aynı safta hizalanmaktan duydukları mutluluk ve gururu gizlemiyor. Sünni İslamcılar ise yabancı bir ülke ile birlikte anılmasalar da açık bir Hamas ve Sünnilik atfıyla kendilerini tanımlıyor. 

 

Bu noktada İsrail’in bölgedeki en önemli hasmı Hamas’a her iki kesim de sahip çıkar. Buna mukabil Şii İslamcılar Hizbullah’ı açıkça benimser ve sahiplenirken, Sünni İslamcıların büyük kısmı için 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’ndan beri Hizbullah “râfızî, münafık, hatta doğrudan mürted” bir örgüt. Dolayısıyla söz konusu kesimleri aynı potada birleştiren husus, sadece iktidarın Filistin’e -burada münhasıran “Hamas” olarak okunmalı- yeteri kadar destek vermiyor oluşu ve ticareti farklı yollarla sürdürdüğünden duyulan kuşku. Bunun dışında bölgedeki pek çok meselede taban tabana zıt kutuplardalar.

 

Muhafazakâr/Dindar Kesimlerde Filistin-İsrail Algısına Etki Eden Faktörler

 

a) Tarihsel ve dinî referanslar

 

Bir önceki yazıda, geniş muhafazakâr/dindar kesimlerin muhayyilesini şekillendiren faktörlerin başında zikrettiğim tarihsel ve dinî referanslar, iktidara mesafeli konumlanan dindar kesimler açısından da önemli bir çerçeve sunmayı sürdürüyor. Bu noktada Yahudilik karşıtı dinî metinlere sıklıkla yapılan atıflar ve somut bir anti-semitik retorik, bu kesimlerin de bakışını kayda değer ölçüde şekillendirmeye devam ediyor. 

 

Lakin bu kitle içinde, Şii İslamcılar ve İran etkisindeki gruplar, Osmanlı Devleti’ni olumlu bir şekilde kodlamadıkları için, geniş muhafazakâr kitlelerin Osmanlı dönemine adeta asr-ı saadet nazarıyla bakmasını da önemsemiyor. İktidara mesafeli de olsa Sünni İslamcılar ve geleneksel muhafazakâr kesimler, “Siyonistlere tek karış toprak vermeyen Cennetmekân Abdülhamid Han” imgesini de “Kudüs’ün kurtarıcısı Selahaddin” imgesini de sahipleniyor. Buna karşılık Şii İslamcılar ve İran tesirindeki gruplar İsrail karşıtı cephedeki mobilizasyonlarında, Ayetullah Humeyni ve onun halefi Ayetullah Hamaney’in atıf yaptığı dinî ve tarihsel referansları daha öncelikli ve vazgeçilmez buluyor.

 

Dolayısıyla burada, başvurulan ve toplumsal muhayyileyi şekillendiren dinî ve tarihsel atıfların mahiyeti konusunda açık bir ayrışma söz konusu. Ancak şüphesiz her iki kesim de -keza geleneksel muhafazakâr kitleler de- hükümete yakın çevrelerin dinî ve tarihsel atıfları suistimal ettiği ve başvurdukları retoriğin aksine, pratikte bunun tam tersini yaptığı kanaatindeler. 

 

b) İç siyasi tartışmaların dış politikaya yansıması 

 

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının dış politikada izlediği yönelimin, bu yazıda genel olarak üzerinde durduğum eleştirel muhafazakâr/dindar kesimlerin hedef tahtasında olduğu, ancak her birinin farklı saiklerle bu muhalefeti yürüttüğü söylenebilir. Örneğin Sünni İslamcı aktivistler grubu, Suriye’de Esad karşıtı muhalefetin, Mısır’da ise Müslüman Kardeşler oluşumunun Türkiye tarafından önce sahiplenildiğini ancak zaman içinde Ankara’nın bu grupları yalnız bıraktığını savunuyor. Filistin’de Hamas’a yeterince destek verilmemesi de Ankara’nın 2020 sonrasında izlemekte olduğu bu seyrin doğal -ama olumsuz kodlanan- bir yansıması bu kesimlere göre. 

 

İç siyasetten beslenen tartışmalar, İsrail’le ticaretin kesilmesi tartışmaları ve bu ticaretin halen değişik perdeler ardında sürdürüldüğüne dair güçlü şüphelerin varlığının zihinleri bulandırdığı bir ortamda, söz konusu grupların iktidar partisiyle yaşadıkları duygusal kopuş ve ideolojik ayrışma daha da beslenip derinleşiyor. Bu ayrışma seyrinin önümüzdeki dönemde daha da ilerlemesi şaşırtıcı olmayacak.

 

c) İran faktörü ve onun bölgedeki müttefikleri

 

İran’a yakın konumlanan Şii İslamcılar iktidara karşı iç siyasette sürdürdükleri muhalefeti, dış siyasette ideolojik bir saikle ayrı bir noktaya çekiyor: Türkiye bu çevrelerin nazarında, ABD ve İsrail ile birlikte hareket etmiş -halen de etmekte- ve İran’a yakın “Direniş Ekseni” unsurlarını çökertmek için Siyonistler ve emperyalistlerle ittifak yapmaktadır. Dolayısıyla Ankara’nın İsrail’le karşı karşıya gelmesi veya durumun böyle gösterilmesi de danışıklı dövüşten ibarettir, Filistinli gruplara verilen destek sözde destektir, kamuoyunun gözünü boyamak içindir vs.

 

Buna mukabil, iktidara mesafeli Sünni İslamcılar da İran ve onun bölgedeki “Direniş Ekseni” müttefiklerinin İsrail ile danışıklı bir dövüş içinde olduğunu savunur, ancak Hizbullah’ın yüzlerce üyesinin İsrail’le yıllardır sürdürülen savaşlarda neden ve nasıl öldürüldüğünü açıklayamaz. Keza İran safındaki Şii İslamcılar da bölgede İran’a hasım Sünni İslamcı networklerin İsrail’le neden husumet içinde bulunduğunu ve Hamas saflarında veya Suriye sahasında bu insanların neden öldüklerini açıklayamaz.  

 

İdeolojilerin ve ezbere toptancı genellemelerin sükût ettiği yer İsrail’le mücadeledir; hemen her kesim bu yapıyla mücadele ettiğini savunur; ama kendilerinin dışındaki mücadeleyi kabul etmez ve batıl sayar.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.