Türkiye’de Genelleşen Taşra Kültürü

Belki de en önemli yanlış “taşrayı taşrada aramak”. Türkiye’de hâkim düşünce “mekânsal taşra” kıskacına sıkışmış durumda. Oysa Türkiye’de taşra çoktan mekânsal sınırlarını aştı, genelleşti ve hâkim pozisyona yükseldi. Bu yüzden taşrayı metropollerde, kalabalık caddelerde ve büyük kent meydanlarında aramalıyız.

taşra kültürü

Bu yazı Türkiye’de taşra kültürünün hangi yollarla genelleştirildiğine ve gündelik yaşamımızı nasıl biçimlendirdiğine yönelik bir açılım yapma amacıyla ortaya çıktı. Ancak hemen başlangıçta şunu söylemeliyim ki insanın içinde yaşadığı kültürü tarif etmesi sanıldığı kadar kolay değil. Her gün içinden geçtiğimiz sokaklar, iletişim kurmasak da gördüğümüz komşumuz, para üstü aldığımız kasiyer, kafede yan masada dikkatle telefonuna bakan o kişi ve televizyonu açtığımız zaman tanımasak da yüzünü ezbere bildiğimiz yorumcu…  Bu insanları görürüz, ancak çoğu zaman üzerine düşünülecek çok şey yoktur. Çünkü çoğu gündelik pratik yavaş değişme eğilimindedir. Ancak bu değişimi 20, belki de 30 yıl öncekilerle kıyaslayınca daha iyi anlarız. Medya ve iletişim kuramcısı Marshall Mcluhan’ın ifadesiyle “Bir balık kıyıya vuruncaya kadar içinde yaşadığı suyun farkında değildir”. 

 

Türkiye’de son dönemde yaşanan siyasal gelişmeler sonucu balığın kıyıya vurmasıyla kamuoyuna yönelik yanlış bakış açısı da net bir biçimde görünür hale geldi. Toplumun “nabzını” ölçen anket firmaları, konuyla alakalı çalışma yürüten akademisyenler ve yorumcular Türkiye’nin kültürel yapısına yönelik analizlerindeki yanlışları kabul etti. Kırsaldaki tercihleri anlayamadıklarını belirttiler. Peki öyleyse neden yanılıyoruz? Belki de en önemli yanlış “taşrayı taşrada aramak”. Türkiye’de hâkim düşünce “mekânsal taşra” kıskacına sıkışmış durumda. Oysa Türkiye’de taşra çoktan mekânsal sınırlarını aştı, genelleşti ve hâkim pozisyona yükseldi. Bu yüzden taşrayı metropollerde, kalabalık caddelerde ve büyük kent meydanlarında aramalıyız. 

 

Popülizm ve Taşra Nostaljisi

 

Türkiye siyasetinin popülizm alanındaki ününün bu toprakların çoktan ötesine geçtiğini söyleyebiliriz. Öyle ki adeta literatürde bir “popülizm laboratuvarı” olarak görülmektedir. Örneğin, Jan Werner Müller (2017) Popülizm Nedir? çalışmasının girişinde popülizmi tanımlamak için Türkiye’ye başvurur. Akla “Neden Türkiye?” sorusunu getiriyor bu durum. Türkiye’de popülizm gücünü “taşra nostaljisine” borçlu. 1950’lerde Demokrat Parti iktidarıyla başlayan taşraya dayalı sağ popülist stratejinin 2000 sonrasında ustalıkla siyasetin kalbine yerleştirildiğine tanık olduk. 

 

Ancak sorun şu ki “taşra nostaljisi” taşranın kendisinden çok farklı. Bu nostalji taşrayı mütevazı, masum ve bozulmamış olanla özdeşleştirir. Taşra, çıkarın yerini dayanışmanın ve yardımseverliğin tuttuğu barışçıl bir yaşam biçimiyle tasvir edilir. Bu nostaljide taşranın tam tersine kent yaşamı çıkar, bencillik ve gösterişle anılır. Taşra bozulmadan kalan korunması gereken bir kaledir. 

 

1950’lerden sonra başlayan hızlı kentleşme süreci taşra dinamiklerinin kentlerde hâkim konuma gelmesine neden olmuştur. Tanıl Bora’ya (2005) göre bu dinamikler geleneğin ve muhafazakâr ideolojinin merkezi dönüştürme süreci olarak da okunabilir. Bu dönüşüm sağ politikacıların söylem ve politikalarını her geçen gün taşra nostaljisine göre belirlemesine yol açmıştır. Bunun sonucunda Türkiye’de taşra mekânsal sınırlarının dışına taşarak genelleşen bir kültürel değerler bütününe dönüşmüştür.

 

Taşra Gerçekliğiyle Yüzleşmek

 

Türkiye’nin taşra gerçeğiyle en somut biçimde yüzleşmesi, sokak röportajları, televizyonların gündüz kuşağında yayınlanan katillerin bulunduğu “criminal reality show” programları ve sosyal medya mecraları (TikTok vb.) aracılığıyla olmuştur. Gündelik yaşamın gerçekliğini yalın bir biçimde sunan akıllı telefonların kameraları, kadim taşra kültürü imgesinin yıkılmasında oldukça etkili olmuştur. 

 

Herkes tarafından kolayca erişilebilen gündelik yaşamın gerçekliğinden kaçmak artık mümkün görünmüyor. Üstü nostaljik söylemle kapatılmaya çalışılsa da toplumsal ilişkilerde şiddetin/zorun, önyargıların ve farklılıklara olan tahammülün azaldığı apaçık bir gerçek. Türkiye’de ilerlemeye duyulan arzunun giderek azaldığı bu dönemde, kültürel özgünlükleri koruyan ancak onları varılacak bir hedef olarak görmeyen gelişime açık bir politikaya ihtiyaç bulunuyor.

 

Gelinen aşamada genelleşen taşra kültürünün iki açıdan Türkiye’yi çıkmaza sürüklediğini söyleyebiliriz. Birincisi kaynağını taşradan alan, toplumun belli bir kesimiyle özdeşleştirilen ve yüceltilen değerlerin gerçeklikten uzak olması. İkincisiyse taşraya özgü sorunların kentlere taşınması. Lütfi Ömer Akad’ın “Gelin-Düğün-Diyet” üçlemesinde kırsaldan İstanbul’a göç eden bir ailenin yaşlı ferdinin gecekondu mahallesine girdiğinde söylediği söz belki de bunu çok iyi ifade ediyor; “Buranın bizim oralardan pek bir farklı yokmuş.” Bu açıdan bakıldığında taşradan metropollere gelenler için kentsel sorunlar çoğu zaman görünür bile olmayabiliyor. Bu da Türkiye’de taşra sarmalının giderek daha da büyümesine yol açıyor. 

 

__

Kaynaklar

Müller, J. W. (2017), What is Populism?, Penguin UK.

Bora, T. (2005), “Taşralaşan ve Taşrasını Kaybeden Türkiye”, Taşraya Bakmak, İletişim Yayınları, İstanbul.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.