Türkiye’deki Filistin Protestolarının Hâl-i Pür Melâli
Türkiye sermayesinin ve iktidarının ortaklaşa biçimde İsrail’le özel ve resmî ticaret devam etmesi, Türkiye’de yaşayan Filistin dostları tarafından protesto edilmesi gereken bir gündemdir. Ancak bu protestoların barışçıl karakterinin bozulmaması, yöntem ve söylemlerin popülizm uğruna asıl amacın önüne geçmemesi gerekir.
Türkiye’de Filistin duyarlılığı farklı dünya görüşlerinden birçok kesimi protesto zemininde buluşturuyor. Genellikle iki ana fikirsel damar öne çıkıyor. İslamcılar ve Sosyalistler.
Dünyada, özellikle de ABD ve Avrupa’da Filistin protestolarını İslamcılarla beraber Marksistler, Anarşistler, Sol Liberteryenler, Anti-Siyonist Yahudiler düzenliyor. Peki Türkiye’deki tablo nasıl?
İktidarın Protestolara Etkisi
Ülkemizde 7 Ekim öncesi mevcut olan ideolojik kamplaşma ve ayrışmalar Gazze olaylarına yaklaşıma da etki etti. Erdoğan iktidarının Filistin sorununu retorik düzeyinde sahiplenmesi ve ortalama İslamcı söylemi kullanmasının da iki etkisi oldu.
Erdoğan karşıtlığı ülke muhalefetinin seküler-dindar kutuplaşmasının süreç içinde üst kimliklere dönüşmesine yol açtı. Türkiye solunun büyük bir kesiminin sınıf mücadelesi ve enternasyonalist mücadeleyi geri plana ittiği, bunun yerine laiklik ve seküler yaşam tarzını savunmayı eksene aldığı ortada. Oysa Filistin davası tarihsel olarak Marksist geleneğin en önemli cephelerinden biridir.
Filistin davasının öncülüğünü 1984’ten bu yana Hamas ve İslami Cihad gibi İslamcı hareketlerin yapıyor oluşu da Gazze olaylarında kullanılan slogan, simge ve mesajların ağırlıklı olarak İslami olmasını sağlıyor. Ayrıca Erdoğan ve Hamas arasındaki sıkı ilişki gibi sebepler, on binlerce hatta yüzbinlerce mensubunu sokaklara dökme potansiyeline sahip Türkiye solunun 7 Ekim sürecinde isteksiz ve zayıf kalmasına yol açtı. 1 Mayıs’larda meydanları dolduran sol yapıların ve partilerin çoğunun Gazze’de yaşanan soykırım karşısında kendi tarihsel miraslarından dolayı beklenen oranda tepki vermediklerini görüyoruz.
Erdoğan yönetiminin ikinci etkisi ise İslamcılar üzerinde oldu. Filistin duyarlılığını protesto düzeyinde toplum tabanında örgütleyen STK’ların çoğunluğu İslami cemaatlerin kurduğu kurumlar. Söz konusu cemaatler iktidarın kendilerine sağladığı özgürlükler ve imkânlar karşılığında muhalefet etmeme, hatta onunla özdeşleşme durumu sebebiyle sivillikten yarı-resmî kurumlara dönüştüler. Bir kısmı ise yarı-resmî hâlde olmasalar da iktidarın sağladığı özgürlük alanlarını kaybetmemek için mesafeyi korusa da ayağına basmama stratejisi güdüyor. Öte yandan yıllardır Filistin gösterilerini profesyonel bir ritüele dönüştüren STK’ların eylem dilleri ve pratiklerinin eskimesi halk nezdinde bir yorgunluğa yol açtı. Protestonun mantığının kamuoyu oluşturmak ve yöneticilere yönelik sivil baskı oluşturmak olduğu yeteri kadar anlatılamadığından çoğu insan protesto gösterisine sadece öfkesini boşaltmak, hiçbir şey yapamasa da bir şey yapmış olmak gibi avuntular için gelmeye başladı. Bir diğer yanlış anlama da gösterilerin hemen somut sonuçlar doğuracağı, İsrail’e zarar vereceği zannı. Eskiyen, ayine dönüşen kapalı devre toplantılar ve katılımcıların protestonun asıl anlam ve işlevini kavrayamamaları, kitleleri süreç içerisinde bu gösterilere katılmamaya sevk ediyordu. Bir de buna iktidara eklemlenme eklenince, zaten etkili olanın Erdoğan olduğu düşüncesiyle gösterilere katılımlar azaldı.
İslamcılar Arasındaki Bölünme
Türkiye İslamcılığı kendi içerisinde de zaten birçok farklı fraksiyon ve ekole bölünmüş durumda. Bu bölünmenin iki farklı konu etrafında derinleştiğini görüyoruz. Birincisi, iktidara bakış gibi siyasi sebepler; diğeri ise mezhep, meşrep farklılıkları gibi dinî sebepler. Özellikle 15 Mart 2011’de başlayan Suriye olayları Türkiye’deki İslami kesimde derin bir yarılmaya neden oldu. İhvan çizgisine yakın duran İslami gruplar ile selefi cemaatler Suriye muhalefetini destekledi. Buna karşın Şam rejimini destekleyen, hatta o zayıf düştüğünde yardımına koşup fiilen Suriye’deki insan hakları ihlallerine, savaş suçlarına ve katliamlara ortak olan İran rejimine daha yakın duran İslamcı gruplar, bu yarılmanın ülkemizdeki tarafları oldular. Tabii bir de sayıları az olsa da her iki taraftan da olmayıp üçüncü yolcu olarak adlandırılan bir kesim mevcut.
Suriye olaylarının yol açtığı bu ayrışma, diğer konularda da bu iki İslamcı blokun ortak iş yapmamasını beraberinde getirdi. Bu konu, kesişme konusu Filistin olsa da. Tüm ayrışma ve bölünme hâli Filistin konusundaki argümanların içeriğinin doğruluğu ya da yanlışlığının da önüne geçiyor. Ayrıca belirtelim ki özellikle yeni nesillerde bu bölünmüşlük hâli samimiyetsiz bulunuyor ve kitleleri “eylem yorgunu” yapıyor.
7 Ekim sonrası iktidar yanlısı ya da paralel hareket eden anaakım İslamcı STK’ların kurdukları başlıca platformlar şunlar:
– Gazze Dayanışma Platformu
– Filistin’e Destek Platformu
– Filistin Halkıyla Dayanışma Platformu
– Filistin İnisiyatifi
– Milli İrade Platformu
Türkiye’nin tümünde anaakım İslami STK’ların düzenlediği Gazze protestolarını bu platformlar organize ediyor. Sayısal çoğunluğu sağlamakla beraber genellikle devletin çizdiği alan içerisinde protestolarını icra eden bu gruplar, toplumsal hassasiyeti diri tutma konusunda önemli bir işlev görüyorlar. Özellikle iktidarı rahatsız edecek sloganlar atmaktan kaçınan bu kesim, adreslerini de bilinçli olarak apolitik mekânlar olarak seçiyor. Bu grupların kendi açılarından avantajları, diğer kanada göre daha homojen olmalarından dolayı temsiliyet krizi yaşamamaları ve manipülasyona/provokasyona karşı daha korunaklı olmaları.
Protesto söylemlerini ABD ve İsrail’e karşı sloganlarla sınırlayan bu platformların en önemli kitlesel eylem çağrıları ise İsrail’e doğrudan ya da dolaylı olarak destek olan şirketleri ve markaları “bireysel boykot”. Örneğin Filistin İnisiyatifi’nin ana gündemi halkı bireysel boykota teşvik etmekten ibaret. Gerçi uzun yıllardır İsrail’i boykot çalışmaları dünyada Filistin İçin Uluslararası Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketi (BDS) tarafından yürütülüyor. BDS Türkiye’de sol çizgide bir hareket. Bu açıdan İslami kesimin de boykot örgütlenmesinde rol alması olumlu bir gelişme. Buhari Vakfı gibi Selefi cemaatler ile Muhammed Emin Yıldırım Hocanın başkanlığını yaptığı Siyer Vakfı gibi aldığı kuruluşların kurduğu ‘Gazze Dayanışma Platformu’nun en büyük bileşeni Özgür-Der’in zaman zaman müstakil protestolarını da unutmamak gerek. İHH İncirlik ve Kürecik üslerinin kapatılması için araç konvoyları ile bölgede gösteriler düzenledi. İHH’nın tüm Gazze eylemliliklerinde organizasyon disiplinini sağlaması, Mavi Marmara benzeri bir Uluslararası Özgürlük Filosu girişiminde bulunması da önemli gündem çalışmaları.
Özgür-Der Gençliği’nin 22 Nisan’da Almanya’nın Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’ı Sirkeci Garı’nda protesto etmesi ve bu esnada polis şiddetine maruz kalması da Gazze Dayanışma Platformu’nun 2023 Kasım’ın “Limanlar İsrail’e Kapatılsın” başlıklı eylemleri de bu açıdan değerlendirilmeli. Ancak bu eylemlerin süreklilik arz etmediği ve sonrasında İsrail’le ticaret temasının merkezde yer almadığını da hatırda tutmak gerekiyor.
Bu gruplar içerisinde İsrail’le ticaret konusuna farklı bakışlar mevcut. Bazı kesimler başlangıçta ticareti inkâr ya da küçümseme yoluna gitmiş, bir kısmı ise ticaretin İsrail’e zarar verdiğini iddia ederek bizzat savunmuştu. Bazı gruplar ise ticaretin kesilmesi gerektiğini ifade etseler de bunun öncelikli/eksen gündem olmaması gerektiğini belirtiyorlar.
Bu gruplar arasında İsrail’le ticaret yapan kimi şirketlerin sahiplerinin de bulunması açık bir çelişki. Örneğin Milli İrade Platformu’nun Bilal Erdoğan liderliğinde düzenlediği 1 Ocak 2024 Galata Köprüsü Mitingi de bu açıdan eleştirilmişti.
İslami camianın anaakım gövdesiyle ilişkide olup iktidar ile mesafesini bağımsız biçimde koruyabilen gruplar da mevcut.
– Muştu Gençlik
– Open The Rafah
İslami kimliğiyle öne çıkan Gazeteci Yazar Adem Özköse öncülüğündeki Muştu Gençlik her iki kesim arasında duruyor ve her ikisi ile de iletişim hâlinde. Bu açıdan bir kesişme alanı şeklinde tanımlanabilirler. Muştu Gençlik gençlerle kitap okumaları vb. etkinlikler yapan, İslami bilinçlenmeyi eksenine almış bir kimliklenme çabası. Bu sebeple Gazze eylemleri de barışçıl ve sağduyu ekseninde şekilleniyor ve 90’lardan bu yana elde edilen protesto kültürünün devamlılığını ifade ediyor.
Refah Sınır Kapısı’nın açılması talebiyle ortaya çıkan gençlik hareketi Open The Rafah grubu da duruşu itibarıyla Muştu Gençlik’e benzer şekilde İsrail’le ticarete karşı net tavır almış bir oluşum. Başlangıçta Filistin İnisiyatifi’nin gençlik kanadı şeklinde hareket eden Open The Rafah’ın süreç içerisinde abilerinden daha farklı bir eylemlilik ortaya koyması ve İsrail’le ticaret konusunu gündemlerine almaları gençler ve eski nesiller arasındaki bakış farklılığını da ortaya koyuyor. Grubun Azerbaycan’ın İstanbul Başkonsolosluğu önünde Azerbaycan bayrakları ile düzenlediği protesto eyleminde kapsayıcı bir dil kullandıkları gözlemleniyor.
Gazze olaylarının başlamasından bu yana iktidar karşıtı bir çizgide konumlanan Filistin aktivistleri ise şu şekilde sıralanabilir:
– Filistin İçin Bin Genç
– Direniş Çadırı
– Filistin’e Özgürlük Platformu
– Filistin İçin Ayağa Kalk Bursa
– Filistin İçin Kıyam Hareketi
– Filistin’de İşgale Son Platformu
– Filistin İçin Öğrenci Dayanışması
– Galatasaray Üniversitesi Filistin Masası
– Anadolu Neferleri
– Köklü Değişim
Bu grupların ortak özelliği hepsinin platform olması ve heterojen yapıları. Heterojen yapılarının yanı sıra geleneksel hiyerarşik yapılanma modellerine karşı üretilen alternatif bir örgütlenme tecrübesini yansıtıyorlar ki kanaatimce bu açıdan dikkate değer bir çaba. İkinci açıdan bakıldığında ise bu hareketler genellikle gençler tarafından iktidara yönelik daha somut muhalif bir duruşu temsil ediyor. Yarı-resmî diğer kanadın aksine iktidarın ve sermayenin İsrail’le 7 Ekim sonrası da süren ticaretini eksene alan protestolar düzenliyorlar. Ürettikleri dilin ve protesto söyleminin anaakım muhalefet partilerinin de önüne geçmesi, yerel seçimlere etki etmesi, bu grupların etki alanının gücünü gösteriyor.
Ancak en güçlü oldukları noktalar aynı zamanda en zayıf noktalarını da teşkil ediyor. Geleneksel hiyerarşilere karşı yatay organizasyonlar dışarıdan manipülasyonlara daha açık hâle gelir.
Manipülasyonun en kolay yapılabileceği yöntemsel hata ise kuşkusuz kontrolsüz sloganlar ve şiddet olacaktır. Bu tip sapmalar göstericilerin ana hedeften uzaklaşmalarına, kendileri hakkında diğer kanat tarafından dillendirilen kuşku ve komplo teorilerine katkı sağlamaya sebep olacaktır.
İktidar yanlısı ya da ona paralel hareket eden Filistin platformlarının bu gruplara yönelik en çok öne sürdüğü eleştiri, grupların temsiliyetlerinde karmaşa olduğu ve heterojenlikleri içerisinde çeşitli terör gruplarının olduğu yönünde. Bu eleştiriye cevaben ise söz konusu şüphelerin yersiz olduğu, söz konusu gruplarla karşı tarafta yer alan kimi STK’ların da zaman zaman bir araya gelebildiği hatırlatılıyor.
Filistin İçin Bin Genç (FİBG) bu platformların en popüleri. Eylemleri ses getirmekle birlikte sayısal olarak azınlıktalar. Hem Marksist “Gençlik Komiteleri” hem diğer sosyalist grup Emek ve Adalet platformunu hem de İslamcı ya da Liberal bağımsız gençleri içeriyor. FİBG, somut adreslerin önünde etkili sloganlar geliştirerek yeni nesil arasında gerçek bir motivasyon yakalayabildi. FİBG, “eylem yorgunu” kitleler ile kendisi arasındaki güven sorununu da çözebilirse bu motivasyon çok daha ileri bir dalgalanmaya yol açabilir. Henüz bu gerçekleşmese de FİBG’nin çağrıları sayesinde bazı sendikaların SOCAR’ı protestoya başlaması önemli bir etki.
Şiddet Tartışılıyor
Kendi içlerinde tam demokratik bir yataylığa sahip olsalar da diğer gruplarla ilişkilerinde içlerine kapanık olmaları eleştiri konusu. SOCAR eylemi sonrası şiddet yönteminde netleşmelerine yönelik eleştiriler aldılar. Eylemi gözlemleyen diğer aktivistlerden Mehmet Ali Başaran’ın kaleme aldığı makale, protestocular arasında verimli bir tartışma gündemi yarattı. SOCAR binasının kapılarının kırılması, sonrasında eylemcilerin bina içerisine girmesi göstericileri de şaşırtmıştı. Normalde yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı diğer eylemlerin aksine İstanbul Emniyeti adeta göstericilere yol vermiş gibi çok az güvenlik gücü konuşlandırmış, bina içerisinde de güvenliğin zayıf olması sebebiyle eylemcilerden bazıları binanın üst katlarına ulaşabilmişlerdi. Sonuçta oraya binaya saldırmaya ya da basmaya gitmemişlerdi, ancak bu “yol verme” sonucu hazırlıksız yakalanıp şiddet kullanmışlardı. Bu manipülasyona açık bir durum olduğundan, protestocular bundan sonra nasıl davranılması gerektiğini tartıştılar. Ancak burada karşımıza Türkiye solunun örgütçü hastalıkları çıkıyor. Spontane gelişen böyle durumlarda önceden belirlenen istişari kararlara uymak yerine kendi bildiği yöntemlerde ısrar etmek böylesi bir hastalık örneğin.
Direniş Çadırı ise İslamcı karakteri ağır basan ve yurt çapında aynı gün ortak eylemler yapabilme potansiyeline sahip en örgütlü platform. Direniş Çadırı’nın herhangi bir sözcüsü ya da temsilcisi yok. Gönüllü katılımcıların şuraları ile il il organize oluyorlar. Her il kendi İslami çizgisi ile ortak konu Gazze ekseninde bu ağa dahil oluyor. Direniş Çadırı’nın bileşenlerinden Eğitim İlke-Sen’in müstakil olarak Üsküdar Meydanı’nda düzenlendiği haftalık protesto eylemleri de duyarlılığı diri tutan devamlılık örneklerinden.
Direniş Çadırı, yurt çapında FİBG ve Filistin’e Özgürlük Platformu ile ortak eylemler düzenliyor. Barışçıl yöntemi benimsedikleri için şiddete sürüklenerek provoke edilme ihtimalleri zayıf. Ancak tümden yatay bir organize ağ olduklarından bir ildeki gönüllüler ile diğer ildeki gönüllüler arasında söylem farkları açığa çıkabiliyor. Bu organizasyon zaafını aşabilirlerse İslami camia içerisinde talepleri somut olmayan, iktidarın ayağına basmak istemeyen eylem yorgunlarını da tekrar meydanlara taşıyabilirler.
Filistin’e Özgürlük Platformu ise Gençlik Komiteleri dışındaki bazı Sosyalist ve liberal grupların etkin olduğu bir platform. Troçkist, Liberal, İslamcı aydınların öncülük ettiği “Vicdan Mahkemesi”, platformun en önemli etkinliği. Platformun ülke aydınlarına ulaşma ve onları da Gazze duyarlılığına katma potansiyeli, kamuoyu yaratma açısından çok önemli bir özgül ağırlık oluşturuyor.
Filistin’de İşgale Son Platformu da İGD, Halk Evleri, Kaldıraç, EHP gibi sosyalist parti ve grupların ortak eylemlilik için kurduğu bir platform. Sol çevreler yazımızın başında belirttiğimiz sebeplerden dolayı cılız da olsa Gazze gösterileri düzenliyorlar.
Yine bu alanda unutulmaması gereken bir grup da İBDA-C örgütü mensuplarının organize ettikleri Anadolu Neferleri grubudur. Grubun Yalova ve İstanbul’da yüzlerce kişiyle İsrail’le ticarete karşı düzenlediği protestolara genellikle İsmailağa Cemaati kökenli gençler tarafından katılım sağlanıyor. Hizbu’t Tahrir ve Köklü Değişim Dergisi’nin düzenlediği barışçıl Gazze protestoları da kendi renk ve söylemleri ile aralıklarla sürdürülüyor.
Örgütsüz Bireysel Tepkiler
Başka bir fenomen de kendiliğinden ortaya çıkan sivil inisiyatiflerdir. Örneğin Galatasaray Üniversitesi Filistin Masası, Galatasaray Üniversitesi Dayanışma Ağı gibi gençlik oluşumları böylesi öğrenci girişimleridir. Ayrıca bahsettiğimiz bu platformlarda yer alan ya da almayan birçok kişi tümüyle sorumluluk duygusuyla zaman zaman harekete geçip bireysel protestolar yapabilmekteler. Örneğin yerel seçimler öncesi birçok bakan ve siyasinin mitingine katılıp bez pankartlar açan kişiler bu kategoride anılmalıdır.
Muhalif Filistin Platformları buna karşın yandaş platformları “tatlı su eylemciliği” yapmakla, “öznesiz, muhatapsız konforlu gösteriler yaparak kitlelerin gazını almak”la eleştiriyor. Bu yaklaşıma göre öncelikle kendi ülkemizdeki sorumluların İsrail’le olan ilişkileri, ticaretleri gündem edilmeli ve eleştirilmeli.
Bu tutum ise karşıtları tarafından dış güçlerin oyunu komplo teorisi ile “izah” ediliyor. Bu yaklaşıma göre “İrancılar” ve “Batıcılar” Türkiye’nin Gazze konusundaki tavrını çekemiyorlar. Öte yandan Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı itibarsızlaştırmak için gizli bir ajanda ile hareket ediyorlar.
İrancılık eleştirisinin makalemizin başında belirttiğimiz çok önceye dayanan çatışmanın yansıması olduğu aşikâr. Ancak bu eleştiriye de bu platformlardan şu cevap geliyor: “İrancıların Filistin eylemlerine katılmaları başka bir şey, o eylemleri organize edip yönetmeleri, kendi renklerini vermeleri başka bir şeydir. Atılan hiçbir sloganda, taşınan hiçbir döviz ve flamada İrancılığı ya da başka bir kimliği ifade edecek bir materyal bulunmuyor. Eylemlere gelen insanları girişte hangi cemaattensin diye kontrol edemeyiz. Ortak konu Filistin ise bu eylemlere her kesimden Sünni’si, Şii’si, Selefi’si, İrancı’sı herkes gelebilir. Bu, o etkinliği tek bir grubun yaptığı anlamına gelmez.”
Gizli ajanda iddialarına da şöyle cevaplarla karşılaşıyoruz: “Bu iddia gülünç ama varsayalım ki bizim gizli ajandamız var. Bu bizim protestomuzun içeriğini, söylemimizin haklılığını değiştirir mi? O hâlde bize alan bırakmadan bu kardeşlerimizin İsrail’le ticarete, petrol akışına karşı çıkmalarına engel mi? Biz Waldo sen neden burada değilsin diye soruyoruz.”
Her iki kesimin de kanaatimce haklı ve haksız oldukları noktalar mevcut. Sosyal etkinlikler, toplumsal protestolar, eylemleri yapan kişileri sakinleştirmek, avutmak için yapılmaz. Protestonun amacı gündemdeki konunun kamuoyu nezdinde görünürlüğünü artırmak, gündem oluşturmak, duyarlılığı yaygınlaştırmak ve her şeyden önce konuyla doğrudan ilgili sorumluları, siyasileri harekete geçirmeye zorlamak için tabandan baskı oluşturmaktır. İran, Suriye, Türkiye gibi ülkelerde rejimler de Filistin’i savunma söylemi kullandıkları için hem yönetimlere muhalif olup hem de Filistin’i desteklemek oldukça zorlaşmakta. Bu açıdan Türkiye sermayesinin ve iktidarının ortaklaşa biçimde İsrail’le özel ve resmî ticaret devam etmesi, Türkiye’de yaşayan Filistin dostları tarafından protesto edilmesi gereken bir gündemdir. Ancak bu protestoların barışçıl karakterinin bozulmaması, yöntem ve söylemlerin popülizm uğruna asıl amacın önüne geçmemesi gerekir. Bu noktada geçmişten gelen ideolojik, dinî ve mezhebî farklılıklar öne sürülerek Filistin destekçisi gruplara düşmanlık yapmak, haklarında suizan yaymak yerine bu gruplarla iletişimin, istişarelerin geliştirilmesi de elzem. Ayrıca İsrail’le ticaret yapan firmaların protesto edilmesi herhangi bir grubun da tekelinde değil. O alanlar daha çok gösterici tarafından doldurulursa, diğer gruplarda var olduğu öne sürülen şüpheler ve zaaflar da önemini yitirecektir. Aynı şekilde “tatlı su eylemciliği” eleştirisi ancak iktidarı rahatsız etmeden protesto yapmaya çalışan gruplarla daha fazla hukuk geliştirerek aşılabilir.
Sonuç olarak makalemizde adını andığımız tüm bu irili ufaklı grupların ana hedefinin Gazze’de yaşanan soykırımı durdurmak için kamu diplomasisi yapmak olduğu, halklarda ve siyasette Gazze’yi sürekli gündemde tutmak için çabaladıkları kuşkusuz. Söylem tonları kimi zaman farklılaşsa da tüm bu çabaların toplamı Türkiye’deki genel duyarlılığı diri tutuyor ve siyaset sahnesinde muhalefet partilerini bile geride bırakacak şekilde yönetimin kimi politikalarına etki edebiliyor. Ancak gruplar arasındaki yöntem ve söylem farklılıklarının ötesinde özellikle iktidar kaynaklı yaygınlaştırılan dezenformasyon, komplo teorileri ve itibarsızlaştırma kampanyaları Filistin dostları arasında ortak hareket etmeyi güçleştirmekte. Hatırdan çıkarılmamalı ki her üç blok da heterojendir, birbirinden farklı ideolojik geçmişlerden gelmektedir. Dolayısıyla bir platformda yer alan herhangi bir bileşenin geçmişi ya da kimliği öne sürülerek, oraya odaklanarak platformun tümü karalanmaya çalışılıyor. Bu gibi kuşkuların giderilmesi için taraflar arasında çok daha fazla diyalog gerekiyor.
Bu gruplar, sadece İsrail’le özel ticaretin önce kısıtlanması sonra da tümüyle kesilmesi değil, devlet olarak İsrail’le ilişkilerin kesilmesi, hava sahasının kapatılması, BOTAŞ-SOCAR üzerinden devam eden resmî petrol ticaretinin de durdurulması, Türkiye’de bulunan ABD üslerinin kapatılması ya da İsrail’le koordinasyonda kullandırılmaması gibi talepleri de dillendiriyorlar. İktidarla paralel hareket eden kimi STK’ların da zaman zaman bu talepleri dillendirmesi, üçe bölünmüş aktivist bloklar arasında iletişim kanallarının güçlendirilmesi için ortak noktaların aslında çok olduğunu gösteriyor.
Barışçıl, sivil ve iktidardan bağımsız tutumun doğru tutum olarak belirlenmesi ekseninde Gazze dayanışması gerçekten tüm bu gruplar arasında dayanışma kültürünü geliştirebilir.