Türkiye’nin Milli Bir Rand Corporation’a İhtiyacı Var
Bir an için gözlerinizi kapatın. Türkiye’nin RAND Corporation benzeri bir stratejik araştırmalar merkezi olduğunu düşünün. Ankara’nın güvenlik ve savunma siyasasını oluşturan bu merkez, kamu kaynakları da kullanmasına karşın bağımsız hatta kendisine fon sağlayan kamu kurumlarının siyasalarını eleştiren makaleler yayımlıyor olsun. Şimdi, tam da bu noktada gözlerimizi açalım. Kendimize sormamız gereken kritik soru şu: Kurduğunuz hayal size ne kadar gerçekçi geldi?
RAND Corporation’ın son Türkiye raporu, hem Türk – Amerikan ilişkilerinin ciddi biçimde test edildiği mevcut konjonktürel koşullardan ötürü, hem de milli güvenliğimize ilişkin birçok hassas konuda fazlasıyla cüretkâr senaryoları nedeniyle çok tartışıldı. Açıkçası, televizyonlarda genellikle aynı altı kişinin karşı karşıya oturup anayasa hukukundan sınır ötesi harekatlara kadar birçok konuyu hararetle tartıştığı programların katılımcıları arasında kaç kişi ilgili raporun orjinalini okumuştur ya da okuyabilmiştir, bu yanıtına ilişkin çok da iyimser olamayacağımız bir soru. Ama biz, bu makale ile daha önemli bir soru soracağız ve bunun için de biraz hayal gücümüzü kullanacağız…
Şimdi bir an için gözlerinizi kapatın. Türkiye’nin RAND Corporation benzeri bir stratejik araştırmalar merkezi olduğunu düşünün. Bu merkez, Ankara’nın güvenlik ve savunma siyasasını oluşturan kamu kurumlarından açıkça ve şeffaf biçimde araştırma fonları alıyor olsun. Çalışma sahası da askeri tıptan dış politikaya, robotik harp & yapay zeka konularından savunma ekonomisi ve özel ülke etüdlerine kadar uzansın. Üstelik, yüzlerce çalışanı olan bu merkez, büyük ölçüde kamu kaynakları da kullanmasına karşın, araştırmalarında ve bulgularını yayımlama hususunda bağımsız bir think-tank kadar serbestiye sahip olsun. Hatta dönem dönem kendisine fon sağlayan kamu kurumlarının siyasalarını da eleştiren makaleler yayımlıyor da olsun. Dahası, hayali merkezimizin iş kültürünün temelinde, gerontokrasiden son derece uzaklığı ve disiplinler-arası araştırmalara da önem vermesi bulunsun. Ayrıca savunma sektörü ile organik de ilişkiler geliştirsin.
Tam da RAND raporu ile hemen aynı dönemde, yukarıda betimlenen hayali Türk stratejik araştırmalar merkezinin, komşu bir ülkede mevcut rejimin çökmesi ve iç karışıklık çıkması hâlinde Ankara’nın askeri seçeneklerini ve çıkarlarını değerlendiren bir rapor yayımladığını hayal edin. Bu çalışma o kadar derinlikli ve aynı zamanda bir o kadar cüretkâr olsun ki, söz gelimi, incelemeye konu komşu ülkenin silahlı kuvvetleri içindeki eğilimleri analiz etsin, etnik ve siyasi fay hatları üzerinde değerlendirmeleri olsun, kritik ulusal altyapısını, hava üslerini, kritik askeri tesislerini haritalar ile göstersin. Türkiye’nin, bu ülkedeki olası bir iç karışıklığa müdahale etmesi ihtimalleri üzerinde çalışsın ve Ankara’nın iş birliği yapabileceği potansiyel grupları da değerlendirsin. Bu rapor yayımlandıktan sonra da, rapora konu ülkenin televizyonlarında, birçoğu hayatında Türkiye’yi görmemiş ve tek kelime Türkçe bilmeyen yorumcuların ilgili Türk stratejik araştırmalar kurumunun ajandası ve bağlantıları ile ilgili, çoğu zaman ciddi bir bilgisizlikle yorumlar yaptığını hayal edin.
Şimdi, tam da bu noktada gözlerimizi açalım. Kendimize sormamız gereken kritik soru şu: Kurduğunuz hayal size ne kadar gerçekçi geldi? Eğer, fazlaca uçuk bir ufuk turu yaptığımızı düşünüyorsanız, küçük bir sorunumuz var demektir. 21. yüzyılda milli güvenlik kapasitesinin entelektüel temeli, RAND gibi kurumlara sahip olmaktan ve başka ülkelere, bölgelere, temalara ilişkin planlar yapmaktan geçiyor. Ayrıca savunma sanayiniz yetenek üretirken – ki özellikle insansız hava sistemleri konusunda Türk savunma aktörleri Bayraktar TB-2 ve Anka-S gibi üst düzey çözümler ortaya koyuyorlar –, RAND benzeri milli kurumlarınızın da bir yandan konsept üretmesi gerekiyor.
Türkiye, güvenliğine yönelik ayrılıkçı terörden balistik füzelere kadar geniş bir spektrumda tehditleri karşılaması gereken, son derece kırılgan bölgelere sınır komşusu olan, askeri kapasitesini yüksek tutması gereken bir ülke. Türk Milleti’nin güvenliğini en etkin şekilde sağlamak için, içinde bulunduğumuz devrin ruhunu iyi değerlendirmek gerekiyor.
Bu nedenle, makalemizde üç şey yapacağız: Öncelikle, enformasyon döneminde bilgi ve milli güvenlik ilişkisinin nasıl değiştiğine bir göz atmamız gerekiyor. Ardından, askeri kapasite değerlendirmesine ilişkin kriterlerimizi gözden geçireceğiz. Son olarak, somut örneklerle, Türk karar vericiler için öneriler sunacağız.
Enformasyon Dönemi Milli Güvenlik Anlayışı ve ‘Bilgiye’ Yaklaşım
Post-endüstriyel süreçlerden geçilen ve tam anlamıyla enformasyon çağına doğru hızla ilerlenen günümüzde ve yakın gelecekte, Türk devletinin milli güvenlik reflekslerini ve bu noktada özellikle de ‘bilgiye’ olan yaklaşımını düzenlemesi elzem. Çünkü Soğuk Savaş döneminde, hemen her devlet için yüksek gizlilik derecesini haiz birçok unsura günümüzde sosyal medya, askeri bilimler yayınları ve açık-kaynaklı istihbarat mecraları aracılığı ile ulaşmak mümkün. Ukrayna’nın doğusunda Rusya Federasyonu yanlısı ayrılıkçı milislerin kontrolündeki bölgede düşürülen Malezya uçağına ilişkin sis perdesini sosyal medyada açık-kaynaklı istihbarat çalışmalarının aralamış olması, yakın geleceğin hâkim paradigmasını da ortaya koyuyor.
Günümüzde birçok özel kuruluş, askeri envanterlere ilişkin geniş veritabanları sunmakta. EDAM da dahil olmak üzere birçok merkez, açık-kaynaklı savunma istihbaratı raporları yayımlıyor. Bahse konu yayınlar, enformasyon ortamının giderek dijitalize olması ile birlikte yükseliş trendinde, zira açık-kaynaklı veriler ve bu verileri işleyebilecek kabiliyete erişim arttı.
Bugün üst düzey think-tank’ler, kısa bir sürede, yüksek bir doğruluk oranı ile herhangi bir ülkenin envanteri, doktrini, milli askeri strateji bilgileri, kritik üslerinin konumları, temel silah sistemlerinin nitelikleri gibi hususlara ilişkin geniş bir çalışma oluşturabilir. Açık-kaynaklı istihbarat ile ilgilenen birçok aktör, tamamen yasal sınırlar içinde kalarak ve sosyal medyayı kullanarak, süren bir askeri harekata ilişkin teknik veriler (hangi platformların kullanıldığı, konum bilgileri, sevk ve idare eden üst düzey personel, hangi birliklerin iştirak ettiği vb.) toplayabilir ve yayımlayabilir. Zira insanlık, enformasyon ortamının dijitalize olması ile birlikte, avcı-toplayıcı dönemdeki mağara resimlerinden 2000’li yılların başına kadar ürettiği toplam veriden daha fazlasını son birkaç yıl içinde üretmiştir. Bu nedenle ‘gizlilik’ hâlen önemini korusa da, daha dar ve kritik alanlar için geçerli.
Açık-kaynaklı bilgiye ilişkin temel sorun ise toplanan verinin işlenmesi ve değerlendirilmesinde ortaya çıkmakta. Bu sorunlara çözüm bulmak için de bir yandan gerekli beyin gücünün ortaya çıkarılması, diğer yandan da günümüz teknolojilerinin mümkün kıldığı algoritmik ve yapay zekâ temelli kabiliyetlerden yararlanmak gerekiyor.
Enformasyon Döneminde Askeri-Endüstriyel Eko-Sistem
Mevcut literatürde, askeri güç kavramının üzerinde uzlaşılan bir tanımı olmasa da, askeri gücü oluşturan a) kuvvet yapısı (insan gücü, aktif personel sayısı, teşkilat, birliklerin yapısı, muharebe kuruluşu), b) modernizasyon seviyesi (silah sistemleri ve askeri ekipmanın teknik seviyeleri) c) harbe hazırlık düzeyi (personel ve askeri birliklerin verilen görevlere ne ölçüde hazır olduğu, eğitim ve tatbikat faaliyetlerinin kalitesi, askeri birliklerin gerçek harp koşullarında tecrübesi) ve d) sürdürülebilirlik (askeri harekâtların ve caydırıcılık seviyesinin hangi oranda sürdürülebilir kılınacağına ilişkin parametreler. Örneğin; lojistik imkânlar, envanter yapısı, endüstriyel kabiliyet, savunma işbirlikleri, savunma ekonomisi) şeklinde dört ana husustan söz etmek mümkün.[1]
Öte yandan, özellikle post-endüstriyel dönemde ve enformasyon çağında (ya da enformasyon çağına geçiş aşamasında) askeri gücün ölçülmesi sanılandan biraz daha karmaşık. Zira savunma gündemi, çok farklı ufuklara yelken açtı. Söz gelimi, Pentagon’un 10 milyar dolarlık JEDI (Joint Enterprise Defense Infrastrucute) projesi, Amazon, Microsot, IBM ve Oracle gibi teknoloji şirketleri arasındaki yarışmaya tanıklık etti. Açık-kaynaklı dijital istihbarat faaliyetlerinden ötürü Rusya Federasyonu, akıllı telefonlar dahil birçok elektronik cihazın askeri personel tarafından kullanımına kısıtlamalar getirdi. Pentagon ise Fitbit gibi fiziksel aktivite girdilerini takip eden ve konum bilgisi toplayan taşınabilir elektronik aparatların personel tarafından kullanımını yasakladı. Söz konusu gelişmeler, gerçek bir paradigma değişikliğine işaret ediyor.
Askeri gücün temelinde stratejik kaynaklar bulunur. Stratejik kaynaklar, ülkenin bilimsel araştırma ve üretim düzeyinden savunma sektörünün imkânlarına, insan gücü ve eğitim seviyesinden savunma ekonomisi ve askeri harcamalarına, askeri altyapısından envanter ve lojistik imkânlara kadar geniş bir yelpazede ele alınmaktadır[2]. Öte yandan, stratejik kaynaklar doğrudan askeri güç anlamına gelmez. Stratejik kaynakları benzer olsa da, Yeni Zelanda ile İsrail’in askeri güç üretme kapasitesi aynı değildir[3]. Benzer bir durumu, günümüzde geniş kaynaklarına karşın Yemen’de ve topraklarını asimetrik hibrit harp tehditlerine karşı koruma konusunda Suudi Arabistan Silahlı Kuvvetlerinde müşahede etmek mümkün. Daha mütevazı kaynakları olmasına karşın İran, Suudi yönetimine göre daha fazla askeri kapasite üretiyor.
Askeri gücü oluşturan ikinci temel sütun, stratejik kaynakları askeri kabiliyete dönüştürme becerileridir. Bu süreçte doktrin, tatbikat, uluslararası savunma ilişkileri kurarak farklı ülkelerin deneyimlerinden yararlanma kabiliyeti, tehdit değerlendirmesi, milli askeri strateji, savunma politikası, teşkilat ve kuvvet yapısı, muharebe düzeni, eğitim (milli savunma üniversiteleri, askeri okulların durumları, ihtisas kursları ve kıta eğitimi vb.) gibi hususlar ön plandadır[4].
Son olarak, stratejik kaynakların dönüşüm kapasitesi ile birleştiğinde ortaya çıkan muharip kuvvetin harp sahasındaki etkinliği önemlidir. Burada askeri harekât parametreleri ile harp ve harekât ortamının çok geniş bir spektruma karşılık geldiği belirtilmelidir. Bir ülkenin kara harp performansı ile deniz harp gücü, hatta deniz harp gücü içinde su-üstü ve sualtı platformlarının muharip yetenekleri, hava kuvvetleri ile hava savunma kuvvetlerinin durumu, kara harp yeteneklerinin içinde zırhlı ve mekanize birliklerinin yetenekleri ile kara havacılık ve uçar-birlik kabiliyeti, hava indirme kabiliyeti, topçu unsurları ve en nihayetinde stratejik silah sistemleri (örneğin; düşmanın geri hatlarını ve kritik ulusal altyapısını vuracak balistik füze yetenekleri, nükleer yetenekleri vb.) aynı düzeyde değildir. Benzer şekilde, gece/gündüz şartlarında operatif kabiliyet, farklı rakım ve arazi şartlarında başarım da farklı olacaktır. Bu nedenle temel kriterler arasında, kuvvetler arasında müşterek harekât becerisi/bir kuvvetin farklı sınıflarının birlikte operatif sonuç üretme yeteneği, edinilen teknolojiyi eğitim, tatbikat ve gerçek harp koşullarında deneyerek entegre etme kapasitesi, komuta-kontrol altyapısı, her bir kuvvet için temel görevlerdeki performans ve kabiliyet gibi hususlar ön plana çıkmaktadır[5]. Örneğin; Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri, özellikle karadan havaya füze (surface-to-air missile – SAM) ve elektronik harp yetenekleri dolayısıyla, düşmana belirli bir bölgeyi kapatma ya da belirli bir bölgede düşmanın hareket alanını sınırlandırma (Anti-Access/Area Denial) bağlamında caydırıcı bir güç iken, Suriye deneyiminde görüldüğü üzere, donanma havacılığı ve uçak gemisi kabiliyetleri bağlamında oldukça problematik bir seviyededir. Türkiye, konvansiyonel kara harp yetenekleri açısından gerek bölgesinde gerekse NATO ittifakı içinde çok üst düzeyde iken, stratejik silah sistemleri konusunda aynı kabiliyete sahip değildir. Çin Halk Kurtuluş Ordusu, dünyanın en geniş demografik havuzuna sahiptir ve etkileyici bir savunma ekonomisi oluşturmuştur, buna karşın güç projeksiyonu yetenekleri sınırlıdır ve ABD Silahlı Kuvvetleri gibi küresel düzeyde stratejik kuvvet konuşlandırma kapasitesi yoktur.
Son olarak, muharip performans ve genel anlamda askeri gücün, her bir durum için farklı kıymetler ifade edeceği unutulmamalıdır. Askeri güç, kuvvetler dengesi ile doğrudan ilişkilidir ve nispidir[6]. Söz gelimi, İran – Suudi Arabistan askeri stratejik dengesi, İran – İsrail askeri dengesi, İran – ABD askeri dengesi, İran – NATO askeri dengesi denklemlerinde, İran’ın aynı stratejik kaynaklar, aynı stratejik kaynakları askeri yeteneğe dönüştürme becerisi ve aynı muharip etkinlik kapasitesinde olduğu senaryolarda dahi, farklı askeri güç seviyeleri ortaya çıkmaktadır.
Türkiye Ne Yapmalı?
1) Stratejik kültürel engeller bulunsa da, ABD istihbarat toplumunun önemli bir üyesi olan DIA (Defense Intelligence Agency) benzeri, açık-kaynaklı savunma istihbaratı ile ilgilenen bir kurumun ve yine bu alanda kamu dışında çalışan düşünce kuruluşlarının faaliyetlerinin desteklenmesi uzun vadede ciddi bir kazanım olacaktır.
2) İster açık-kaynak istihbaratı kullanılsın, ister gizlilik derecesi olan bilgilerden ve yöntemlerden istifade edilsin, askeri gücün ölçülmesi kolay değildir. Zira, her karmaşık sistem gibi askeri gücü meydana getiren herhangi bir girdideki en küçük değişiklik, sonuçlarda çok büyük farklılıklara sebebiyet verebilir. Yine de yakın dönemde de askeri gücün ölçülmesi için çeşitli projeler yürütülmüştür. Bunlardan belki de en bilineni, 1981’den itibaren Soğuk Savaş’ın bitimine kadar yayımlanan, ABD Defense Intelligence Agency (Savunma İstihbarat Ajansı) imzalı Sovyet Askeri Gücü (Soviet Military Power) raporlarıdır. Bahse konu raporların en dikkat çekici yanı da, herhangi bir gizlilik derecesine tâbî tutulmadan yayımlanmaları olmuştur. Zira Başkan Ronald Reagan, askeri siyasasının da gereği olarak, Sovyet askeri tehdidinin Batı strateji toplumu ve kamuoyu tarafından yakından bilinmesini istemiştir. Benzer şekilde, ilk maddede kurulması tavsiye edilen savunma alanında genelde açık-kaynaklı istihbarat faaliyeti yapmasını önerdiğimiz kurumun, Türkiye için kritik portföylerde küresel düzeyde referans olacak benzer çalışmalar yayımlaması yerinde olacaktır.
3) Türk savunma sanayi, gerek özel sektör gerekse kamu imkânları ile insansız sistemler alanında başarılı bir atılım yapmıştır. Taktik SİHA ve MALE (medium altitude/long endurance) sınıflarında çok saygın bir yer edinen Türk savunma eko-sistemi, stratejik görevler icra edebilen operatif İHA ve üstü platformlara doğru yol almaktadır. Dünyadaki diğer örnekler ve trendler incelendiğinde, iki temel nokta dikkat çekmektedir. Birincisi, Türk güvenlik güçlerine teslim edilen İHA sayısının aynı tempoda artacağı kabul edilir ise orta ve orta-uzun vadede İHA’lardan elde edilen işlenmemiş, ham istihbarat verisinin analiz edilmesi, insan-odaklı istihbarat analizi ve kıymetlendirmesi potansiyelini aşacaktır (ABD’nin mevcut insansız hava araçları ağından toplanan bilgilerin analiz edilmesi için, onbinlerce analiste ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir). Dolayısıyla, İHA’lardan gelen ham verilerin işlenmesi ve değerlendirilmesi için yapay zekâ tabanlı sistemlere yatırım yapılması ihtiyacı ortaya çıkacaktır. İkinci olarak, stratejik görev yapan operatif İHA sistemlerinin envantere girmesiyle birlikte, ağ-merkezli harekât yetenekleri ve gereksinimleri daha fazla önem kazanacaktır. Bu süreç, platform-merkezli yaklaşımlardan tedrici olarak muharebe ağlarına (battle network), yani bir sensörler ağından toplanan bilgilerin, ortak komuta-kontrol sistemi ile kıymetlendirilerek, en uygun durumda olan muharip platforma aktarıldığı yetenekler manzumesine geçmek anlamına gelmektedir.
4) Türkiye Cumhuriyeti Savunma Sanayii Sektörel Strateji Dokümanı’nın (2018 – 2022) belirttiği üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçlarının karşılanmasında 1990’lı yılların başı hazır alımların yoğun olduğu bir döneme, 2000’li yıllara gelindikçe belirli sistemlerde sınırlı ortak üretim dönemine, 2000’li yıllar ise birçok sistemde yurtiçi üretime (özellikle lisans altında üretimden yerli dizayn ve mühendisliğe dayalı üretime) geçiş aşamasına karşılık gelmektedir[7]. Özellikle Suriye harekâtlarında görülen konvansiyonel harp kapasitesi, milli silah sistemlerinin önemini ortaya koymaktadır. Öte yandan, günümüz koşullarında orta büyüklükte devletler için stratejik silah sistemleri ile 5. ve 6. nesil askeri havacılık projelerinde uluslararası iş birliklerinin ön plana çıktığı unutulmamalıdır.
5) Savunma teknolojisi üretmek ülke çapında kompleks bir sistemin kurulmasını gerektirmektedir. Zira teknoloji ve yetenek, araştırmanın ürünüdür. Örneğin; ABD 2016 mali yılındaki savunma bilim ve teknoloji bütçesinin temel araştırma bölümü 2.2 milyar dolarlık bir portföyü kapsamaktadır. Bahse konu temel araştırma portföyünün yaklaşık 1.1. milyar dolarlık bölümü, yani %50’ye yakın bir kısmı, üniversiteler ve üniversitelere bağlı kurumlar tarafından gerçekleştirilmiştir[8]. Türkiye, daha iddialı askeri yetenekler için benzer bir yaygın altyapı kurmak ve en iyi beyinlerini elinde tutmak zorundadır.
6) Teknoloji transferi, çoğu kez Ankara’nın müttefiklerinden şikâyetlerinin başında gelmektedir. Bununla birlikte, askeri teknoloji paylaşımının önünde ekonomik ve siyasi çıkarlardan kaynaklanan çekincelerin olduğu unutulmamalıdır. Kritik savunma teknolojisi geliştirilmesi ciddi bütçeler, insan kaynağı ve kurumsal birikim gerektirmektedir. Örneğin; ABD Savunma Bakanlığı’nın savunma bilim ve teknoloji bütçesi (Defense Science and Technology – Defense S&T) 2017 mali yılında 13.4 milyar dolardır[9]. Bu harcamalar, birçok ülkenin toplam savunma bütçelerinden fazladır ve karşılıklarını on yıllar içinde silah sistemleri olarak almaktadır. Dolayısıyla, teknoloji transferinde ‘fazlaca cömert’ davranmak, esasen vergi mükelleflerinin katkılarıyla alınan sonuçları başka bir ülkeye aktarmak anlamına gelmektedir. Bu nedenle, yine vergi mükellefleri ve vatandaşların çıkarlarını koruyacak dış politika ve güvenlik sonuçları üretileceğinden emin olunduğu durumlarda geçerli olabilir.
7) Daha önce yetkililer tarafından ilk işaretleri verilen, Türkiye’nin Yapay Zekâ Strateji Belgesi’nin en kısa sürede hazırlamasında büyük yarar görülmektedir. Ayrıca, daha önce İHA Yol Haritası olarak yayımlanan dokümanın, Robotik Harp çerçevesinde, genişletilip güncellenerek sürdürülmesinin faydalı olacağı değerlendirilmektedir.
8) Küresel trendler, klasik savunma eko-sistemlerinde ciddi değişimler yaşandığını ortaya koymaktadır. Microsoft, Amazon gibi teknoloji devleri, birçok NATO üyesi ülkenin toplam savunma bütçesinden daha değerli Pentagon kontratları için yarışmaktadır. Türk savunma eko-sisteminin mevcut değişimleri ve geleceğin askeri – endüstriyel parametrelerini göz önünde bulundurmaları elzemdir. Bu noktada, start-up’lar ile büyük firmaların, sivil ve askeri kullanıma açık yetenekler üzerine çalışan aktörler ile klasik savunma sanayii paydaşlarının, iddialı AR&GE projelerinde bir araya getirileceği geniş havuzlar oluşturulması gerekmektedir.
9) Son olarak, tüm bu eko-sistemin oluşturulması için Türkiye’nin aynı anda konsept, stratejik düşünce ve somut askeri yeteneği bir arada üretir olması elzemdir. Bu nedenle, makalenin daha en başında kurduğumuz hayale geri gitmek ve onu gerçekçi bir zihin egzersizi, daha sonra da gerçeğin bizatihi kendisi yapmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız.
_________
[1] James, Jay Carafano. “Measuring Military Power”, Strategic Studies Quarterly, Sonbahar 2014, s. 11-18.
[2] Ibid. s. 136-143.
[3] Ibid. 135.
[4] Ibid, s. 143-158.
[5] Ibid. s. 158-176.
[6] Ibid. s. 158.
[7] Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı Sektörel Strateji Dokümanı (2018 – 2022).
[8] Ibid.
[9] Ayrıntılı bilgi için bkz. John F. Sargent Jr., Defense Science and Technology Funding, Congressional Research Service, 2018.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.