Türkiye’yi Zorlu ve Uzun Bir Süreç Bekliyor
NATO üyesi Batılı bir aktör olan Türkiye, coğrafi konumunun yanı sıra Rusya ve Ukrayna ile kurduğu siyasi, ticari, ekonomik, güvenlik bağ ve ilişkileri nedeniyle mücadelenin odağında yer alıyor. Ankara bir yandan müttefiklerinin diğer yandan da Rusya’nın Türkiye algısındaki değişimi dikkatle izlemek durumunda. Bu bağlamda Ankara, kendi isteği ve beklentileri dışında birtakım kararlar almak durumunda kalabilir.
Putin Rusya’sının Batı ile Ukrayna üzerinden giriştiği rekabet, Rusya’nın ayrılıkçılarca Donetsk ve Luhansk’ta kurulan iki ‘halk cumhuriyeti’nin bağımsızlıklarını tanıma kararı ve sonrasında giriştiği işgal ile yeni bir düzeye ulaştı. Ukrayna üzerinden yürüyen bu rekabet neredeyse Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bugüne farklı aşamalardan geçerek gelişti. Moskova bu aşamalarda Sovyet döneminden kalma geleneksel araçların yanı sıra seçimlere müdahil olmak ve hibrit yöntemler kullanmak da dâhil olmak üzere eski Sovyet geleneğinde yer almayan, zamanın ruhuna uygun her türlü eski ve yeni yöntemi kullanarak Ukrayna üzerinde etkili olmaya çalıştı. Yine de Kiev üzerinde umduğu nüfuzu bir türlü tesis edemedi.
Bu dönemde Batılı aktörler de AB ve NATO genişlemelerinin yanı sıra çeşitli işbirliği programlarıyla etkinliklerini yavaş yavaş da olsa Ukrayna sınırlarına kadar ulaştırırdı. Bu mücadele karşımıza ne Rusya ne de Batı ile ilişkilerinde bir türlü denge kuramayan, seçimden seçime söylem ve vizyon değişikliklerinin yaşandığı istikrarsız ve sıkışmış bir Ukrayna çıkarttı. Ukrayna, Rusya ve Batı dünyası için öncelikli ama beklentilerin gerçekleşmediği bir meseleye dönüştü.
Nüfuz mücadelesinin bir önceki aşaması Kasım 2013’te dönemin Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in Avrupa Birliği ortaklık anlaşmasını reddetmesi ve Rusya ile daha yakın ilişkiler kurulacağını açıklamasıyla başlamıştı. Bu karar Ukrayna içinde yeni bir hareketliliğe neden olurken, Moskova yanlısı ekol Ukrayna siyasi denkleminin tamamen dışına atıldı ve Rusya’nın tepkisi ‘sert güç’ unsurlarına dönüş oldu. Kırım’ın işgal ve ilhakı ile eş zamanlı olarak Ukrayna’nın doğusundaki Moskova yanlısı gruplar da harekete geçirildi. Nisan 2014’te Ukrayna’nın doğu bölgelerinde kendinden menkul bir referandum yapılarak Mayıs 2014’te Donetsk ve Luhansk’ta ‘bağımsız’ devletçiklerin kurulduğu ilan edildiğinde, Rus askerlerinin de sınıra konuşlandığı bildiriliyordu. Moskova başlangıçta bu bağımsızlık kararlarını tanımasa da zamanı geldiğinde kullanılacak bir araç olarak elinde bir koz olarak tutmayı tercih etti.
Aradan geçen sekiz yılda yürütülen görüşmeler, imzalanan ateşkesler ve diplomatik girişimler Moskova’nın beklentilerini karşılamaktan uzak kaldı. Kiev de istediği ve beklediği ilgiyi göremese de yüzünü daha bir Batı’ya döndü. 2021 baharında ve sonbaharında Rusya’nın Ukrayna sınırına son yıllarda görülmemiş büyüklükte asker konuşlandırmasının ardından Rusya’nın ayrılıkçı bölgeleri tanıma kararı geldi. Putin, bu iki halk cumhuriyetini kendi kişisel tarihsel gerçekliklerini kurguladığı uzun bir konuşmadan sonra ‘bağımsız ülkeler’ olarak tanıdı ve güvenliklerini sağlamak üzere bölgeye ‘barış gücü’ gönderme kararı aldı. Sonrası malum: Ukrayna’nın genelini hedefleyen askerî harekât. Savaşa dönüşen harekâtın ilk haftasında, Kiev’i ele geçirmek dahil olmak üzere istediği hedeflere ulaşamayan Moskova, nükleer güç kullanma tehdidini de masaya getiren, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini ihlal eden, huysuz ve revizyonist bir güce dönüştü. Böylece uluslararası düzeni ve istikrarı da alt üst etmiş oldu.
Avrupa-Atlantik Güvenlik Mimarisi
Artık Batı dünyasının beklenenden hızlı bir biçimde tepki verdiği, uluslararası ekonomik ve siyasi yaptırımlarla Moskova’yı ağır baskı altına aldığı bir aşamaya geçildi. Fakat yaptırımlardan daha önemlisi Avrupa-Atlantik güvenlik mimarisinin, Atlantik baskısı ve zorlamasından bağımsız bir biçimde Avrupa odaklı olarak yeniden şekillendirildiği bir sürece şahitlik ediyoruz. Daha büyük bir savaşın yaşanması ihtimali hâlâ söz konusu olmakla birlikte yakın geleceğin neler getireceği üzerine değerlendirmeler, gündemi uzun bir süre daha meşgul edecek.
Ocak ayından bugüne yürütülen diplomatik görüşmeler bir tür sağırlar diyaloğuna dönüşmüş durumda. Diplomasi hâlâ masada olmakla birlikte peş peşe açıklanan yaptırım kararları Moskova üzerinde kısa vadede etki yaratacakmış gibi görünmüyor. Gelişmelerin bir süredir dağınık görünen Batılı aktörler arasındaki dayanışmayı ve söz birliğini nasıl etkileyeceğini tam olarak bilemesek de Mart ayında yayınlanmasını beklediğimiz AB’nin Stratejik Pusulası ile Haziran’da yayınlanacak NATO konseptlerinin ilk taslaklarının çöpe atıldığını ve yenilerinin yazılmakta olduğunu söylemek için kâhin olmaya gerek yok.
Ya Türkiye?
NATO üyesi Batılı bir aktör olan Türkiye, coğrafi konumunun yanı sıra Rusya ve Ukrayna ile kurduğu siyasi, ticari, ekonomik, güvenlik bağ ve ilişkileri nedeniyle bu mücadelenin odağında yer alıyor. Ankara’nın gelişmeleri kendi çıkar, beklenti ve tercihlerine göre denge içinde ele alıp alamayacağı, süreci istediği gibi yönetip yönetemeyeceğine dair spekülasyonlar daha ilk günden itibaren gündemi doldurmaya başladı. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ne Ukrayna’dan ne de Rusya’dan vazgeçeriz” yönündeki açıklaması, konunun Ankara’da hassasiyetle değerlendirildiğine işaret ediyor.
Bu türde bir hareket tarzı elbette mümkün ama belirsizlik ve engeller de bir o kadar çok. Türkiye 2014’ten bu güne Ukrayna ve Karadeniz’e ilişkin konular gündeme geldiğinde Rusya ile ilişkilerindeki dengeleri gözetmekle birlikte Ukrayna’nın egemenlik ve toprak bütünlüğüne özellikle vurgu yaptı. Batılı ülkelerin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara katılmamakla birlikte Batılı müttefikleriyle benzer söylemi kullandı ve Rusya’nın beklediği yönde hareket etmedi. Her fırsatta ve en üst düzeyde Türkiye’nin NATO üyesi olduğu dile getirildi, NATO şemsiyesi altında alınan kararlara destek verildi ve tatbikatlara aktif olarak katılındı. Ama Rusya ile stratejik ilişkilere de sürekli atıf yapıldı.
Şubat ayı başında gerçekleşen 10. Türkiye-Ukrayna Yüksek Düzeyli Stratejik Konseyi toplantısı sonrasında imzalanan anlaşmalar ise Ukrayna ile özellikle savunma sanayi işbirliği ve askeri boyutları da içermesi nedeniyle Moskova’da rahatsızlığa neden oldu. Türkiye’nin Kırım’daki parlamento seçimlerinin sonuçlarını tanımaması, Kırım Platformu gibi yapılanmalara destek vermesi, tarafların gelişmelere farklı pencerelerden baktığının işaretiydi. Nitekim hem Putin hem de Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov her fırsatta Rusya’nın “Ukrayna’yı Kırım konusunda cesaretlendirmeyi, Rusya’nın toprak bütünlüğüne kastetmek ile eşdeğer” gördüğünü Türk tarafına iletmekten geri durmadı. Sonuçta savaşın başlamasıyla birlikte oluşan yeni durumun Ankara’nın ‘dengeci yaklaşım’ olarak nitelenen tavrını nasıl etkileyeceğini yakından izlemek gerekiyor.
Ankara’nın diplomatik alandaki söylemi net. Dışişleri Bakanlığından yapılan resmî açıklamada Moskova’nın “sözde Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerini tanıma” kararının uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu, “Ukrayna’nın siyasi birliğinin, egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün açık ihlali anlamına” geldiği belirtildi. Türkiye açısından Rusya’nın karar ve tavrının kabul edilmez bulunduğu ve reddedildiği açıklandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Zelenski ile yaptığı telefon görüşmesinde “Türkiye’nin, Ukrayna’nın egemenliğini hedef alan her türlü karara karşı durduğunu” söylemişti.
Ankara ilk aşamada Rusya’nın Avrupa Konseyi’nden çıkartılmasında çekimser kalsa da BM Genel Kurulu’nda Rusya’yı kınayan karara olumlu oy verdi. Daha da önemlisi Boğazlar konusunda süreci sürüncemede bırakmadan hızlı karar aldı ve Rusya’nın operasyonunun artık bir savaşa dönüştüğü değerlendirmesiyle Montrö Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesini uygulamaya koydu. Türk Boğazlarını savaşa taraf olan devletlerin askeri gemilerine kapattı. Sonrasında Savunma Bakanı Akar tarafından gerektiğinde Sözleşme’nin 20 ve 21’inci maddelerinin de uygulanabileceği açıklandı. 20’nci madde Türkiye’nin savaşan taraf olması halinde savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda Ankara’ya dilediği gibi davranma hakkı veriyor. Sözleşme’nin 21’inci maddesi ise Türkiye’nin kendisini “pek yakın savaş tehlikesi tehdidi altında” sayması durumunda Türk hükümetinin savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda dilediği gibi davranabilmesini öngörüyor.
Çavuşoğlu’nun kıyıdaş olan ve olmayan tüm ülkeleri savaş gemilerinin Boğazlardan geçmemesi konusunda ‘uyardıklarını’ açıklaması, Türkiye’nin gerektiğinde Montrö’yü farklı biçimlerde uygulayabileceğini gösteriyor. Türkiye, bu yolla Rus gemilerinin Boğazlardan geçişine yasak konulduğu bir ortamda kıyıdaş olmayan ülkelerin, özellikle de büyük güçlerin gemilerinin Karadeniz’e geçmesiyle oluşabilecek bir gerilimi önlemeyi amaçlıyor. Bu arada Karadeniz’de herhangi bir kıyıdaş olmayan ülke gemisinin olmadığı ve geçiş için de bir bildirimde bulunulmadığı belirtilmeli. Batılı müttefiklerin de duruma hassasiyet gösterdikleri söylenebilir.
Son 10 yıldır özellikle ABD tarafından sıklıkla bir rahatsızlık konusu olarak dile getirilen Montrö konusunda Türkiye ve Rusya’nın pozisyonları hep uyumlu olmuştu. Bahar aylarında Kanal İstanbul ile gündeme yeniden gelen Montrö konusu, NATO müttefiklerinin artan Rusya tehdidi karşısında NATO’nun yeni konseptinde yer alacak yaklaşım ile Karadeniz’de icra edilecek devriye görevleri ve tatbikatlar dikkate alındığında bundan sonra artarak gündemde yer edinecek gibi görünüyor.
Diğer bir konu ise Türkiye ile Ukrayna ve Rusya arasında savunma sanayi alanında yürütülen işbirlikleri. Türkiye’nin Ukrayna’ya sağladığı SİHA’ların başarı ile kullanıldığına ilişkin görüntüler artarak paylaşılıyor. Kiev tarafından Türkiye ile işbirliğinin ve Türkiye’nin siyasi duruşunun bir göstergesi olarak kabul edilen bu durumun Rusya tarafında nasıl bir söylemle kullanılacağı ve ilişkilerin devamlılığının nasıl sağlanacağı, yönetilmesi gereken bir konu başlığı. Benzer biçimde Türkiye’nin Rusya’dan tedarik ettiği S-400 konusunun da müttefiklerce yeniden gündeme taşınması beklenebilir. Ankara’nın bu bağlamda alternatifleri de dikkate alan farklı senaryoları gündemine alması gerekiyor.
Tartışılan bir diğer konu başlığı ekonomik ve ticari ilişkiler. Türkiye’nin hem Rusya hem de Ukrayna ile hassas ticari ilişkileri bulunuyor. Türkiye-Rusya ticaret hacmi uzunca bir aradan sonra ilk defa 2021’de yeniden 30 milyar dolar seviyesinin üzerine çıkmıştı. Bu denklemde Türkiye’nin ihracatı 6 milyar dolar seviyesinde. Yıllardan beri bu miktar neredeyse sabit seyrediyor. Türkiye’nin ihracatındaki azalmanın yanı sıra hacmin büyük kısmını oluşturan Türkiye’nin doğalgaz alımı, petrol fiyatlarındaki artışlar dikkate alındığında sorun başlığı olarak belirginleşebilir. Bu miktarın alımı konusunda yaşanabilecek, muhtemel yaptırımlara dayalı sınırlamalar da farklı durumlar yaratacaktır. Ankara’nın alternatifleri değerlendirmesi önem arz ediyor. Sonuçta ilk aşamada Türkiye-Rusya ticaret dengesinin olumsuz biçimde etkileneceği şimdiden görülüyor.
Benzer biçimde Türkiye’nin Ukrayna ile ticari ilişkileri de denklemde yer tutuyor. İkilinin yaklaşık 8 milyar dolar seviyesinde seyreden ticaret hacminin 2022’de 10 milyar doların üzerine çıkartılması hedeflenmişti. Emtia ve hububat bu bağlamda kamuoyunun da gündemine ilk yansıyan alanlar olarak dikkati çekmekte. Ticaretin şimdiden durduğu göz önüne alındığında savaşın etkisinin daha da ağır olacağı söylenebilir.
Savaş, 2022’yi turizm alanında bir tür sıçrama dönemi olarak gören Türkiye için bir diğer rahatsızlığa işaret ediyor. Geçtiğimiz yıl toparlanma sinyalleri veren bu sektörde Rus ve Ukraynalı turistler en büyük ziyaretçi kitlesini oluşturmuşlardı. Yapılan özel anlaşmalar ve planlamalar ile 2022’de bu sayıların daha da artması hedeflenmişti. Bunun mümkün olamayacağı şimdiden öngörülebilir.
Bölgesel gelişmeler çerçevesinde değerlendirildiğinde Türkiye ile Rusya’nın zaman zaman sorunlarla karşılaşılsa da Karadeniz güvenliği, Kafkasya ve Suriye’deki dengelerinin ne olacağı henüz tamamen belirsiz. Türkiye ve Rusya’nın bu bölgelerde, yer yer de Doğu Akdeniz’de sorunlar yaşayarak rekabet etseler de işbirliği yaptıkları görülmekteydi. Savaşın uzaması ve maliyetlerin artması, Batılı aktörlerin yaptırımlarının da sertleşmesi ile birlikte Rusya’nın farklı bölgelerde nasıl bir tavır takınacağına dair soruların cevaplanması şu aşamada çok da kolay değil.
Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna’ya yönelik genel yaklaşımının, Ankara’nın güvenlik kaygıları ile NATO üyesi kimliği dikkate alındığında, Türkiye ve Rusya’nın işbirliğinden ziyade rekabetin daha ağır bastığı bir denkleme doğru kayması beklenebilir. Sürecin nükleer boyutu da içerdiği düşünüldüğünde ve Türkiye’nin gelişmelerin seyrine göre NATO içinde alınacak kararlara uyumlu hareket edeceği beklendiğinde, zorlu ve uzun bir süreç ile karşılaşacağımız söylenebilir. Ankara bir yandan müttefiklerinin diğer yandan da Rusya’nın Türkiye algısındaki değişimi dikkatle izlemek durumunda. Bu bağlamda Ankara, kendi isteği ve beklentileri dışında birtakım kararlar almak durumunda kalabilir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.