Uganda’nın İsrail Siyaseti ve UAD
İsrail’e soykırım suçlamasının yöneltildiği tarihi davaya ilişkin önemli bir detay, Ugandalı jüri üyesi Julie Sebutinde’nin takındığı İsrail yanlısı tutumdu. 17 üyeli jüriden İsrail’e yöneltilen ihtiyati tedbir kararlarının hepsine karşı çıkan tek üye Sebutinde oldu. İlk bakışta Ugandalı jüri üyesinin benimsediği tutum son derece siyasi ve Uganda’nın devlet olarak benimsediği pozisyondan bağımsız değilmiş gibi görünüyor.
Güney Afrika, İsrail’in Gazze’de işlediği insanlık suçlarını Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) taşıyarak devletlerin uzun süredir reel-politik gerekçelerle unuttuğu ahlaki sorumluluklarını yerine getirmek adına önemli bir misyon üstlendi. Güney Afrika bu adımı atarak İsrail’i, onu her koşulda destekleyen Batı’yı, güçlü Yahudi lobilerini ve Siyonizm sempatizanı küresel sermayeyi yöneten devleri karşısına almak gibi büyük bir riske girdi ama aslında yapılması gerekeni yaptı. Güney Afrika’nın Filistin adına bir misyon üstlenmesinin elbette ırk ayrımcılığının hâkim olduğu apartheid dönemine uzanan bir geri planı var. İsrail’e soykırım suçlamasının yöneltildiği tarihi davaya ilişkin önemli diğer bir detay ise Ugandalı jüri üyesi Julie Sebutinde’nin takındığı İsrail yanlısı tutumdu.
17 üyeli jüriden İsrail’e yöneltilen ihtiyati tedbir kararlarının hepsine karşı çıkan tek üye Julie Sebutinde’ydi. Kararların açıklanmasının hemen ardından Uganda devleti hızla kendini Siyonistlerin kahraman ilan ettiği Sebutinde’yi duruşundan uzaklaştırma gereği duydu ve Sebutinde’nin pozisyonunun Uganda devletinin resmî pozisyonu olmadığı ifade edildi. Aynı günlerde Uganda’da yaşanan diğer bir gelişme ise Bandung Konferansı’ndan neşet eden 120 üyeli Bağlantısızlar Hareketi’nin düzenlendiği 19. Zirve’ydi. Uganda’nın 2027’ye kadar dönem başkanlığı yapacağı oluşum, yayınladığı bir deklarasyonla İsrail’i kınayarak Gazze için ateşkes çağrısında bulundu.
İlk bakışta Ugandalı jüri üyesinin benimsediği tutum son derece siyasi ve Uganda’nın devlet olarak benimsediği pozisyondan bağımsız değilmiş gibi görünüyor. Son yıllarda sıcaklaşan Uganda-İsrail ilişkileri de göz önünde bulundurulduğunda hızla bu sonuca varmak makul gibi; ancak gerek Uganda gerekse diğer Afrika devletlerinin böylesi çetrefil konularda toplumsal, siyasal ve ekonomik yapıları gereği net bir çizgi takip etmesi pek mümkün değil. O yüzden ikircikli bir tutuma sarılmak gibi son derece pragmatist üçüncü bir yola meylediliyor. Bu durumu analiz edebilmek için İsrail ile kurulan ilişkilere yakından bakmak gerekiyor.
Uganda Planı
Öncelikle Uganda Planı’ndan başlamak gerekir. Bilindiği gibi Yahudi aliyahları Filistin’e yönelmeden önce Siyonist çevrelerde tartışılan konulardan biri Avrupa’daki Yahudilerin Uganda’ya taşınmasıdır. Uganda Planı olarak bilinen 1903 tarihli bu tasarı İngilizler tarafından desteklenmiş ancak Siyonist akıl bu olasılığı tasvip etmeyerek elemiştir. Elemeseler bugün Filistin topraklarında cereyan eden kanlı olaylar Afrika’nın kalbinde yaşanacaktı.
Uganda ve İsrail arasında daha yakın tarihli ilişkiler, ülkenin İngiliz sömürge idaresinden bağımsızlık kazanmasıyla başladı. 67 Savaşı sonrası Arap dünyasını zayıflatma planları doğrultusunda Sudan’a yönelen Siyonist akıl, Güney Sudan bölgesinde ayrılıkçı silahlı hareketleri stratejik olarak desteklemeye ve bu doğrultuda Uganda’yı üs olarak kullanmaya başlamıştır. Milton Obete ile birlikte yürütülen bu operasyonla Uganda üzerinden temin edilen İsrail menşeli silahlar Güney Sudan’a sokularak isyancı hareketlere dağıtılmıştır.
Obete’nin çark etmesi ve Hartum ile yapıcı ilişkiler geliştirmeye başlamasıyla yeni bir plan devreye sokularak Obete iktidarı askeri darbe ile sonlandırılmıştır. İsrail’in desteklediği İdi Amin’in iktidara gelişiyle Güney Sudan’a silah sevkiyatı bir süre daha devam ettirilmiş, ayrıca Amin İsrail’in dostu ve müttefiki olarak Tel Aviv’de ağırlanmıştır. Ne var ki Amin-İsrail stratejik işbirliği Amin’in devamlı artan silah ve para istekleri karşısında fazla sürememiş, Kaddafi’nin de denkleme dahil olmasıyla Uganda anti-İsrail bir cepheye dönüşmüştür. İdi Amin’in anti-siyonizm süslü çıkışları ve 1976 yılında yaşanan rehine krizi ile Uganda-İsrail gerilimi zirve noktasına ulaşmıştır.
Filmlere de konu olan bu olayda hava korsanlarının kaçırdığı bir Air France uçağı Uganda’nın başkenti Entebbe’ye iniş yapmış ve uçakta bulunan 102 Yahudi yolcu rehin alınmıştır. İsrail Hava Kuvvetleri’nin 100 komandoyla İsrail’den 5.000 kilometre uzaktaki bir havalimanına Kenya’nın desteğiyle operasyon düzenleyerek rehineleri kurtarması, Uganda hava kuvvetlerine ait jetleri bombalaması ve gece vakti 1 saat süren operasyonda 45 Ugandalı askeri öldürmesi Siyonist hafızaya kazınmıştır. Bu operasyonda İsrail’in verdiği en büyük kayıp ise operasyonu yöneten Binyamin Netanyahu’nun abisi Yonatan Netanyahu’nun ölümüdür.
Entebbe Operasyonu sonrasında İsrail’in askeri imajı güçlenirken Siyonist akıl Uganda’da iktidar değişikliği için İdi Amin karşısında yer alan oluşumları desteklemeye başlamıştır. 1978-79 yıllarında cereyan eden Uganda-Tanzanya savaşı tam anlamıyla küresel sistemi ilgilendiren bir çekişmeye dönüşmüştür. Kaddafi ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün desteklediği İdi Amin Tanzanya’nın müdahalesi ile iktidardan düşürülerek Libya’ya sığınmak zorunda kalmıştır. Yaşanan bu gelişmeler gerilla savaşçısı Yoweri Museveni’nin 1986’da iktidara gelişine zemin hazırlamıştır. Kısa sürede Batı’nın güvenilir müttefiki haline gelen Museveni Uganda’yı Somali, Orta Afrika ve Güney Sudan gibi kriz bölgelerine asker sevk eden etkili bir güce dönüştürmüştür.
Oslo Anlaşması’ndan sonra İsrail ile yeniden diplomatik ilişkiler tesis eden Museveni, 2010 yılında yaşanan El Şebab saldırısı sonrası Tel Aviv’i ziyaret ederek ikili işbirliğini güvenlik ve askeri alana kaydırmıştır. Bu tarihten sonra Uganda güvenlik sektörü son derece cesur adımlar atarak Irak ve Afganistan gibi bölgelere bile paralı asker sevk etmeye başlamıştır. Devletin himayesindeki bu Ugandalı özel güvenlik şirketlerinin son yıllarda yürüttüğü asker transferleri oldukça dikkat çekicidir.
Museveni ile eski Mossad yöneticisi Rafi Eitan arasında sıcak ilişkiler bulunmaktadır. Nazi soykırımı nedeniyle yargılanan Adolf Eichmann’ın 1960 yılında Buenos Aires’te yakalanmasında rol oynayan Eitan emeklilik yıllarında Afrika kıtasında iş kovalamaya başlamış ve Uganda uğrak yerlerinden biri haline gelmiştir. Bir iddiaya göre 2011 yılında Museveni’nin Tel Aviv ziyareti de Eitan’ın aracılığıyla gerçekleşmiştir. Uganda’ya yatırımlar yapan Eitan ve onun gibi diğer İsrailli yatırımcılar Uganda ile İsrail arasındaki ilişkilerin seyrine yön vermektedirler.
2016 yılında Uganda’yı ziyaret eden Binyamin Netanyahu, Entebbe operasyonunda kaybettiği abisi adına bir anma törenine katıldı. Bu esnada Museveni’nin yaptığı konuşmada İsrail adını ağzına almaması ve İsrail yerine ısrarla Filistin toprakları demesi bir skandala yol açtı. Konuşmayı canlı veren İsrail medyası hızla yayını keserken Museveni bu tutumunda İncil’de bahsi geçen antik Filistin olgusunu ve Golyat (Calut) ile Hz. Davut’un düellosunu referans göstermiştir. Hıristiyanlık inancına sahip olan Museveni İsrail’in işgal ettiği toprakları İncil’de geçen şekliyle adlandırmıştır.
İsrail ile ilişkileri iyi tutmak ABD ve diğer Batılı ülkelerin de onayını almak anlamına geldiğinden Uganda gibi pek çok Afrika ülkesi İsrail’e karşı açıktan bir tavır alma riskine girmiyor. Son yıllarda LGBT’li bireylere ağır cezalar getiren Uganda’nın ABD ile ilişkileri de LGBT lobisi yüzünden iyi seyretmiyor. Museveni, İsrail ile arayı iyi tutmanın Siyonist lobiler aracılığıyla ABD yönetimi ile arayı düzeltmek ve yatırım çekmek gibi pratik faydalar sunduğunun pekâlâ farkında. Ancak Museveni’nin tutumunda belirleyici diğer bir unsur da Uganda nüfusunun yüzde15’ini oluşturan Müslümanlar ve Uganda’nın İslam dünyasındaki ülkeler ile ikili ilişkileri. Bu kesimin tepkisini göze alarak açıktan açığa bir İsrail taraftarlığına soyunmayan Museveni “ne şiş yansın ne kebap” tutumunu sürdürüyor. Pan-Afrikanist bir imaj çizmeye çalışan Museveni, Afrika Birliği’nin 1973’ten beri benimsemiş olduğu iki devletli çözümü destekleyerek kıta siyaseti ile de uyumlu bir çizgide kalmaya dikkat ediyor. Ancak madalyonun diğer yüzünden bakıldığında, başta güvenlik sektörü olmak üzere tarım ve teknoloji gibi alanlarda İsrail ile işbirliğini ilerletmekten de geri durmuyor.