Ukrayna Savaşı’nın Görünmeyen Yüzü: Büyük Rus Milliyetçiliğinin Yol Ayrımı
Rusya’nın savaşı söylem düzeyinde kaybetmiş olmasının hem Ukrayna hem de Rus milliyetçilikleri üzerindeki tesirinin ne olacağı sorusunun cevabını bugünden vermek hayli zor olsa da belki şu söylenebilir: Rusya, Ukrayna’yı işgal ederek Ukrayna milliyetçiliğinin ihtiyaç duyduğu tarihsel travmayı sağlamış gözükmektedir. Dolayısıyla Ukrayna milliyetçiliğinin dil eksenli bir milliyetçilikten seçilmiş travma eksenli bir milliyetçiliğe dönüşme ihtimali belirginleşmiştir.
Yüz yıllardır, önce Rus Çarları ardından da Sovyetler Birliği Ukrayna topraklarını Rus anavatanının bir parçası haline getirmeyi denemişlerdir. Bunun Rusya açısından hem stratejik hem de tarihî birçok sebebinden bahsedilebilir. Dolayısıyla Ukrayna’da Rusya’dan bağımsız bir kimliğin gelişimi tarihsel olarak Rus ulusal çıkarları açısından ciddi bir risk teşkil etmiştir. Bu çerçevede hem Çarlık döneminde hem de Sovyetler döneminde Ukrayna milli kimliği, Rus ulusal güvenlik politikalarının temel ilgi alanlarından birisini oluşturmuştur. Atılan ilk önemli adımın 1863 tarihli Valuev Sirküleri olduğu söylenebilir.
1863 Valuev Sirküleri, açık bir biçimde Ukrayna dilini hedef alarak şu ifadeleri kullanmıştır: “Ayrıca bir küçük Rus dili asla olmadı, olamaz, olmamalıdır.” Söz konusu belge ile Ukrayna dilinin ve kimliğinin en üst düzeye varan ölçüde baskılandığını; onun yerine Rusça ve Rus kimliğinin desteklenmesi politikalarının zirveyi gördüğünü söylemek mümkündür. Çarlık Rusyası sınırları içerisinde Ukrayna dilinde yayın yapmak yasaklanmıştır. Bu Ruslaştırma politikasının özellikle Ukrayna sınırları içerisinde küçük nüanslarla birbirlerinden ayrışan bir nüfus yarattığını; müstakbel bir Ukrayna milliyetçiliğinin Büyük Rus milliyetçiliği tarafından ertelendiğini söylemek mümkündür.
SSCB döneminde de Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne bağlı Milletler Komiserliği’nin temel öncelikleri arasında Ukrayna kimliğinin önemsizleştirilmesinin yer aldığı söylenebilir. İlginç bir biçimde Bolşevikler, Çarlık rejimini devirmek ve iktidarı ele geçirebilmek için Rus Çarlığı içerisinde bulunan uluslara self-determinasyon hakkı vaat etmiştir. Bu mesele üzerine özellikle Lenin’in ve onun yönlendirmesiyle Stalin’in düşündüğünü söylemek mümkündür.
Bolşevik Devrim’in hemen öncesinde bütün ulusların self-determinasyon haklarını kullanabileceğini söyleyen Komünist elitler, iç savaştan galip ayrıldıktan sonra self-determinasyonun kullanımı ve özellikle ulusların kültürel gelişimlerinin sağlanması konusunda zorluklar çıkarmaya başlamışlardır. Her ne kadar 1920’de Lenin de self-determinasyonun aşırı yorumlarının kabul edilemeyeceğini söylemeye başlamışsa da Lenin’in hastalığının ilerlemesi sonrasında kontrolü büyük ölçüde ele geçiren Stalin, Sovyetler bünyesindeki uluslara karşı daha radikal bir tutum takınmıştır. Sonuçta III. Enternasyonal’de self-determinasyon Sovyet halkları için değil üçüncü dünyadaki milli kurtuluş hareketleri için bir hak olarak değerlendirilmiştir. Zira SBKP-B’ye göre Sovyet halkları Sovyetler Birliği’ne katılarak zaten self-determinasyonu en doğru biçimde anlamış ve kullanmışlardır.
Bu tarihten sonra Sovyet idaresi bir taraftan bütün self-determinasyon taleplerini milliyetçi sapma olarak değerlendirip dışlarken, diğer taraftan kurulan sistem çerçevesinde Sovyetlerde temsil edilen bütün halklar için sınırlar çizip komünist partiler teşkil etmeye başlamıştır. Diğer bir deyişle hiçbirisi modern dönemde sınırları hakkında fikre sahip olmayan uluslara Sovyetler Birliği sınırlar vermiştir. Bu durumu Sovyetolog Oliver Roy “Sovyetler bir millet yaratma makinesiydi” cümlesiyle özetlemektedir.
Sovyet ideolojisinin esası Rus dilli bir Homo-Sovieticus yaratılması olmakla birlikte realite hedefle uyumlu olmamıştır. Neticede Sovyetlerin dağılmasının hemen ardından, birçok ülkede iktidarları Sovyet döneminin elitleri ele geçirmiş olsa da post-Sovyet coğrafyasında Rus kimliğinden ayrışan kimlik inşa süreçleri başlamıştır. Bu süreçte en ilginç örneklerden birisi Ukrayna’dır, çünkü girişte de ifade edildiği üzere Çarlık döneminden itibaren bağımsız bir Ukrayna kimliğinin olmadığı ve olamayacağı tezi işlenmiştir. Sovyetler döneminde de Ukrayna, bir komünist partisi olmasına ve federasyonun üyelerinden birisi olarak tanınmasına rağmen Rus kimliğinden bağımsız bir Ukrayna kimliği düşünülmemiştir. Öyle ki Sovyetlerin dağılması sürecinde Başkan Yeltsin’in Ukrayna’nın bağımsızlığına kesin bir biçimde karşı çıktığı, bunu engelleyemeyeceğini anladığında Kırım’ın Rusya’nın bir parçası olarak kalması için çaba gösterdiği anımsanmalıdır.
Ukrayna’nın bağımsızlığını kazanmasından itibaren ulusal kimliğe dair tartışmanın Avrupa topluluğu olmak ve Rus dünyasının bir parçası olarak kalmak gibi iki rakip anlatı arasında kırıldığını tespit etmek gerekmektedir. Belki sadece Ukrayna için değil SSCB’den kopan diğer devletler için de durum böyledir ancak Ukrayna için bu bölünme ve Rus kimliği ile olan münasebet daha belirgin ve daha serttir. Rus milliyetçiliğinin Ukrayna özelinde, Ukrayna kimliğinin olmadığı şeklindeki tavrının rahatsız ediciliği ise bağımsız bir Ukrayna kimliğine olan vurguyu ve bu yöndeki talepleri belirginleştirmiştir.
Sovyetlerin dağılmasının ardından Ukrayna dili resmî dil ilan edilmekle birlikte 2004’teki Turuncu Devrim’e ve sonrasında Başkan olan Yuşçenko idaresine kadar ayrı bir Ukrayna kimliğinin gelişimi oldukça sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede 2004 yılında gerçekleşen gösterileri Ukrayna kimliğinin oluşum sürecindeki önemli dönüm noktalarından birisi olarak işaretlemek gerekmektedir. Rusya her ne kadar 2004 yılındaki Turuncu Devrim’i (ve türevlerini) abartılmış Batılı eylemler olarak değerlendirme eğilimindeyse de London School of Economics bünyesinde faaliyet gösteren Arena’nın yaptığı alan araştırması, özellikle genç nesillerin bu gösterileri ulusal kimliğin gurur verici bir parçası olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır.
Benzer bir durumun 2013-2014 yıllarındaki Euromaidan gösterileri için de söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. 2004 ve 2013-2014 yıllarında gerçekleştirilen gösterilerin Ukrayna kimliğinin oluşumundaki etkisi üzerine odaklanan bazı araştırmacılar, Soğuk Savaş sonrası Ukrayna ulusal kimliğinin meydanlarda imal edildiğini ileri sürmektedir. Bu bağlamda Ukrayna ulusal kimliği, söz konusu kitlesel gösteriler marifetiyle Rus değerlerini ayıklayarak yerine Avrupa değerlerini ikame eden bir biçim almıştır.
Özellikle 2014 sonrası dönemde tarihsel Ruslaştırma politikasına karşı dilsel bir tepkinin başlamış olduğu not edilmelidir. Bunun en güzel örneklerinden birisi Ukrayna’nın başkenti için Rusça bir kullanım olan Kiev yerine Ukrayna dilinde şehrin adı olan Kyiv’in tercih edilmeye başlanmasıdır. Yine 2014 sonrası dönemde Ukrayna’nın kamusal yüzleri olma bakımından önemli bir rol ifa eden futbolcuların da basın toplantılarında Rusça yerine Ukrayna dilini konuşmayı tercih etmeleri not edilmelidir. Bir diğer deyişle Rusya’nın Ukrayna’da Rusçayı merkeze alan politikalarına karşı Ukrayna dilini, ulusal kimliğin inşasında merkeze yerleştiren bir yaklaşım benimsenmeye başlamıştır.
Esasen Ukrayna sınırları içerisinde bulunan etnik Ruslar ve Rusça konuşan Ukraynalılar, 2014 sonrası süreçte büyük ölçüde Ukrayna’ya sadakat göstermişlerdir. Örneğin, Ukrayna’da bir ulusal kahraman olarak da görülen, etnik olarak yarı Rus yarı Ukraynalı olan ve uzun süre Rusya’da yaşayan film yapımcısı Oleg Senstov, Kremlin’e boyun eğilmesine karşı çıkmıştır.
2015 yılında kabul edilen Komünizmden Arındırma Yasası (Decomunization Law) Ukrayna’nın, Putin’in sıklıkla Ukraynalıların özlediklerini iddia ettiği Sovyet geçmişinden kopması açısından; 2019 yılında kabul edilen Dil Kanunu ise tarihsel Rus kimliğinden kopması açısından önem arz etmektedir. Komünizmden Arındırma Yasası çerçevesinde kasabaların, şehirlerin, caddelerin ve meydanların Sovyet döneminden kalma adları değiştirilmiştir. Yine bu yasa çerçevesinde ülke sathına yayılmış Sovyet döneminden kalma çok sayıda heykel de kaldırılmıştır. Yasayla İkinci Büyük Savaş’ta faşizme karşı kazanılan zaferin kutlamaları da Kızıl Ordu geleneğinden Avrupa geleneğine kaydırılmıştır.
Ukrayna ulusal kimliğinin teşkilinde unutulan fakat önemsenmesi gereken epizotlardan birisi de 2019’da Fener Rum Patriği I. Bartholomeos’un Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ne bağımsızlığını vermesidir. Böylelikle Rus Ortodoks Kilisesi’nin etki alanı daraltılmış ve Rus kimliğinin yüzyıllar boyunca en önemli taşıyıcılarından birisi olan Rus Kilisesi ile bağ koparılarak Ukrayna kimliği üzerindeki tesiri ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
2019 Seçimleri ve Ulusal Kimlik Tartışmaları
2019 seçimlerinden önce Ukrayna’da en temel tartışma konusu yolsuzluk olmuştur. Daha evvel de ifade edildiği gibi Avrupa kimliğinin Ukrayna kimliğinin oluşumunda önemli unsurlardan birisi haline gelmesine sebep olan 2004 ve 2013-2014 gösterilerinden sonra gerçekleşen reformlara rağmen istenen mesafe bir türlü alınamamıştır. Seçim kampanyasının en önemli argümanlarından birisinin yolsuzluklar olması da beraberinde milliyetçi tartışmaları getirmiştir.
Petro Poroşenko seçim kampanyasını dil, din ve askerî kapasite artırımı söylemleri üzerine oturtan bir vatanseverlik söylemi ile ülkede ulusal kimliğe dair tartışmaları şiddetlendirmiştir. Zelenski’nin farkı da tam bu noktada belirmektedir denilebilir, zira Zelenski seçim kampanyasında farklı dil, din ve etnik gruplardan oluşan Ukrayna’da bu unsurlardan herhangi birisine yaslanan milliyetçi bir söylemle bir ulusal kimlik yaratmanın imkânsızlığı üzerinde durmuştur. Zelenski bunun yerine farklı özelliklere de sahip olsalar da tüm unsurları Ukraynalılık kimliği altında toparlamayı hedefleyen bir diskur üzerinden seçim kampanyasını inşa etmiştir. Bu çerçevede en fazla kullandığı argümanlardan birisi “Ukrayna’yı ve Ukraynalıları bölen meselelerden ziyade birleştiren meselelere odaklanmak” gerektiğidir.
Ukrayna ve Rusya arasındaki siyasi gerilimin artması Zelenski’nin de ulusal kimliğe ve ulusal çıkara olan vurgusunu artırmış; paralelinde Rusya ve Rusçaya dönük politikaları keskinleştirmiştir. Rusçanın kullanımına ilişkin alınan tedbirlerin yanı sıra Rusya’nın Ukrayna iç politikasını etkilemesinin önlenmesi konusunda en etkili yöntemlerden biri, Rusça televizyon yayınlarına kısıtlamalar getirmesi, hatta bazı televizyon kanallarının kapatılmasını sağlaması olmuştur. Rusça içerik üreten televizyon kanallarının kapatılması son derece radikal bir karardır, zira bölgede Rus kanallarının izlenme oranları oldukça yüksektir. Bu sebeple Rusçadan tamamen vazgeçilmesi mümkün olmadığından, Ukrayna hükümeti Rusça yayın yapan DOM TV’yi kurmuştur.
Diğer taraftan Zelenski’nin seçim öncesi yolsuzluk karşıtı söylemlerini göreve başlar başlamaz politika haline getirmeye başlaması, ülkedeki oligarklarla karşı karşıya gelmesine sebep olacaktır. Ülkedeki büyük medya kuruluşlarının sahibi olan ve bu sebeple kendi ticarî-şahsî çıkarları için kamuoyu yaratabilen ve Rusya’nın Ukrayna siyasetine müdahalesinin aparatları haline dönüşebilen oligarklara karşı meclise getirilen yasadan sonra Zelenski’ye şiddetli bir hücum başlamıştır. Oligarkların Ukrayna siyasetindeki etkisinin boyutunu bir örnek üzerinden daha anlaşılır kılmak mümkün olabilir. 1+1 Media Group’un sahibi Kolomoisky, sahibi olduğu sekiz televizyon kanalı ile Ukrayna’da medya sektöründe %20’lik bir paya sahiptir ve bu gücünü zaman zaman etkin biçimde kullanabilmektedir.
Rusya’nın Pozisyonu
2004’teki Turuncu Devrim’in ardından iktidara gelen Yuşçenko, reformları uygulama konusunda başarısız olsa da Ukrayna’nın bağımsızlığı ve Rus kimliğinden ayrı, müstakil bir Ukrayna kimliğinin varlığı ve Rus kimliğinden ayrışma fikrinin derinleşmesi konusunda başarılı olmuştur. 2010 yılında Rusya destekli Yanukoviç’in seçilmesi aslında Ukrayna toplumunun Rusya’ya ve Rus kimliğine yeniden meyletmesinin değil Turuncu Devrim ve kadrosuna duyulan güvensizlik ve tepkinin neticesidir. Bu bağlamda 2013-2014 yıllarındaki Euromaidan Gösterileri, Rus kimliğinden kopuş anlamında önemli bir kırılma noktasını işaretlemektedir.
Kremlin propaganda makinesi, Ukrayna toplumunun Sovyetler hafızasının çok derin ve canlı, Rus kimliğinin ise baskın olduğu düşüncesinden hareket etmiştir. Bu propagandanın realiteyle ilişkisi bir tarafa, Ukrayna toplumunu Rus yanlıları ve Rus karşıtları biçiminde bir fay hattı ile ayırmaya hizmet ettiği söylenebilir. Ancak Rus yanlılarının etkisi süreç içerisinde oldukça aşınmıştır. Rus yanlısı partiler daha önce başkanlık seçimlerini kazanabilirken özellikle 2013-2014 Euromaidan gösterileri sonrasında %20’lik ulusal seçim barajını aşamama gibi sorunlarla mücadele etmeye başlamışlardır. Bu durumun oluşmasında Rusya’nın Kırım’ı işgalinde 14 bin Ukraynalının hayatını kaybetmesinin ve 2 milyondan fazla Ukraynalının yerinden edilmesinin ciddi etkisi olduğunu söylemek mümkündür.
Rusya’nın Ukrayna üzerinde azalan etkisini gözlemlemek bakımından iki istatistik ufuk açıcı olabilir: 2013 öncesi dönemde Ukrayna’nın dış ticaretinin %30’undan fazlasını Rusya kaynaklı ürünler oluştururken, Rusya’nın payı 2020 yılında %7’ye kadar gerilemiştir. PEW Research Center’ın yaptığı araştırmaya göre ise Ukraynalıların uluslararası politikada Putin’e olan desteği 2007 yılında %56 iken 2019 yılında %11’e gerilemiştir. Bu gerileme Rusya’nın Ukrayna ile olan ihtilaflarında daha sert bir pozisyona doğru ilerlemesine sebep olmuştur. Bu radikal pozisyonun en belirgin gözlendiği yer Doğu Ukrayna’da Rusya tarafından işgal edilen topraklardır. Bu toprakların Rusya’ya geri dönmesi gerekliliği, Kremlin TV Genel Yayın Yönetmeni Margarita Simonyan gibi üst düzey kimseler tarafından dile getirilmiştir. Bu radikalleşme Ukrayna’da Rusya’dan kopuşu derinleştirmiştir.
Bu durum karşısında Rusya’nın Ukrayna’ya farklı yollardan müdahale arayışları söz konusu olmaya başlamıştır. Rusya, özellikle 2019’da Zelenski’nin seçilmesinin ardından, yoğunlukla Ukrayna’nın doğu bölgelerinde yaşayanları kapsayacak şekilde 650 bin civarında Rus pasaportu dağıtmıştır. Böylelikle Ukrayna’da yaşayan Rus pasaportlu kimse sayısı milyonlarla ifade edilir hâle gelmiştir. Bu durum da Rusya perspektifinden Ukrayna’ya müdahalenin gerek ve yeter şartlarını sağlamıştır. Öyle ki Devlet Başkanı Putin’in A takımında yer alan Dmitry Kozak, 8 Nisan 2021’de yaptığı bir açıklamada Rus vatandaşlarını korumak maksadıyla müdahale edilebileceğini, Rusya’nın buna zorlanabileceğini belirtmiştir. Kozak’ın bu açıklamasında esas vurguladığı husus ise Doğu Ukrayna dolayısıyla yaşanan gerilimin bir düşmanlığa dönüşmesinin “Ukrayna’nın sonunun başlangıcı olacağı”dır.
Rus Dünyası Söylemi
Putin’in Rus Dünyası söyleminin 2000’li yılların ortasına doğru şekillenmeye başladığı; özellikle 2008’de Gürcistan Savaşı sonrasında ciddi bir momentum yakaladığı söylenebilir. Putin ve bu söylemin savunucularına göre Rus Dünyası, Çarlık Rusyası ve SSCB dönemlerinde bir arada yaşamış, Rus dilinin birleştirdiği, aynı dini, tarihi ve kültürü paylaşan, aynı dünya görüşüne sahip halklardan oluşmaktadır. Bu çerçevede Ukrayna, Putin’in Rus Dünyası doktrininin merkezinde yer almaktadır. Zira Putin ve onun dünya görüşünü paylaşan Rus Ortodoks Kilisesi Patriği’ne göre Ruslar, Ukraynalılar ve Belaruslular, Rus medeniyetini teşkil ettirmektedir. Kiev de zaten ilk Rus devletinin kurulduğu şehir olarak tasavvur edilmektedir.
Rus Dünyası söylemi, Ukrayna’da ayrı bir ulusal kimlik inşa edilmesi arayışlarının ivme kazanmasıyla eş zamanlı olarak belirginlik kazanmıştır. Ukraynalılar bağımsızlıklarının 30’uncu yılını kutlamaya hazırlanırken Putin, “Ukraynalılar ve Rusların Tarihsel Birliği Üzerine” başlıklı 5.000 kelimelik bir makale neşretmiştir. Putin bu makalede Rusya ve Ukrayna halklarını “tek bir halk” olarak tanımlamış ve Ukrayna’nın “doğru egemenliğe” sadece Rusya ile ulaşabileceğini iddia etmiştir. Putin’in bu metni aslında Ukrayna’nın egemenlik haklarının Rusya tarafından nasıl yorumlandığını ve nasıl şekillendirilmek istendiğini gösteren, Ukrayna kimliğine dönük ciddi bir sorgulama ve hatta görmezden gelme/önemsizleştirme girişimi olan uzun bir deklarasyon olarak da değerlendirilebilir.
Dikkat edileceği üzere Putin’in Rus Dünyası doktrini aslında Rus milliyetçiliğinin Çarlık dönemindeki tartışmalarla harmanlanmış biçimi olarak tezahür etmektedir. Bir başka deyişle Putin Çarlık Rusyası idealleri ile Sovyetler Birliği tecrübesini bir araya getiren yeni bir Rus milliyetçiliği doktrini geliştirmeyi denemektedir. Ancak Taros Kuzio’ya göre Putin’in anladığı biçimde bir Rus Dünyası fikri beş sebeple Ukrayna için artık mümkün gözükmemektedir:
1- Modern Rus kimliği İmparatorluk yazgısını hâlâ taşımaktadır ancak modern Ukrayna kimliğinin kendisini İmparatorluk fikri içerisinde tasavvur ettiği söylenemez.
2- Bağımsızlığın ilânına müteakip Ukraynalılar, sorunlar taşısa da çok partili siyasal bir sistemi tecrübe etmişlerdir. Hâlbuki Rusya, Putin’in 2040 yılına kadar görev yapabilecek olmasının önünü açan yasal düzenleme düşünüldüğünde, Çarlık döneminde başlayıp SSCB tecrübesiyle devam eden siyasal geleneğini sürdürmektedir. Diğer bir deyişle Ukrayna ve Rusya arasında belirgin bir siyasal tahayyül farklılığı söz konusudur.
3- Rusya’nın Kırım ve Donbas işgallerinin Ukrayna halkını Rusya aleyhine ciddi bir oransallıkta kutuplaştırmış olması dikkate alınmalıdır.
4- Putin’in Rus Dünyası fikri dinî ortaklığı da merkeze almasına rağmen Ukrayna 2019 yılında kendi bağımsız kilisesini kurmuştur. Kısacası Putin’in tahayyülündeki dinsel ortaklık ortadan kalkmıştır.
5- Ukrayna 1991 sonrasında kendi tarihsel hafızasını inşa etmeye başlamıştır. Bu durum Rus kimliği ile çatışmaktadır. Dolayısıyla Ukrayna’nın müstakil bir Ukrayna kimliği oluşturma çabası ve tarihsel olarak böyle bir kimliğin varlığı iddiası, Putin’in doktrinine esaslı ve temelden bir meydan okuma olarak değerlendirilmelidir.
Değerlendirme ve Sonuç
Yukarıda aktarılmaya çalışılan süreç dikkate alındığında yaşanan savaşın aslında iki milliyetçiliğin çarpışmasının bir neticesi olduğunu söylemek mümkündür. Rus kuvvetleri tarafından işgal edilip bir-iki gün içerisinde kontrolün sağlanacağı düşünülmesine rağmen Ukrayna’nın direnişinin beklenenden uzun sürmesi, 2013-2014 sonrasında hızlanan Ukrayna ulusal kimliği inşasının büyük ölçüde başarılı olduğunu göstermektedir. Atlantic Council tarafından Ukrayna’nın bağımsızlığının 30’uncu yılı dolayısıyla düzenlenen foruma katılanların “30 yılda Ukrayna’nın en büyük başarısı sizce neydi?” sorusuna verdikleri cevaplar arasında Ukrayna’nın bağımsızlığının sağlamlaştırılması ve post-Sovyet coğrafyasındaki en demokratik ülke olması vurgusunun öne çıkması, Ukrayna’nın yeni kimliğinin anlaşılması bakımından önemlidir.
Ancak Ukrayna dilinin, Ukrayna ulusal kimliğinin oluşumunda öne çıkarılıyor olması Ukrayna milliyetçiliğinin hem en güçlü yönünü hem de yumuşak karnını oluşturmaktadır. Zira dile dayalı bir Ukrayna kimliği oluşturulması oldukça zor gözükmektedir. Öncelikli olarak Ukraynalıların uzunca bir süredir Rusça konuştukları, önemli bir kısmının anadili olarak Rusça öğrendikleri unutulmamalıdır. Aynı zamanda Ukrayna nüfusunun önemli bir kısmının Rusça ve Ukrayna dillerinin bir karışımı olan Surzhyk diyalektini konuştukları hatırlanmalıdır.
2020 yılında gerçekleştirilen bir alan araştırması, Ukraynalıların Ukrayna dilinin kullanımı konusundaki hassasiyetlerinin izlenmesi bakımından ufuk açıcı olabilir. Araştırmaya katılanların %72’si Ukrayna dilinin Ukrayna bağımsızlığının bir parçası olduğunu savunmuştur. Ancak bölgeler arası farklılıklar dikkat çekicidir, zira aynı savunu Ukrayna’nın merkezine doğru gelindikçe %77 dolayında gerçekleşirken, Ukrayna’nın doğusuna doğru gidildikçe oran %50’nin altına düşmektedir. Dilin Ukrayna’nın bir önceliği olduğu fikrine katılanların oranı ise %20 olmuştur. Bu durum, Zelenski’nin Ukrayna kimliğinin oluşumu konusundaki fikirlerinin daha fazla dikkate alınması gerektiğini göstermektedir.
Rusya’nın savaşı söylem düzeyinde kaybetmiş olmasının hem Ukrayna hem de Rus milliyetçilikleri üzerindeki tesirinin ne olacağı sorusunun cevabını bugünden vermek hayli zor olsa da belki şu söylenebilir: Rusya, Ukrayna’yı işgal ederek Ukrayna milliyetçiliğinin ihtiyaç duyduğu tarihsel travmayı sağlamış gözükmektedir. Dolayısıyla Ukrayna milliyetçiliğinin dil eksenli bir milliyetçilikten seçilmiş travma eksenli bir milliyetçiliğe dönüşme ihtimali belirginleşmiştir.