Uluslararası Hukuk ve Filistin Sorunu Üzerine – II
İki devletli çözüm modelinden bahsedenler, İsrail’i normal bir devlet gibi görmekte ve İsrail ile müzakere etmenin gerekli olduğunu düşünmekteler. Açık söylemek gerekirse bu yaklaşım, Filistin sorununu çözmek istemeyenlerin yaklaşımıdır.
Mülakat: Naman Bakaç
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Berdal Aral, geçtiğimiz günlerde birinci bölümü yayımlanan mülakatın ikinci bölümünde İsrail-Filistin sorununu tarihsel, askeri, jeopolitik açılardan uluslararası hukuk, uluslararası adalet ve güvenlik ekseninde değerlendiriyor.
FİLİSTİN SORUNUNA DAİR ÇÖZÜM SUNARKEN, 1967 SINIRLARINA DEĞİL, 1900’LERE GİDİP BURADAN PARADİGMA ÜRETİLMELİ
Akademik çalışmalarınız ve kitaplarınızda uluslararası hukuk, uluslararası güvenlik, uluslararası insan hakları, BM ve İslam Dünyası konuları ağırlıklı. İsrail-Filistin sorununa ilişkin birçok zaviyeden ve disiplinden bazı çözüm modelleri sunuluyor bu çalışmalarda; 67 sınırlarına dönülsün gibi. Uluslararası hukuku, uluslararası güvenliği çalışmış bir akademisyen olarak sizin zaviyenizden ve uzmanlık alanınızdan çözüm modeli olarak ne çıkıyor acaba?
Mevcut çözüm, yasa dışı yerleşim bölgelerinden işgalcilerin atılmasına imkân vermiyor. Aynı zamanda mülteci haklarını güvence altına almıyor. 8 milyon Filistinli mülteci var. Bunun dışında Filistinli olup Batı Şeria ve Kudüs’te Arap vatandaşı olan ve İsrail apartheid rejimi altında bulunan mağdurlar var. Mevcut çözüm tüm bunları görmezden geliyor. Ayrıca İsrailli yetkililerin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını da imkânsız hale getirebilir. İsrail’in sınırlarının belli olmayışı gerçeğini sorgulamamızı engeller. Çünkü İsrail, dünyada sınırı belli olmayan nadir devletlerden biridir.
100 yıldan fazla bir zamandır bunca haksızlığa uğramış bir halkın böylesi bir çözüme icbar edilmiş olması bizi uluslararası adalet, uluslararası hak, hakkaniyet ve self-determinasyon gibi birtakım insani beklentilere cevap vermekten uzak kılacak bir çözümü sunmaya itebilir. İsrail’in bir sorun olduğu gerçeğini, hem bölgesel hem de küresel bir sorun olduğu gerçeğini ıskalamamıza yol açabilir. Dolayısıyla mevcut çözümü normal kabul etmiyorum. Bizim öncelikle sorunu net tahlil etmemiz lazım. Benim yapmak istediğim de bu aslında.
Bu zaviyeden bakıldığında söze şununla başlayabiliriz. İsrail, sömürgeci, yasa dışı ve işgalci bir devlettir. Başkalarına ait toprakları sömürgeleştirmiştir. Sömürgeciliğin tarihin çöplüğüne atıldığı bir dönemde, uluslararası hukuka aykırı olarak Filistin topraklarını işgal etmiş, bununla yetinmemiş ilhak etmiş, kendi Yahudi nüfusunu dünyanın değişik bölgelerinden getirtip buraya yerleştirmiş ve Filistinlilere etnik temizlik uygulamıştır. Baskıyla, dayatmayla ve zorla Filistinlileri bölgeden çıkarmış, apartheid rejimi demek bile hafif kalacak uygulamalar gerçekleştirmiştir. İnsanlık suçlarına imza atmıştır. Dolayısıyla bizim sorunu nasıl tanımlayacağımız çok önemlidir.
Tüm bunları şunun için tekrar ettim, bizim meseleye dair çözümler sunarken, 1900’lere gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu zaviyeden bakarak bir paradigma üretmemiz gerekir. Böylesi bir perspektife sahip olursak şayet, ilkin bu bizi self-determinasyon meselesine götürecektir. Manda rejiminin özelliklerini bilmemiz lazım. Milletler Cemiyeti’nin 181 sayılı karanının ne denli problemli olduğunun farkında olmamız lazım. İsrail’in devlet olarak kuruluş sürecinin anormalliğine dikkat kesilmemiz gerekir. En son, yani beşinci olarak da 1967 topraklarına çekilmeyi konuşmamız lazım. Ama uluslararası hukuk ve düzen bize ne öneriyor? 67 topraklarına çekilmeyi paradigma olarak sunuyor. Diğerlerini pas geçelim anlayışında. Diğerlerinin artık İsrail’in kazanımı haline geldiğini adeta baştan kabul ettiriyor bize. Bunları unutalım diyorlar. Böylece sorunu yanlış yerden aldıkları için çözüm konusunda da yanlış modeli savunuyorlar. Bir bakıma Filistin’in sömürgeleştirilmiş sorununu çözmek yerine aslında Filistin sorununu hasıraltı etmeyi hedefliyorlar.
Dolayısıyla iki devletli çözüm modelinden bahsedenler, İsrail’i normal bir devlet gibi görmekte ve İsrail ile müzakere etmenin gerekli olduğunu düşünmekteler. Açık söylemek gerekirse bu yaklaşım, Filistin sorununu çözmek istemeyenlerin yaklaşımıdır. Bu kolay olan, hiçbir bedel ödemek istemeyen ve mümkünse Filistin meselesini tarihin çöp tenekesine atmak isteyen, palyatif çözümü öneren bir modeldir. Bu hiçbir şekilde İsrail’i karşısına almak istemeyen tamamen apolejetik yenilgi olup emperyalist dayatmaları kabul etmeyi içermektedir. İddiasız ve kendi halkına yabancı olan yönetimlerin bir çözümüdür bu.
İSRAİL’E KARŞI TOPYEKÛN BİR MÜCADELE VERİLMELİDİR, ÇÜNKÜ İSRAİL İLE MÜZAKERE EDİLMEZ, MÜCADELE EDİLİR
Şunu paylaşmak isterim sizinle. Soğuk Savaş boyunca Güney Afrika’daki ırkçı rejime karşı küresel düzeyde mücadele edilirken, Mozambik ve Tanzanya gibi komşu ülkeler, yani ret cephesi oluşturmuş olan Afrikalı kimi ülkeler, apartheid rejimi olan Güney Afrika’ya karşı çok büyük bir direnç içinde oldular. Hiçbiri Güney Afrika’ya teslim olmadı. Hiçbiri Güney Afrika ile normalleşmeye çalışmadı. Hiçbiri Güney Afrika’nın dayattığı çözümleri kabul etmedi.
Mesela apartheid rejimi olan Güney Afrika, Afrika topraklarında Bantustanlar kurmaya çalıştı. Irkçı rejim dedi ki madem siz özgürlük istiyorsunuz, madem self-determinasyon istiyorsunuz buyurun size şu an Batı Şeria’da oluşmuş tuhaf kantonlar gibi bir devlet sunuyorum. Bunu Güney Afrika’nın etrafındaki ret cephesi dediğimiz siyahi ülkelerin hiçbiri kabul etmedi. Kimlerdir bunlar? Botsvana, Angola gibi ülkeler… Bunların hiçbiri kabul etmedi ve direnişe devam ettiler. Afrika Ulusal Kongresi’ne sahip çıktılar ve onu düşman olarak görmediler.
Bugün Filistin’de ise Hamas’ı düşman olarak gören, Hamas’tan rahatsız olan bir sürü Arap ülkesi olduğu gibi, İsrail ile normalleşmek isteyenler de var bildiğiniz gibi. Esasında Filistin meselesini hasıraltı etmek istiyorlar ve size şunu söyleyebilirim eğer Hamas İsrail tarafından yok edilirse, buna sevinecek bir sürü Arap rejimi söz konusu.
Çok doğru. Maalesef öyle…
Çünkü onlara göre Arap dünyasının en büyük tehlike arz eden aktörü İhvan-i Müslimin, yani Müslüman Kardeşler’dir. Dolayısıyla Hamas’ın bitmesi gerekir diye düşünmektedirler. Filistinliler böylesi bir ihanet çemberiyle karşı karşıya.
İki devletli çözüm dayatmasının arkasında Amerikalılar ve Avrupalılar var. Biden iki devletli çözümü destekliyorum diyor. Bugün Gazze’de uygulayan soykırımı destekleyen birinden bahsediyoruz. Bu şekildeki bir çözüme karşı çıkmamız gerekiyor. Tekrar ediyorum, ben çözümün ne olacağını bilemem ama şunu söyleyebilirim. Tüm Filistin toprakları sömürgeleştirilmiş ve bu gerçeği bana uluslararası hukuk, uluslararası adalet literatürü zaten vermektedir. Sömürgeci bir devlet olarak İsrail’in bana göre yasallığı şüphelidir, saldırgandır, ırkçıdır, yayılmacıdır, toprakları belli değildir, barbardır ve normal bir devlet değildir. Uluslararası olarak muhatap alınmaz, çünkü yayılmacı emelleri devam etmekte ve bundan vazgeçtiğini görmemekteyiz.
Daha önce de belirtmiştim, sınırları belli olmayan tek devlet var dünyada, o da İsrail’dir. Bana göre İsrail uluslararası barışa, düzene ve güvenliğe yönelik en büyük tehdittir. Çözümleri sunarken bu gerçekleri ıskalamamalıyız. İsrail’e karşı topyekûn bir mücadele verilmelidir. İsrail ile müzakere edilmez, mücadele edilir.
ATEŞKES KARARI ALININCAYA KADAR, EN AZINDAN TÜRKİYE VE İSLAM ÜLKELERİ, AMERİKAN ASKERİ ÜSLERİNİN FAALİYETLERİNE SON VERMELİDİR
Söyleşimiz hazır bu konuya gelmişken, İslam İşbirliği Teşkilatı veya İslam dünyasının, BM ve uluslararası hukuk düzeni içinde İsrail’e karşı ne tür pratik adımlar atılabileceğini sormak isterim. Uluslararası platformlarda ne tür kararlar alınabilir? Bunu sağlamanın yolu yordamı nedir?
Yapılması gereken şey, bütün uluslararası kurumları harekete geçirmektir. BM Genel Kurulu, İslam İşbirliği Teşkilatı, Afrika Birliği gibi platformlarda kapsamlı yaptırım kararı almak gerekir. İkinci olarak ise İsrail’e karşı, başta Müslüman ülkeler olmak üzere hava sahalarının kapatılması gerekir. İsrail ile ticareti, siyasi ve diplomatik ilişkileri kesmek gerekiyor. İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD’ye karşı askeri üsler bağlamında yaptırım kararları alınmalıdır. Türkiye dâhil onlarca İslam ve Arap ülkesinde ABD’ye ait askeri üsler vardır. Bu karar alınamıyorsa şayet, en azından ateşkes kararı alınıncaya kadar askeri üslerin faaliyetlerine son verilebilir.
Bunun dışında başta İslam ülkeleri olmak üzere uluslararası ticarette dolarla iş yapmama konusunda ortak hareket edilebilir. Hava sahalarını en azından Amerikan savaş uçaklarına kapatabilirler. Amerikan gemilerine karşı geçiş yollarını kapatabilirler. Bana göre sürekli olması lazım ama ürkek olduklarını bildiğim için en azından ABD’nin askeri faaliyetlerini askıya alabilirler. Dolayısıyla masa başlarında oturup, iki devletli çözüm modelini savunmak, tekrarlamak, aslında ipe un sermektir. Filistin sorununu hasıraltı etmektir.
FİLİSTİN’DE BİR DEVLET OLDUĞUNUN FARKINDA OLMAMIZ LAZIM
1988’de ilan edilen Filistin Devleti’nin statüsü nedir? Hangi ülkeler tanımaktadır? BM ve uluslararası hukuk düzleminde tanınırlığı için ne tür adımlar atılabilir? Filistin Devleti’ne ve seçimlerle yönetime gelmiş Hamas’a askeri ve istihbarı destek, ekonomik destek, siyasi ve lojistik destek mümkün müdür? Bunun uluslararası hukuk, insan hakları ve BM kararları içerisinde dayanağı var mıdır? Varsa nelerdir?
Bir kere Filistin bir devlettir, bunun farkında olmamız lazım. 1988 yılının Kasım ayında Filistin Ulusal Konseyi, Filistin Devleti’ni ilan etti. Bu ilandan birkaç hafta sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplandı ve üçte ikiden fazla çoğunlukla aldığı kararla Filistin Devleti’ni tanıdıklarını, bundan büyük mutluluk duyduklarını, Filistin Devleti’nin var olması gerektiğini, Filistin halkına self-determinasyon hakkını tanıdıklarını ve İsrail’in 67 sınırlarına çekilmesi gerektiğini ve buraların işgal altında olduğunu belirtti.
Şu anda dünyada Filistin’i devlet olarak tanıyan 140’a yakın ülke var bildiğim kadarıyla. Aynı zamanda 2010 yılında Filistin, Birleşmiş Milletler’e üye olmak için başvuruda bulundu. Amerika o zaman karşı olduğu için veto edeceğini söyledi. Gerçi Amerika şu anda iki devletli çözümü savunuyor.
BM Anlaşması’na göre bir devletin üye devlet olması için Güvenlik Konseyi’ne öneri olarak gelmesi ve veto edilmemesi gerekiyor. Veto mekanizmasından dolayı, yani devlet olarak engellenir düşüncesiyle Filistin, direkt BM Genel Kurulu’na başvurdu ve gözlemci devlet olarak kabul edildi. Karara dikkat etmenizi salık veririm, gözlemci ama bir devlet. Yani Filistin bir devlettir demek bu. Üye devletten farkı, karar mekanizmalarında oy kullanamamasıdır. Yoksa BM toplantılarına katılabiliyor Filistin Devleti. BM devlet olarak kabul etmese bile bu hiç statüsü yok anlamında değil. Mesela Kosova şu anda devlet mi? Devlet olarak muamele görüyor. Oysa Kosova BM üyesi değil.
Filistin, statüsü gözlemci olan bir devlettir ama bir devlet olarak vardır. Reel politik kaygıları dikkate alırsak ki ben bu çözüm modelini kabul etmiyorum ama tüm uluslararası kurumlar 67 sınırlarına İsrail’i davet ederken, iki devletli bir çözüm demiyor mu? Yani Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’nden müteşekkil bir Filistin devleti vardır diyor uluslararası toplum. Devlet olmanın şartlarına bakalım. Devlet olmanın özünde dört şartı vardır. Sürekli bir nüfusun olması lazım. Şu anda sürekli bir nüfus yok mu? Evet var ve yanılmıyorsam 15-16 milyonluk bir Filistin nüfusu var. İkincisi bir toprak parçası olması gerekir. Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi bir toprak parçasını ihtiva ediyor. Üçüncü nokta, bir otoritenin ve etkili bir yönetimin olması gerekir. Bu da resmî olarak var ama Siyonist devlet buna hiçbir şekilde izin vermiyor. İşgal politikaları izleyerek, baskınlar düzenleyerek, insanları hapse atarak, askeri saldırılarda bulunarak, katlederek Filistin’in devlet yapısını engelliyor.
SELF-DETERMİNASYON VE MEŞRUİYET AÇISINDAN BAKILDIĞINDA MEŞRU OLAN, SEÇİMLE İŞBAŞINA GELMİŞ HAMAS’TIR
Şu anda Batı Şeria’da İsrail, Oslo Anlaşması’na rağmen bu topraklarda işgalci olarak bulunuyor, çıkmıyor. Çıkmayı bırakın, uluslararası hukuka aykırı olduğu halde, sürekli yeni yerleşim yerleri inşa ediyor, yani işgali artırıyor ve kalıcılaştırıyor. Gazze’de operasyonlar yaparak, Gazze’yi abluka altına alarak suç işliyor. Sonuçta 2006 yılında yapılan seçimleri Hamas kazanmıştı. 2005’ten önce yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini ise Mahmut Abbas yönetimindeki El-Fetih, Amerikalıların bir bakıma gözetim ve denetim altında kazandı.
Meşruiyet açısından bakacak olursak aslında meşru olan seçimle işbaşına gelmiş olan Hamas’tır. Ama uluslararası sistemin dayatmacı politikalarına baktığınız zaman, Amerikalılar ve Avrupalılar nezdinde muhatap olan Mahmut Abbas yönetimidir. Eğer olaya uluslararası toplum açısından bakılacak olunursa Hamas muhatap olarak tanınmıyor. Olaya meşruiyet, self-determinasyon ve uluslararası hukuk açısından bakılacak olunursa da aslında meşru olan Hamas yönetimi değil midir? Herkes aslında bunu bilmektedir.
Devlet olmanın dördüncü kriterini söylemek gerekirse, bu da uluslararası ilişkilere girme kapasitesidir. Peki, Filistinlilerin kapasitesi var mı? O da var. En son 2015 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf oldu. Mahkeme de Filistin’i devlet olarak kabul etti. Filistin Devleti bir sürü uluslararası anlaşmaya taraftır, bir sürü uluslararası örgütle diplomatik ilişkileri vardır. Ayrıca uluslararası örgütlere üyeliği de söz konusu. Filistin’in bir devlet olmadığını söylemek mümkün değil. Peki, Filistin Devleti nasıl bir devlet diye sormak gerekir? Cevabı da şu, Filistin işgal altında olan bir devlettir.
Peki, bir devletin işgali, onun bağımsızlığını ortadan kaldırır mı? Bağımsızlığı elden gider mi? Hayır gitmez. Örneğin Amerika 2001’de Afganistan’ı, 2003’te de Irak’ı işgal etti. Peki işgalden sonra Irak ve Afganistan bağımsız olmaktan çıktı mı? Hayır, çıkmadı. Çünkü uluslararası hukuk bu konuda bize şunu söylüyor: Devletlerin sürekliliği ilkesi temeldir. Bir devlet sürekli olacaksa, bu devleti uluslararası toplumun da koruması gerekmez mi? Nitekim 1990 Ağustos’unda Irak, Kuveyt’i işgal etti bildiğiniz gibi. Uluslararası güçler ve toplum ne yaptı? BM Güvenlik Konseyi devreye girdi ve Irak’ın Kuveyt’ten çıkmasını sağladı. Askeri güç kullanım yoluyla ABD ve müttefiklerine yetki verdiler mi? Evet, verildi.
Bana göre Kuveyt yapay bir devlettir. Irak’ın denizlere ulaşmasını engellemek için İngiltere bunu formüle etti. Kuveyt bile bir devlet olması hasebiyle uluslararası toplum, yani BM Güvenlik Konseyi’nin güvencesiyle bağımsızlığına tekrar kavuşmuş oldu. Ortada böylesi bir örnek varken, bu Filistin’in devlet olma niteliğini ortadan kaldırır mı? İşgal altındaki bir devletin varlığına halel getirir mi? Filistin bir devletse ki devlettir ama işgal altında bir devlettir; devlet olmanın anlamı nedir? Devlet olmanın anlamı şudur; istediği uluslararası örgüte taraf olabilir, istediği anlaşmayı yapabilir, istediği gibi hükümet kurabilir ki İsrail bunu sürekli engellemeye çalışıyor. Biliyorsunuz Filistin Kurtuluş Örgütü’yle birlikte hükümet kurmalarını sürekli engelleyen, müdahale eden İsrail Devleti’dir.
BİR DEVLET OLARAK FİLİSTİN, İSTEDİĞİ ÜLKEYLE TİCARİ, ASKERİ, HUKUKİ, İSTİHBARİ İLİŞKİ KURABİLİR VE İSTEDİĞİ ULUSLARARASI ÖRGÜTE ÜYE OLABİLİR
Devlet olmanın diğer anlamlarını zikretmeye devam edelim. Filistin eğer bir devlet ise, istediği eğitim politikasını izleyebilir, istediği anayasayı yapabilir, istediği dış politikayı izler. İstediği devletle yakınlık kurabilir, istediği ülkeyle istihbarat anlaşması yapabilir, istediği ülkenin silahını alabilir. Filistinli yetkililerin yargısal muafiyeti vardır. Filistinli bakanlar hiçbir şekilde kaçırılamaz. Milletvekillerine dokunulamaz. Ama İsrail tutuklayabiliyor, yargılayabiliyor ve bazen de hapse atabiliyor.
Aynı zamanda Filistinlilerin, Filistin Devleti’ni koruma hakkı vardır. Bir devlet olarak onların cumhuriyeti koruma hakları mevcuttur. Ayrıca Filistinli savaşçılar da işgal kayıtlarına göre savaşçıdırlar, terörist değil. Bunlar devletlerini korumak için meşru müdafaa haklarını koruyan askerlerdir. Filistin’i devlet olarak kabul etmezseniz, mesela Gazze’de kendini savunanlara ne demek durumunda kalacağız? Literatürde biz bunlara ulusal direniş örgütü diyoruz. Yani direnme hakkı olan örgütler.
Filistin bir devletse ki bana göre devlet, o zaman Filistinli savaşçılara asker dememiz lazım. Bunlar ele geçirildiği zaman esir muamelesi görmelidirler. İsrail ise bunlara terörist muamelesi yapıyor. Özetle nereden bakarsanız bakın, Filistin’in çok geniş hakları var. İstediği devletten silah alabilir. Size ilginç bir şey söyleyeyim, Türkiye’de hiç konuşulmayan bir şey. Filistin bir devletse eğer, Gazze şu anda silahlı bir saldırı altında ve bir soykırım yaşamakta. İnşallah Uluslararası Adalet Divanı da buna ilişkin karar alır. Soykırım karşısında Birleşmiş Milletler’in kurucu anlaşmasının 51’inci maddesine göre Filistin’in meşru müdafaa hakkı vardır. Meşru müdafaa bireysel de müşterek de, yani kolektif de olabilir. Herhangi bir devlet Filistin’in işgal altında olduğunu kabul ediyorsa, bu durumda bir başka devlet işgal altındaki devlete destek olabilir. Eğer Filistin’e karşı çıkmayan bir devletse, isterse Filistinlilerle birlikte İsrail’e karşı da savaşabilir.
Brezilya veya Rusya mesela Filistin Devleti ile ekonomik bir anlaşma imzalayabilir mi?
Tabii yapabilir. Uluslararası alanda her şeyi yapabilir. Bu meşrudur. Hiçbir devlet engel olamaz. Çünkü devletin egemenliği ve toprak bütünlüğü esastır. Devletin iradesine ipotek konulamaz. İstediği uluslararası örgüte üye olabilir. Kimse buna müdahale edemez. Aynı zamanda tüm bunlar, self-determinasyon hakkının bir devamıdır.
BM GENEL KURULU BARIŞ İÇİN BİRLEŞME İLKESİYLE GAZZE’YE ASKER GÖNDERME KARARI ALABİLİR
BM ne yapabilir? Bu tabloda BM Güvenlik Konseyi’nden karar çıkma ihtimali yok. Çünkü ABD sürekli veto ediyor. O zaman BM Genel Kurulu devreye girebilir. Birleşmiş Milletler’in barış için birleşme diye bir kararı var. Sözleşme’de bu uniting for peace diye geçiyor. Bunu yaşanmış bir örnekle somutlaştırayım.
Güvenlik Konseyi 1950’de Kore Savaşı olduğunda, sözüm ona -ki buraya itirazım var benim-Kuzey Kore, Güney Kore’yi işgal etti. Güney Kore egemen bir devlet olduğu için, ABD konuyu Güvenlik Konseyi’ne taşıdı ve Konsey kararı ile bu işgali kırdı. Kuzey Kore’nin derhal oradan çekilmesini istedi. 1950’de Güvenlik Konseyi bunu nasıl yaptı? Kuzey Kore Sovyetler Birliği’nin nüfuzu altındaydı. Çünkü Sovyetler Birliği orayı özgürleştirdi. Bunu nasıl yaptı? 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti kurulduğu zaman, Çin adına Çin’i, Komünist Çin temsil etti. Güvenlik Konseyi’nde Batılı devletler bunu kabul etmediler. ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler biz komünist rejimi tanımıyoruz, meşru kabul etmiyoruz dediler. Onun yerine milliyetçi olan Çin yönetimini kabul ediyoruz dediler.
Sovyetler Birliği Güvenlik Konseyi’nde böylelikle yalnız kalmış oldu. Yalnız kalınca da çok tepki gösterdi ve Güvenlik Konseyi’ni boykot etti. Amerikalılar bu tablo karşısında Güvenlik Konseyi’nde istediği kararı çıkardı. Sovyetler Birliği süratle geri geldi Konsey’e. Sovyetler Birliği’nin geri gelmesiyle Amerika şöyle bir öneri getirdi: Eğer BM, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için sürekli veto nedeniyle karar alamıyorsa, bu durumda Genel Kurul 24 saatte toplanır ve üçte ikilik oy çokluğuyla gerektiğinde her türlü tedbiri alma imkânı verecek bir tavsiye kararı alabilir. Bağlayıcı olmayan her türlü tavsiye kararı alabilir. Nitekim Güvenlik Konseyi’nde bu karar alındı. 1950-1953 arası Türkiye gibi ülkeler de bu tavsiye kararına binaen Güney Kore’ye asker gönderdi. Özetle Genel Kurul’un barış için birleşme tavsiyesi çerçevesinde asker gönderildi.
Ben de bu karara dayanarak, 1950-1953 yılındaki karar mekanizması gibi BM devreye girebilir önerisinde bulunmak istiyorum. Barış için birleşme kararı için Genel Kurul, İsrail’e karşı her türlü tavsiye kararı alabilir. Filistin halkının devlet olma mücadelesini destekleyebilir. Filistin’e her türlü askeri desteği verebilir. Kararda, İsrail’e karşı yaptırım kararı alınabilir. Aynı Güney Afrika Cumhuriyeti’nin yaptığı gibi. Askeri, ekonomik, siyasi, diplomatik, kültürel entelektüel her türlü karar alabilir. Barış gücü askerlerini bölgeye gönderebilir, hatta askeri güç kullanımı, yani askeri zorlama tedbiri de alabilir. Tavsiye niteliğinde tabii ki eğer siz buna uymak isterseniz uyarsınız. Bu yasaldır, uluslararası hukuka uygundur.
Bütün bunların yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu Türkiye’de nedense hiç konuşulmaz. BM’nin dışında uluslararası örgütler bunu yapabilir. Batı dışı örgütler, mesela Afrika Birliği örgütü ya da Bağlantısızlar Grubu böylesi bir girişim başlatabilir. İslam İşbirliği Teşkilatı da tabii ki yapabilir. Ben böyle bir hukuki mücadele zeminine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Özetle şunu demek isterim, Filistin bir devlet ve lütfen Filistin’e bir devlet gibi davranalım.
BM SOYKIRIMI ÖNLEME SÖZLEŞMESİ’NE GÖRE YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ EN İYİ YERİNE GETİREN DEVLET YEMEN’DİR
Peki, hukuki zeminde mücadele derken, Güney Afrika’nın İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı soykırım davası var. Bu davanın önemi nedir? İsrail’in hem aleyhine hem de lehine çıkma şeklindeki iki muhtemel kararı göz önünde bulunduracak olursak bu iki kararın da Gazze’deki işgale ve Filistinlilerin davasına yansıması ne olur?
Güney Afrika’nın başvurusunu önemsiyorum, ciddiye alıyorum, tebrik ve takdir ediyorum. Çünkü Güney Afrika 1948 yılında kabul edilen Soykırımı Önleme Sözleşmesi’ne taraf olmanın yükümlülüğünü yerine getiriyor. Bu uluslararası sözleşmeye devletlerin büyük çoğunluğu aşağı yukarı taraftır. Sözleşme’ye göre soykırım suçunun işlenmesi söz konusu ise, taraf devletlerin bunu engelleme yükümlülükleri söz konusudur. Sözleşme’ye göre soykırımı engellemeye çalışan devletlerin başında bana göre önde geleni Yemen’dir. Yemen’i bize ters anlatıyorlar. Yemen ne yapıyor? İsrail’e giden gemilerin Kızıldeniz’den geçişini engelliyor.
Yemen, İsrail’e giden gemilere askeri müdahalede bulunuyor. Peki Yemen doğru mu yapıyor? Soykırımı Önleme Sözleşmesi ne diyor? Ateşkes kararı alınıncaya kadar İsrail’in varlığını, ekonomik gücünü artıran bu gemileri engelleyeceğim diyor. Çünkü soykırım yapma potansiyelini artırıyor bu gemiler. Doğru değil mi bu argüman? Bence doğru hareket ediyor Yemen. Peki, BM ne kararı aldı? Yemen’in yaptığının uluslararası hukuka aykırı olduğu, barışa ve güvenliğe zarar verdiği için yaptırım kararı aldı. Çin ve Rusya çekimser kaldı. Bu tablo bile utanç verici bir dünyada yaşadığımızı gösteriyor. Soykırımı Önleme Sözleşmesi’ne uygun şekilde yükümlülüklerini en iyi şekilde yerine getiren Yemen Devleti olduğu halde ve takdir edilmesi gerekirken, BM aldığı kararla Yemen’i kınıyor. Hakikaten olacak iş değil. Dolayısıyla Soykırımı Önleme Sözleşmesi’ne taraf olan devletler bunu engelleyemiyorsa bu durumda cezalandırmak için çaba göstermesi gerekir. İsrail ile en azından işbirliği yapmaması gerekir ve aynı zamanda Birleşmiş Milletler’e meseleyi taşıması beklenir. Bütün bunları isterse taraf olan tüm devletler yapabilir. Şimdilik bunu Güney Afrika yapıyor. Aynı zamanda bu anlaşmaya göre taraf devletler, isterlerse Uluslararası Adalet Divanı’na soykırım yapıldığını tespit ettirmek için başvurabilirler. Ya da Güney Afrika’nın davasına destek olabilirler. Peki, Mahkeme’den ne bekleniyor?
ULUSLARARASI ADALET DİVANI’NDAN SOYKIRIMI TESPİT ETMESİ BEKLENTİSİ VAR VE NİSPETEN OBJEKTİF BİR MAHKEME OLDUĞU İÇİN DAVA ÖNEMSİZ GÖRÜLMEMELİ
Beklenen çok şey var. Birincisi soykırımı tespit ettirmek. Uluslararası Adalet Divanı nispeten objektif sayılabilecek, 17 üyeden oluşan ve sadece Batılı ülkelerini değil, dünyanın değişik hukuk sistemlerini temsil eden yargıçları barındıran bir mahkeme. Dolayısıyla bu gelişmeyi önemsiz veya küçük görmek mümkün değil.
Bu yüzden mahkemeye “Dünya Mahkemesi” deniyor değil mi?
Evet, Birleşmiş Milletler’in en önemli altı organından biri. Dolayısıyla burada soykırım işlendiğine dair karar çıkarsa, Amerika ve İsrail’in soykırım yoktur demeleri muhal olacak. Komik kalacak. Bana göre, böylesi yüksek bir otoritenin karar alması halinde, İsrail ve ABD daha bir zorlanacaktır.
Bunun yanı sıra alınması beklenen bir sürü karar da olabilir. Mesela delillerin karartılmamasına dönük tedbirler gibi. İsrail’in Gazze’de yaşayanların evlerine dönmelerini sağlaması, insani yardımların geçişine engel olmaması, hak ihlallerinin tekrar edilmemesi gibi birtakım kararlar da alabilir Mahkeme. Dolayısıyla ortada sadece soykırım tespiti kararı değil söz konusu olan. Burada şunu da dile getirmeden geçmemek lazım. Soykırım tespiti uzun süreli bir şey. Çabucak olmayabilir. Mahkeme, birkaç yıl içinde ancak ortaya çıkarır. Yani esasa ilişkin mütalaa uzun sürecek. Bosna davası da öyle oldu.
Şunu da belirtmem gerekecek. Mahkeme soykırım olmadığı sonucuna varırsa, biz soykırım yaşanmadığını kabul mu edeceğiz? Buna ilişkin endişeler de var. Bu durumda ne yapılması gerekecek? Nitekim Mahkeme daha önce Bosna’da böylesi bir karar almıştı. Bosnalılar karşı dava açtı ve karar 2000’li yıllarda çıktı. Çıkan kararda Mahkeme dedi ki Bosna’da bütün Müslümanlara karşı soykırım olmamıştır, sadece Srebrenitsa’da soykırım yaşanmıştır. Bundan dolayı Sırbistan suçlu görülmedi. Yani Sırbistan’ın bu işin arkasında olduğunu kabul etmedi Uluslararası Adalet Divanı. Dolayısıyla burada da böyle bir karar çıkar mı endişesi haklı bir endişe bence.
KANAATİM, İSRAİL’İN ALEYHİNE BİR KARARIN ÇIKMA İHTİMALİ OLDUĞUDUR
Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail aleyhine vereceği bir karar olması halinde, BM Genel Kurulu ile BM Güvenlik Konseyi’nde süreç nasıl ilerleyecek? Uluslararası düzenin, uluslararası toplumun bu karar sonrasında İsrail’e bakışı ne olur? İsrail’i nasıl bir gelecek bekliyor? Karar sonrası İsrail ne tür hamleler yapabilir?
Benim kanaatim İsrail’in aleyhine bir kararın çıkma ihtimali olduğudur. Çünkü her şey o kadar açık ki gözlerimizin önünde yaşanıyor hâlâ tüm vahşetler. Ağzını açan her İsrailli yetkili, biz Hamas’ı yok edeceğiz, Gazze’yi dümdüz edeceğiz, Gazze’ye atom bombası atılmalı, susuz ve elektriksiz bırakılmalı Gazzeliler, onlar da suçludur şeklinde demeçler vermekteler. Yani göstere göstere bunları yapıyorlarken, soykırım olmadığını söylemek için, insanın hakikaten aklını kaybetmiş olması lazım. Ben Mahkeme’nin bu riske gireceğini düşünmüyorum. Çünkü böyle bir karar alması, Uluslararası Adalet Divanı’nın meşruiyetini sorgulamaya iter. Zaten BM Güvenlik Konseyi’nin meşruiyeti giderek sorgulanıyor. Bu muhtemelen BM sisteminin çöküşünü de hızlandıracak bir gelişme olur.
Ben orada yargıç olsam böyle bir karar almam. Benim kanaatim göstere göstere soykırım yok demeyecekleri yönünde. Kendi adıma birtakım tedbir alacaklarını ümit ediyorum. Almazlarsa da mahkeme kendi ayağına kurşun sıkmış olur.
DİVAN SOYKIRIM YAPILDIĞINA HÜKMEDERSE, İSRAİLLİ YETKİLİLERİN ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ’NDE YARGILANMALARI DAHA MÜMKÜN OLACAKTIR
Eğer soykırım olduğu saptaması olursa, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrailli yetkileri yargılaması çok daha mümkün olacaktır. Biliyorsunuz Uluslararası Ceza Mahkemesi ayrı bir mahkeme. Çünkü Ceza Mahkemesi’nde devletlerin değil, bireylerin yargılanması söz konusu. Şimdi burada eğer ki soykırım kararı çıkarsa, mahkemeden birkaç sene sonra tabii olacak bu, ihtiyati tedbir karar alınması da bir bakıma orada soykırım olduğunu ihsas ediyor demek olacaktır. Divan’ın ihtiyati tedbir kararı alması, en azından soykırıma dair bir kanaati olduğunu da bize gösterecektir.
Böyle bir durumda Uluslararası Ceza Mahkemesi daha cesur davranacaktır. Açık söyleyeyim, bugüne kadar Ceza Mahkemesi ne yazık ki ipe un sermekle meşguldü. Çünkü İsrail’den korktukları belli. Başsavcı da dâhil olmak üzere İngiltere’nin baskı uyguladığı konuşuluyor. İngiltere Mahkeme’nin İsrail aleyhine ve İsrailli yetkililer aleyhine karar vermesini engellemeye çalıştığına dair iddialar söz konusu. Fakat Uluslararası Adalet Divanı bütün dünyanın arkasında olduğunu bilerek çok daha cesur davranacaktır. Bu durumda da şahsi olarak pek çok İsrailli yetkilinin Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanması ve mahkûm edilmesi de böylelikle mümkün olabilir diye düşünüyorum.