Unutanlardan mısınız?

Unutmak, kimileri için sağlığını korumanın, hayata hiçbir şey olmamış gibi devam etmenin, acıyı üzerine yapıştırmamanın, moda tabiriyle “teflon” olmanın yegâne yoludur. Balık hafızalarıyla uzun yıllar kendi konfor alanları içerisinde yaşarlar. Unutuş veya ‘selektif amnezi’ bazen öylesine kayıtsız bir hal alır ki, toplumlar yaşanan acılardan, yıkımlardan, travmalardan ders çıkaramaz hale gelir. Aynı taşa tekrar tekrar takılıp düşerler.

Başrollerini Jim Carrey ve Kate Winslet’ın paylaştığı ve unutmak dendiğinde birçoğumuzun aklında ilk sıralarda yer etmiş olan Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) filminde, Joel adında bir adam ayrıldığı sevgilisinden kalan “tatsız” hatıralarını sildirmeye uğraşır. Ancak ne zaman ki güzel anılara gelir sıra, pişman olur. 

 

Filmin meşhur repliklerindendir: “Birini aklınızdan silebilirsiniz ama onu kalbinizden atmak başka bir hikâyedir.”

 

Bellek meselesi bu toplumu, diğer konularda olduğu gibi, karpuz misali ikiye böler. 

 

Bellek öyle bir zehirdir ki, kalbe damlayıp yayıldıkça perde perde açılır önünüzde geçmişiniz… Her bir perdede kişisel anılarınız, yaşadığınız ülkenin travmalarına karışır. Belleğin bulaştığı her anı, zihni yeni bir farkındalıkla tanıştırır.  

 

Kimileri klavyelerinin başına geçer ve günün anlam ve önemine uygun olarak #UnutMADIMAKlımda yazar. Bu hashtag’lerin ekrandaki görüntüsü ve güya “kelime oyunu”, gözüne güzel gözükür. Ancak Madımak’ı bir süre sonra bir yemekten ibaret sanır; aileye evlilik yoluyla bir “Alevi” girmesine karşı çıkarlar. 

 

35 kişinin diri diri yakıldığı Madımak Katliamı gibi bir insanlık suçu zaman aşımına uğrar. Zamanında Yaşar Kemal’e “Şimdi dünyanın yüzüne çıkıp ne söyleyeceğiz. Utançtan başka neyimiz kaldı…” dedirten katliamın dosyası, ailelerin 30 yıldır adalet arayışına rağmen, zaman aşımından düşer. 

 

Oysa zaman hiç aşar mı? Bellek bu ağır yükü bundan sonra hiç aşar mı? 

 

Katarsis Hali 

 

Depremin ardından “Yıkıldık ey halkım, unutma bizi” der, ama depremin üzerinden yedi ay geçtikten sonra deprem bölgesindeki kadınların, çocukların, yaşlıların durumu; eğitimde yaşanan zorluklar, hijyen eksikliği, suya erişim gibi konular artık gündeminden düşer. İlk hafta yardım kolisini göndererek vicdanını rahatlatmıştır bir kere, sonrasını unutmak için vicdanını rahatlatmıştır böylelikle. Bir nevi katarsis hali…

 

Ama bir yandan da binaların malzemesinden çalar, ilk kattaki pastane kolonu keser ve bir sonraki depremde o enkazın altında insanların can vermesine yol açan bir unutkanlığa imza atar. 

 

Göz açıp kapanana dek unutulur o hashtag’lerin yazılma gerekçeleri… Kalpleri bir bebek gibi tıkır tıkır atanların unutma kasları da makine gibi son hızla çalışır. 

 

Kulüp dizisinin yeni sezonunu hemen izlemek için yanıp tutuşurlar. Ama dizide azınlıkların yaşadıkları travmalardan yola çıkarak bellekleri tazelemek, biraz tarih araştırması yapmak ve “öteki”nin acısına duyarlı olmak adına bir çaba harcamazlar. 6-7 Eylül, Varlık Vergisi, Tarlabaşı’nın yıkımı, onlar için sıkıcı bir tarihsel detaydır. Ne de olsa her şey beyaz ekranın büyüsünden ibarettir onlar için. 

 

Kürt yurttaşların tarih boyunca yaşadıkları zorluklardan söz edilirken “Benim de Kürt arkadaşlarım var” diyerek kalın bir unutuş yorganı sermeye kalkarlar konformist köşelerinden… Ahmet Kaya onlar için sevgiliye söylenen şarkıların sesi olmaktan öteye geçmez; onu Paris’e sürgüne gönderen koşulları ve linç kültürünün bu topraklarda halen ne kadar diri olduğunu da unuturlar. 

 

Güvercin Tedirginliği 

 

Ahparig’in güvercin tedirginliğinin daha sonra ne çok insana ve topluluğa daha yaşatıldığını unuturlar. Ermeniler de Kürtler de Romanlar da dile yerleşik nefret söylemine konu olmaya devam ederler. 

 

Su çatlağını bulup akarken, türlü kırılgan hikâyeler taşa toprağa karışırken, Hrant Dink yüzükoyun yerde yatarken ayakkabısının altı delik olan bir insanın yerde boylu boyunca uzandığı o görüntülere dökülen gözyaşları, çoktan unutkanlığa teslim olur. Bir yandan da Dink anısına her sene verilen uluslararası ödül ve 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı aracılığıyla belleğin “mayalanması” amaçlanır. Tüm bunların belleğimizde bir hafıza odası oluşturması istenir. 

 

Bu yılın ödülünü alan iki kurumdan biri olan Açık Radyo’nun toplumun farklı kesimleri arasında küresel iklim krizi, gezegenin geleceği, hak mücadeleleri, kültürel işbirlikleri gibi alanlarda diyaloğu teşvik eden çalışmalarını da, Kolombiya’da insan hakları ihlalleri davalarında toplumun farklı kesimlerine yardım amacıyla profesyonel hukukçular tarafından kurulan ve yerli halkların toprak haklarının korunmasında da çalışan José Alvear Restrepo Avukatlar Kolektifi’ni de unutmamamız istenir. 

 

Ayrıca, 1964 yılı Mart ayında, kuşaklardır İstanbul’da yaşamalarına rağmen Yunan pasaportu taşıyan 12 bin İstanbullu Rum’un 48 saat içinde ülkeyi terk etmelerinin istenmesi ve yanlarına sadece 20 kiloluk bir bavul ve 20 dolar almalarına izin verilmesini de unutmamamız beklenir; 15 gün önce gol attığında omuzlarda taşınan Lefter Küçükandonyadis’in 6-7 Eylül olayları sırasında kayalar ve boya tenekeleriyle karşılaşması da… 

 

“Teflon” Olabilmek mi Çözüm? 

 

Unutmak, kimileri için sağlığını korumanın, hayata hiçbir şey olmamış gibi devam etmenin, acıyı üzerine yapıştırmamanın, moda tabiriyle “teflon” olmanın yegâne yoludur. Balık hafızalarıyla uzun yıllar kendi konfor alanları içerisinde yaşarlar. Uzun ömürlü olmakla, hiçbir şeyi “kafaya takmamakla” övünürler. Sayıları çoğaldıkça toplumsal belleği de zayıflatacak kadar güçlenirler. Tehlikeli Oyunlar’da “İnsan bazı güçlüklerden, ancak onları unutmak suretiyle kurtulabiliyor albayım” diyen Oğuz Atay’ı haklı çıkarırcasına… 

 

Ancak bu unutuş veya “selektif amnezi” bazen öylesine kayıtsız bir hal alır ki, toplumlar yaşanan acılardan, yıkımlardan, travmalardan ders çıkaramaz hale gelir. Aynı taşa tekrar tekrar takılıp düşerler. Aynı çukura tekrar tekrar düşerler. 

 

Hafıza hem büyük bir insanlık erdemi hem de ağır bir yüktür omuzlarında. Kocaeli’nde seyir halindeyken hafriyat kamyonunun çarpması sonucu hayatını kaybeden 57 yaşındaki moto-kurye Hüseyin Yeniçağ’ı da unuturlar, okula gitmek yerine Ankara’nın Altındağ ilçesindeki tamir dükkânında çalışırken üzerine yük asansörü düşerek vahşice can veren 13 yaşındaki Harun Yıldız’ı da… 

 

Millî Eğitim Bakanlığı’nın aniden bir genelge yayımlayarak, ücretsiz okul yemeği projesini geçici bir süre durdurup, çocuklara verilecek bir öğün ücretsiz yemek üzerinden tasarruf edilmesini de unuturlar; açlıktan ve susuzluktan sınıflarda bayılan, dersi dinleyemeyen, midesi guruldayan çocukları da; TÜİK’in 22 Mart 2023’te açıkladığı, “Türkiye Çocuk Araştırması”na göre yüzde 42,2’si peynir ve süt gibi protein ürünlerini tüketemeyen, et ve tavuk gibi ürünleri ise sadece yüzde 12’si her gün tüketebilen çocukları da… Her iki çocuktan birinin yetersiz beslendiğini de unuturlar. Kendi çocuklarının beslenmesi yeterlidir onlar için… 

 

“Demokratikleşme adına Türkiye’de bir siyasi irade göremiyorum”, “Türkiye’de seçimin ardından insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında en küçük bir ilerleme yok” diyen Avrupa Parlamentosu Raportörü Nacho Sanchez Amor’u ağız birliği etmişçesine dört koldan kıyasıya eleştirirken, aslında uzun yıllardır ülkede demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, yargı bağımsızlığı, kadın-erkek eşitliği, çocuk hakları gibi alanlardaki gerilemeyi unuturlar. 

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’nin insan hakları savunucusu Osman Kavala’yı serbest bırakması ve haklarını tamamen iade etmesi gerektiğine ilişkin verdiği karara uyulmadığını da unuturlar. Demokrasi ve insan hakları standartlarının uygulanması konusunda güllük gülistanlık durumda olmadığımızı bilmelerine rağmen, her türlü eleştirel raporu yok hükmünde sayarlar. Çünkü “Batı bizi kıskanıyordur”. 

 

Unutamayanlar 

 

Kimileri ise hiçbir şeyi unutmazlar. 

 

Bebekliğindeki ilk emeklemesini, çocukluğunun uçurtmalarını, ilk gençliğinin ilk öpücüğünü, yetişkinliğinde iş hayatında yaşadığı çuvallamaları, ona yol gösteren iyi insanları ve onun ayağını kaydıran rakiplerini… 

 

Hiçbirini unutmazlar. 

 

Unutamazlar. 

 

Bellekleri çekmece çekmecedir. 

 

Unutmak, Sisifos’un laneti gibidir onlar için… Vicdanlı insana gönderilen ağır kaya, toplumsal amnezi sonucu sürekli aşağı yuvarlanır ve kişi, bir ömür boyu, onu zirveye taşımaya uğraşır durur. Gerek medya üzerinden, gerek sivil toplum, gerek siyaset yoluyla… 

 

O kaya hep düşer, o kayanın düştüğü hep unutulur, ama o kayayı hep iterler yukarı doğru… 

 

Çünkü Nermin Yıldırım’ın o müthiş Unutma Dersleri romanında söylediği gibi, “İnsan bazı acıları unutmak istemez. Çünkü onlar omurgası olmuştur artık…” 

 

Omurgasını korumak ister kişi… Omurgası ve kalbi olmayan denizanalarına dönüşmek istemez. 

 

Merve Dizdar’dan Ebrar’a

 

Cumhuriyet kazanımlarını anımsar; kadınların tırnaklarıyla kazıya kazıya başardıklarını aklından çıkarmaz. Kâh Cannes’da Merve Dizdar olur, tüm gururlu tebessümüyle ödülünü alır ve bu ödülü Türkiye’de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlara armağan eder; kâh gururumuz Kadın Milli Voleybol Takımı’nın Ebrar’ı olur, voleybolda harikalar yaratırken ülkedeki dezavantajlı kız çocukların spora erişimindeki sorunları unutmadan bu konuda kendi vakfı üzerinden projeler yürütür. Onları da unutmaz.

 

Psikolog Emine Gizem Çetiner, Ensar Vakfı yurtlarında 45 çocuğun istismar edildiği olayı unutturmamak için, Urfa’da bir aydan uzun süredir her gün eylem yapıyor. Çocukların yaşadıklarını, çocuklara yaşatılanı unutmuyor, unutturmamak için çabalıyor. Sisifos misali… 

 

İyimserlerle kötümserler arasındaki fark, temelde unutmayı başaramamakla ilgilidir” diyor Elif Şafak, Doğan Kitap etiketiyle çıkan son romanı Kayıp Ağaçlar Adası’nda. “Olanları hafızanızda tutma gücünüz ne kadar büyükse, iyimser olma şansınız da o kadar küçüktür. Bizler hiç bitmeyen bir hafızadan mustaribiz. Yüzyıllardan bahsediyorum. Bir lanettir sağlam hafıza. Yaşlı Kıbrıslı kadınlar birine beddua ettiklerinde, ‘asla unutamayasın’ derler. ‘Mezara kadar her şeyi hatırlayasın’.”

 

Yani, sağlam hafıza, Şafak’ın da açıkladığı gibi, birçok kişi için bir “lanettir” ve içgüdüsel olarak lanetten kaçınan insanoğlu/insankızı, tüm bencilliğini giyinip kuşanır ve unutarak ömrüne ömür katmaya, belleğinde yer açmaya yönelir. 

 

Tanzimat dönemi şairlerinden Muallim Naci’ye atfedilen güzel bir özdeyiş vardır: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” Yani, insanın hafızasının kusuru, unutkanlığıdır. Arapça kökenli bir sözcük olan nisyan, yani unutmak, insan kelimesine ne kadar da benzer, değil mi? 

 

Ama biz yine de unutmayalım! Cemal Süreya’nın dizeleri misali, “üstü kalsın”.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.