Uygur Arkadaşlarım Birer Birer Kamplara Gönderildi
On yıl boyunca Urumçi’de Tahir ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar durmadan sohbet edebildiğimiz yazar ve aydın arkadaşlarımızla sayısız akşam yemeği yedim. Bu ortamın zenginliği ve canlılığı, bu anıların içinden geçen trajedinin ortasında bile görülebilir: Yakalanma tehdidi yaklaşırken sevgiyle Bertrand Russell çeviren esnaf; önüne geçilemez bir mizah anlayışıyla gözler önüne serilen vahşeti canlandıran bir roman yazarı.
Birkaç yıl önce Washington’da Uber çağırdığınızda, yaşayan en önemli Uygur şairlerden birinin aracına denk gelebilirdiniz. Tahir Hamut Izgil* ailesi ile birlikte, hiç acımadan halkına zulmeden Çin’den kaçarak 2017’de Amerika Birleşik Devletleri’ne geldi. Tahir’in kaçışı, onu 1 milyondan fazla Uygur’u yutan kamplarda alıkoyulmaktan kurtarmakla kalmadı, yurdunda yaşadığı bu feci deneyimi dünya ile paylaşmasını sağladı. Tahir dünyanın en önemli insanlık krizlerinden birini ve bir ailenin hayatta kalma hikayesini ilk ağızdan Atlantic’e anlatıyor.
Tahir’le karşılaşmadan önce şiirlerini biliyordum. Bu şiirlerle Batı Çin’de, bir Uygur bölgesi olan Sincan’da tercüman olarak çalışmaya başladıktan kısa bir zaman sonra karşılaşmıştım. Oradaki bir dostum Uygur kültürünü gerçekten anlamak istiyorsam şiirlerini okumam gerektiğini söylüyordu ısrarla. Bense pek çok Amerikalı gibi şiire nadiren yakınlık duyuyordum. Bir gün başka bir arkadaşım elime Tahir’in dizelerinden bir demet tutuşturdu. Hiçbir şiir beni bu kadar derinden etkilememişti.
Uygurlar için şiir sadece aydın ve yazarların ilgilendiği bir alan değil. Gündelik yaşama dokunuyor—sohbetlere giriyor, sosyal medyada paylaşılıyor, sevgililer birbirilerine şiir yazıyorlar. Uygurlar, şiir yoluyla toplumsal cinsiyet rolleri hakkında düşünüyor veya devlet tahakkümüne meydan okuyor, karşılarına çıkan meselelerle bir topluluk olarak yüzleşiyorlar. Pek çok sabah e-postamın gelen kutusunda Uygur diasporasının uzaklarda bulunan şairlerince gönderilmiş yeni dizelerle uyanırım.
Uygur topluluğunda nüfuz ve itibar da genellikle şiire bağlıdır. Uygurlulara tanınmış on Uygurlunun ismini sorsanız birkaç şair de sayarlar. Uygur aydınlarına en önemli düşünür ve yazarların kim olduğunu sorun Tahir’in adını da duyabilirsiniz.
2008 başlarında Tahir’le karşılaştığımda görünüşü de beni şiirleri kadar etkilemişti. Bakışları derin, konuşması güçlü ve hassastı.
Mandıracılıkla geçinen bir ailenin oğlu olan Tahir, Kaşgar kırsalında bir köyde büyümüştü. Uygur köy hayatının ahengi ve adetleri şiirlerinin kaynağı olmayı sürdürüyor. 1969’da Kültür Devrimi sırasında doğmuş, 1980lerde başlayan ekonomik ve kültürel liberalleşme çağıyla yetişkinliğine adım atmıştı. Mao yıllarının tatsız, politikleştirilmiş şiiri yerini yeni yeni çiçeklenen janrlara, stillere ve temalara bırakmıştı. Tahir ilk şiirini yayımladığında lisedeydi ve henüz olgunlaşmaya başlayan bir edebi sahneye katılıyordu.
Pekin’deki üniversitede, biraz da Freud’un Çince tercümelerini okuyarak, Mandarin dilini öğrendi, daha sonra Batı şiirine yöneldi. Bir süre Wallace Stevens’ın seçme şiirlerinin Çince baskısını yanından ayırmadı. Çarpıcı zamanlardı, Tahrir ve Pekin’deki diğer öğrenciler okumalarını tartışmak ve kendi edebi çabalarını sürdürmek için gruplar kuruyorlardı.
Bu dönem Çin’in başkentinde fırtınalı bir dönemdi de. Reformun hissiz temposunu kabul etmeye gönüllü olmayan yeni bir nesil demokratik haklar ve yolsuzluğa son verilmesini talep ediyordu. Tahir, üniversitede ikinci sınıf bir öğrenci olarak, 1989 yılı Tiananmen Meydanı gösterilerinde açlık grevleri ve yürüyüşlerin örgütlenmesine yardım etti.
Tahir üniversiteden sonra Pekin’de çalıştı. Daha sonra da Sincan’ın başkenti Urumçi’de Mandarince öğretmeye başladı. Tüm bunlar olurken şiir yazmayı sürdürdü. 1996’da çalışmalarını yurt dışında, Türkiye’de sürdürmeyi umarak Urumçi’den ayrıldı ancak Çin’den ayrılma teşebbüsünde bulunduğunda gözaltına alındı. İşkenceyle alınan bir itirafın ardından, devlet sırlarını ifşa etmeye teşebbüs suçundan üç yıl hapis yattı. İlk önce Urumçi yakınlarında bir yerde ve daha sonra da Kaşgar dışındaki bir çalışma kampında tutuldu. Koşullar oldukça ağırdı, kilosu 45’in altına düşmüştü.
Tahliyesinin ardından Tahir hayatına yeniden başlamıştı ama artık adının yanında kara bir damgayla. Bir sonraki yıl film prodüksiyonunda çalışmaya başladı ve 2000lerin başında önemli ve oldukça özgün bir yönetmen olarak kendini kabul ettirmişti.
Belki de yaşadıkları nedeniyle, Tahir yaklaşmakta olanı pek çoğundan önce görmüştü. 2016 yılının sonlarına doğru bir gece birkaç arkadaş yemek yiyorduk. Sonra Tahir beni eve bırakmayı teklif etti. Yola koyulmak yerine arabada boş park yerinde oturduk ve konuşmayı sürdürdük. Yerin kulağı olan bu şehirde, boş parkta bir araba özel bir konuşma yapmak için iyi bir yerdi.
Sincan’da kötüleşen siyasi koşulları konuştuk, bana ABD’de yaşamanın nasıl olduğu üzerine bazı sorular sordu. Daha önce hiç konuşmadığımız bir konu hakkında konuşmanın artık vaktinin geldiğini sezdim. “Amerika’ya taşınmayı düşünüyor musun?”
Doğrudan gözlerimin içine bakarak “Evet” dedi.
İzleyen yıl, toplu gözaltılar ve toplama kamplarına ilişkin raporlar Sincan dışına da yayılmaya başladı. O zamana kadar çoktan oradan ayrılmış olsam da durumun ciddileştiğini görebiliyordum. En yakın arkadaşlarım birer birer beni telefon rehberlerinden silmeye başladılar. Yurtdışındakilerle irtibatta olmak gözaltına alınma bahanesi olmuştu.
Tahir çoğu kişiden daha uzun süre iletişim halinde kaldı. Haziran ayında bana sesli bir mesaj yolladı. “Mayıs ayında burada hava gerçekten kötüydü” diyordu siyasi baskı için Uygurca dolaylamalardan birine başvurarak. Birbirimize birkaç mesaj yolladık.
Sonra sessizlik. Bunlar Uygur bölgesindeki arkadaşlarımın herhangi birinden aldığım son mesajlardı.
Takip eden aylarda Sincan’dan gelen haberler daha da kötüleşmeye başladı. Krizin boyutları belirginleştikçe, sürekli olarak orada tanıdığım herkesi, siyasi tutukluluk geçmişini dikkate alarak özellikle de Tahir’i düşünüyordum. Ama onun iyi olup olmadığını bilmenin hiçbir yolu yoktu; aslında herhangi birinin iyi olup olmadığını bilmenin hiçbir yolu yoktu.
2017 Ağustos ayı sonlarında ortak bir tanıdığımızdan Tahir’in Çin’den ayrılma hazırlığında olduğu haberini aldım. Çin’den ayrılmak o zamana kadar Uygurlar için tehlikeli ve zor bir şey olmuştu. Nefesimi tuttum, ülkeden güvenle çıkana dek onunla irtibat kurmaya cesaret edemedim. Daha sonra başka bir arkadaşım Amerika’da bir telefon numarası verdi bana ve bu numaranın Tahir’in numarası olduğunu söyledi. Numarayı aradım.
Açtı. Tinchliqmu? “Görüşmeyeli nasılsın?” her zaman olduğu gibi selamlaştık. Sonra nerede olduğunu sordum. Ailesiyle birlikte Washington’da olduğunu söylediğinde içim rahatladı. Durmaksızın Sincan’dan gelen tatsız haberlerle geçen ayların ardından bu bir mucize gibiydi.
Şu aralar Tahir ve ailesi sığınma başvuru sürecindeler. Tahir’in deneyimlerini yazıya dökmeye hazır hale gelmesi için birkaç yıl geçmesi gerekti. Yazmaya başladıktan sonraysa akın akın dışarı aktı. Bana tercüme edebileceğimden daha hızlı bir biçimde yeni yazılar gönderiyordu. Burada yer verilen makaleler anayurdunun siyasi, sosyal ve kültürel olarak yıkımını anlatan bir adamın anlattıkları— The Atlantic tarafından, anlatılan detaylara oldukça aşina olan diğerleriyle irtibata geçildi, kişisel belgeler, yayın ve insan hakları örgütlerinin raporları ve Sincan Mağdurlar Veritabanı’nca bir araya getirilen benzer görgü tanığı ifadeleri gözden geçirilerek teyit edildi ve doğruluğu desteklendi. Tahir’in yakın akrabaları ve diğer birkaç kişi dışında isimler ve tanımlayıcı detaylar burada bahsi geçenleri devletin cezalandırmasından korumak için değiştirildi.
Bildiğim kadarıyla Tahir, Sincan’daki yetenekli Uygur yazarlar galaksisinde kitlesel alıkoymalar başladığından bu yana Çin’den kaçan tek kişi. Anlatımı, bir şairin ifade gücünü, en uç koşullarda bile bulunan ahlaki belirsizliği net bir gözle birleştiriyor. Sincan’daki devlet terörü sistemi bir gayrı insani bürokrasi ile dikkatice organize edilmişken, bu sistemin sürmesini sağlayan kişiler—ve bu sistemden zarar görenler—tamamıyla insan, onların karmaşıklığını ise Tahir’in anlatısında görmek mümkün.
Bu anlatının ortaya koyduğu dünya hepimizin karşı durması gereken bir dünya. Çin hükümetinin Uygur azınlığa karşı savaşı yeni, ama başvurduğu araçlar bildik. Sincan’daki devlet baskısı, silahlandırılmış sosyal medyaya, davranışları izleyen ve tahmin eden bilgisayar algoritmalarına ve pek çoğu Batı tarafından geliştirilen bir dizi ileri gözetim teknolojisine dayanıyor. ABD’de güç kazanan İslamofobik söylemler Çin’in Sincan politikalarını meşrulaştırma çabalarının merkezinde yer alıyor, bu arada da Batılı şirketler Uygur bölgesindeki zorunlu emeğe giden tedarik zincirine dahil oluyor. Kısa bir süre sonra dünyanın, 2022 Kış Olimpiyatları’nın yetkililerin etkin bir biçimde toplama kamplarını organize ettiği bir şehir olan Pekin’de yapılıp yapılmayacağına karar vermesi gerekecek.
On yıl boyunca Urumçi’de Tahir ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar durmadan sohbet edebildiğimiz yazar ve aydın arkadaşlarımızla sayısız akşam yemeği yedim. Bu ortamın zenginliği ve canlılığı, bu anıların içinden geçen trajedinin ortasında bile görülebilir: Yakalanma tehdidi yaklaşırken sevgiyle Bertrand Russell çeviren esnaf; önüne geçilemez bir mizah anlayışıyla gözler önüne serilen vahşeti canlandıran bir roman yazarı.
Bu kişilerin her biri süregiden krize güçlü ve etkili bir şekilde tanıklık edebilirdi—tabii bizimle konuşmaları mümkün olsaydı. Ama bu mümkün değil: Son birkaç yılda yaşadıkları zulüm en azından şimdilik onları sessizliğe boğdu. Onlar ve tanımadığımız sayısız diğerleri adına Tahir hikayesini dünya ile paylaşıyor.
Bu şiir daha önce Asymptote’da yayınlanmıştır.
Başka Bir Yer
Tüm bu düzensiz anlar içinde
bu renksiz sözlerle sarılmışken çepeçevre
alnımdaki o nişan
dize getiremezdi beni
ve
geceler boyu
birbiri ardına gelen
tanıdığım tüm karıncalara adlarıyla seslendim
tek parça kalmayı düşündüm
yollara düşerek ya da başka bir yerde
sarp kayalıklar dahi yoruluyordu
uzaklara bakarken
Bense
düşüncelerimde pejmürde saçlarını kırpıyordum
iki parmağımı makas yaparak
söndürmek için uzakta bir ormanın yangınını
göğsüne bir avuç su serpiyordum
Ve elbette
ben de
sadece bir anlığına
bakabilirdim uzaklara.
__
*Tahir Hamut İzgil (1969-) önde gelen bir modernist Uygur şairi, film yapımcısı ve aktivisttir.
Tahir Hamut İzgil’in Sincan’da yaşadıklarını anlattığı yazısı için Joshua L. Freeman tarafından kaleme alınan giriş bölümü olan bu yazı The Atlantic sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.