Uzun Film Tadında Mini Diziler
Klasik çok sezonluk dizilere alternatif olabilecek, izlemesi keyif veren, vaktimizi gereğinden fazla çalmayan, başından sonuna bir yapımı izlemiş olmanın keyfini yaşayacağımız bir mini dizi seçkisine, hiç şüphesiz “ne izlesem?” arayışı olan birçoğumuz kayıtsız kalamayacaktır. Bu bağlamda, adeta uzun bir film tadında, bir hafta sonu tüm bölümleri soluksuz izlenebilecek kalitede 5 mini diziye ne dersiniz?
Çok beğendiğiniz bir diziyi ilk sezondan sonra zamanınız olmadığı için izlemeyi bıraktığınız oldu mu? Peki, birkaç sezonluk uzun dizilere takatiniz olmadığı veya hikâyenin uzatılarak sündürüleceğini bildiğiniz için başlamaktan bile çekindiğiniz? Eminim hepimizin benzeri kaygılardan dolayı birkaç sezona yayılan dizileri izleyemediği olmuştur. Her şeyin hızla değiştiği, dönüştüğü günümüz dünyasında bir şeye uzun süre odaklanabilmek, takip edebilmek oldukça zorlaştı. Bu hızlı yaşam tarzının, dizi izleme alışkanlıklarımızda da köklü değişikliklere yol açması kaçınılmazdı. Tek sezonluk, en çok 10-12 bölüm süren mini dizilerin en büyük avantajı işte bu ihtiyaca cevap vermesi.
Amerika’da 1949 yılından beri ulusal ve uluslararası televizyon yapımlarının yarıştığı, bu alanda dünya çapında en önemli organizasyonlardan biri olan Emmy Ödülleri de, izleyici davranışlarındaki bu değişimi dikkate almış olmalı ki, 2010 yılından bu yana mini dizi kategorisinde ödüller vermeye başladı. Aradan geçen 10 yıl boyunca mini dizi sektöründe büyük bir patlama yaşandı. Özellikle son yıllarda Netflix, HBO, FX ve BBC gibi dev yapımcılar, mini dizi türünde büyük başarılar elde eden Fargo, American Crime Story, True Detective ve The Missing gibi çok ödüllü sayısız yapıma imza attı.
İzleyici davranışlarındaki bu değişimle birlikte, birkaç sezonluk dizilerdeki tutarsızlıklar, sürükleyici olmayan senaryolar, sadece hikâyeyi uzatmak adına eklenmiş yapay dramatik sahneler ve klişeleşmiş diyaloglar, yerini mini dizilerdeki her ayrıntısına titizlikle çalışılmış senaryolar, derinliği olan karakterler ve kaliteli oyunculuklara bırakınca bu başarılar kaçınılmaz oldu.
Evlerimizde kalmak zorunda olduğumuz şu günlerde, klasik çok sezonluk dizilere alternatif olabilecek, izlemesi keyif veren, vaktimizi gereğinden fazla çalmayan, başından sonuna bir yapımı izlemiş olmanın keyfini yaşayacağımız bir mini dizi seçkisine, hiç şüphesiz “neler izlesem?” arayışı olan birçoğumuz kayıtsız kalamayacaktır. Bu bağlamda, adeta uzun bir film tadında, bir hafta sonu tüm bölümleri soluksuz izlenebilecek kalitede 5 mini diziye ne dersiniz? Şimdiden iyi seyirler…
Manhunt: Unabomber
Yıl: 2017 | Tür: Suç – Gizem – Gerilim | imdb: 8.1
8 bölümlük mini dizi, 1978-1995 yılları arasında, FBI tarihinde çözülmesi en çok zaman almış olaylara imza atmış, sayısız bombalama eylemi gerçekleştirmiş Ted Kaczynski (Paul Bettany)’nin gerçek hikâyesini ele alıyor. Kaczynski’nin hikâyesini ilginç kılan; sıradan tehlikeli bir teröristten çok, üstün zekalı, Harvard Üniversitesi mezunu, matematik doktorası yapmış, zamanında Berkeley Üniversitesinde en genç öğretim üyesi unvanını almış, yaymak istediği bir felsefesi olan ve o dönemde binlerce Amerikalıya ilham vermiş bir “anti-kahraman” olması.
Eylemlerinin arka planında güçlü bir sistem karşıtlığı barındıran Kaczynski, kendisini illegal yönde harekete geçiren ve bir anti-kahramana dönüştüren bu dinamiği şu sözlerle gerekçelendirir: “Sistem, insan davranışlarını fonksiyonel hâle getirebilmek için onu sıkı bir şekilde kontrol altında tutmak zorundadır (…) Endüstriyel toplumda teknoloji insan özgürlüğünü kontrol etmek için kullanılan en önemli enstrümandır. (…) Teknoloji insanı doğadan ayırır, doğasından ayırdığı insanı biraz olsun teselli edebilmek için de ‘öğrenilmiş mutluluk’ doktrinleri aşılar. Fakat bu, modern insanda gün geçtikçe artan depresyon, stres ve tatminsizliğin başlıca sebebidir.”
Bu bağlamda, 1970’lerin hızla kapitalistleşen sanayi toplumuna bir başkaldırıydı Kaczynski’nin yapmak istediği. Günümüz dünyasında geçerliliğini koruyan bu fikirler tartışılmaya devam edilse de, Kaczynski’nin bu fikirlerini yaymak için kullandığı yöntem bir hayli radikaldi: “Mükemmel” insan olarak tanımladığı birçok başarılı iş insanı, bilim insanı ve sanatçıyı hedef alan bombalı eylemler gerçekleştirdi.
Dizinin bir diğer önemli karakteri ise Kaczynski’nin yakalanmasında büyük rol oynayan FBI ajanı John Fitzgerald (Sam Worthington). Suçluların profilini oluşturmada uzman olan John, bu çok zeki suçluyu yakalayabilmek için FBI tarihinde daha önce hiç denenmemiş ve alışılmışın dışında bir yöntem geliştirecekti. John, bombalı eylemlerinin yanı sıra gazetelere mektuplar gönderen Kaczynski’yi yakalamak için farklı bir düşünme ve görme biçimi geliştiriyordu. Örneğin; Kaczynski’nin 1995 yılında Washington Post ve New York Times gazetelerine gönderdiği ve yayımlanan 35 bin kelimelik “anti-teknoloji manifestosu” niteliğindeki yazısında kullanılan dili analiz ederek, Kaczynski’nin davranışlarını ön görmeyi ve nihayetinde ensesine binmeyi hedefliyordu.
İlginç ve gerçek hikâyesinin yanı sıra küçük ayrıntıları gözden kaçırmayarak 8 bölüme sığdıran, hızlı temposu, zekice kurgulanmış yapısı, heyecan dolu ve sürükleyici hikâyesiyle izlenmeyi fazlasıyla hak eden Mindhunter: Unabomber, yönetmen Andrew Sodroski tarafından Discovery Channel için çekilen ve başrollerinde Avatar filminde de başrol oynamış Sam Worthington ve A Beautiful Mind’dan tanıdığımız Paul Bettany’nin de yer aldığı muhteşem bir yapım. Dizinin tek sezonluk tasarlanmasına rağmen, gördüğü büyük ilgi sonrası ikinci sezonunun da geçtiğimiz günlerde izleyiciyle buluştuğunu dikkate sunalım.
Godless
Yıl: 2017 | Tür: Western – Dram – Aksiyon | imdb: 8.3
1980’li yıllardan 2018’e kadar TRT ekranlarında yayınlanan ve “Western Kuşağı”nı oluşturan vahşi batı filmlerinin meraklısı olanların seveceği bir mini dizi olan Godless, damaklarda benzer bir tat bıraksa da, klasik westernlerden oldukça farklı bir yapım. Güçlü oyuncu kadrosu, yan roller dahil karakterlerin derinliği ve müthiş oyuncu performanslarıyla, sadece western meraklılarına değil, genel izleyiciye de çok şeyler vadediyor.
Dizinin hikâyesi, 1880’lerin iç savaş sonrası yokluk ve acı dolu Amerika’sında geçiyor. Hikâyenin merkezinde, batıda terör estiren tehlikeli haydut Roy Goode (Jack O’Connell) ve onu küçük yaşında evlat edinerek yetiştiren, zalim çete lideri Frank Griffith (Jeff Daniels) bulunuyor. Roy, yaşadığı anlaşmazlık sonucu çocukluğundan beri üyesi olduğu çeteyle bütün bağlarını koparıyor ve ayrılırken de çetenin son soygundan elde ettiği bütün parayı yanında götürüyor. Böylelikle, “nefret dolu” Frank ve çetesinin hedefi hâline gelmeyi başararak, 7 bölümlük heyecan dolu amansız bir kovalamacanın da kapısını aralıyor.
Muhteşem oyunculukların yanı sıra incelikle işlenmiş bir senaryoya da sahip dizinin 1880’ler Amerika’sını olağanüstü yansıtan mekân seçimleri ve başarılı sinematografisi de Godless’ı “mutlaka izlenmesi gereken” bir mini diziye dönüştürüyor.
Yapımcıları arasında sinema dünyasında adından sıkça söz ettiren Steven Soderbergh’in yer aldığı dizinin senarist ve yönetmen koltuğunda ise Minority Report, The Wolverine ve Logan gibi büyük beğeni toplamış filmlerin senaristlerinden Scott Frank bulunuyor.
The Spy
Yıl: 2019 | Tür: Tarihî – Casusluk – Dram | imdb: 7.9
Casusluk filmleri, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemden beslenen, bir kısmı gerçek hikâyelerden esinlenerek yapılmış, Hollywood sinemasının neredeyse tekeline aldığı bir alt tür. James Bond, Mission: Impossible ve Jason Bourne gibi yıllardır süren serilerin yanı sıra, konusu gerçek olaylara dayanan Argo, Munich, Syriana, Farewell ve The Lives of Others gibi filmler de, bir çırpıda aklımıza gelen, bu türün başarılı yapımları. Özellikle, işin içinde istihbarat örgütleri, sahte kimlikler, gizli operasyonlar ve derin devlet olunca, ülke olarak bu yapımlara daha bir dikkat kesildiğimiz ise bir vakıa. Bu bağlamda, geride bıraktığımız yıl izleyiciyle buluşan The Spy, bütün bu ögeleri barından, konusu itibarıyla içinde bulunduğumuz coğrafyayı da ilgilendiren bir casusluk dizisi.
6 bölümden oluşan Fransız yapımı dizi, Orta Doğu’daki istihbarat savaşlarını, İsrail casusluk faaliyetleri tarihinde önemli bir yeri olan ajan Eli Cohen’in öyküsü üzerinden ele alıyor. 1960’lı yılların Suriye-İsrail ilişkilerine ayna tutan dizide, MOSSAD ajanı Eli Cohen, İsrail adına Suriye’de casusluk yapmak için Şam’a yerleşiyor. Kısa sürede Suriye sosyetesinde saygın bir yer edinmekle kalmayıp, dönemin siyasi aktörleriyle de güçlü bağlar kuruyor. Öyle ki, dönemin politikalarına yön verebilecek kadar güçlü bir figür hâline geliyor.
Başrolünde Borat ve The Dictator filmlerinden tanıdığımız ünlü İngiliz komedyen ve oyuncu Sacha Baron Cohen’in yer aldığı dizinin senaryosu ise Homeland dizisinin de senaristlerinden Gideon Raff’ın kaleminden çıkma.
The Spy, tartışılan hikâyesinin gerçekliğinin yanı sıra İsrail propagandası yaptığıyla ilgili eleştiriler almış olsa da, Orta Doğu’da hâlen süregelen siyasi çatışmalar ve savaşlar düşünüldüğünde, ilgi çekici konusu, izleyiciyi zorlamayan kurgusu ve oyunculuklarıyla da politik- tarihî filmler sevenler için iyi bir alternatif oluşturuyor.
Wild Wild Country
Yıl: 2018 | Tür: Belgesel – Suç | imdb: 8.2
Mark Twain “Hiçbir kurgu, gerçek kadar şaşırtıcı olamaz” der. Wild Wild Country, bu sözü doğrular nitelikteki bir hikâyeyi ustalıkla işlemiş 6 bölümlük bir mini belgesel dizi. Bütün dünyada büyük ilgi toplayan dizi, 1981 yılında Hindistan’dan ayrılmak zorunda bırakılıp, kendi inançlarını rahatça yaşayabilmek için Amerika’nın Oregon şehrine yerleşen mistik, sayıları 80 bini bulan dini bir tarikatın gerçek hikâyesini anlatıyor.
İnsanlık tarihi boyunca marjinal dini gruplar her zaman var olmuştur. İçinde yaşadığımız modern toplumlarda ise bu tarz oluşumların sayısı bir hayli arttı. Bu tarz dini gruplara, mevcut inanç özgürlüğü ortamının yarattığı kolaylığın yanı sıra, özellikle seküler-rasyonel hayat tarzının ürettiği boşluğun da uygun bir zemin oluşturduğu söylenebilir.
Amerika’da siyasi, ekonomik ve toplumsal birçok dinamiğin etkisiyle bu tür marjinal dini gruplar taraftar bulmakta zorlanmıyor. Örneğin; Jim Jones, Amerikalı bir vaizdi ve “People’s Temple” (Halkın Tapınağı) adlı kilisesinde sosyalist ideallerle bezenmiş, eşitlik ve adalet vadeden bir “sosyalist cennet” kurmuştu. 1978 yılında, sonsuz mutluluğa erişmek adına, 918 müridiyle birlikte aynı anda intihar etti.
Biraz daha yakın bir tarihte, David Koresh isimli bir Amerikalı da “Davidiyen Tarikatı”nı kurmuş, 1993 yılında Teksas’ta önce silahlı çatışmada 4 FBI ajanını öldürmüş, sonra da kendisi ve beraberindeki 86 kişi topluca intihar etmişlerdi. Bu tarz oluşumları Amerika’yla sınırlandıramayız elbette. Örneğin; Endonezya’da da 2001 yılında, kıyametin yakında kopacağına inandıkları için 2000 tarikat üyesi intihar etmişti. Bu liste uzayıp gider.
Belki de asıl sorulması gereken soru, insanların neden bu tarz oluşumların bir parçası olmak istedikleri, bu yapılarda hangi soru(n)larının cevabını bulmayı öngördükleri olmalı. Wild Wild Country, olayları objektif bir gözle, bizzat tarikatın en kilit isimleriyle yapılan röportajlarla ve tamamıyla o döneme ait gerçek görüntülerle sunarak, bu soruların cevaplarını bulmamıza yardımcı olabilecek kaliteli bir Netflix belgeseli.
Belgesele konu olan Bhagwan Shree Rajneesh, bilinen adıyla “Osho”, ülkemizde de birçok insanın kitaplarından tanıdığı (ya da tanıdığını sandığı) bir “guru”. Osho ve müritleri Amerika’nın kırsal bir bölgesi olan Oregon’da, daha önce çorak olan bir araziye sıfırdan bir şehir inşa ediyorlar ve bu şehri tamamen kendi ütopik kurallarıyla yönetmeye başlıyorlar. Bu topluluğun gizemli, çarpık ve korkutucu yaşam tarzı yüzünden, kısa sürede kasaba yerlileriyle ve daha sonra devletle büyük bir kavganın içine giriyorlar. Öyle ki, bu tarikat mensupları, tarihe geçecek organize suçlara imza atıyor.
Dünyada sayıları gittikçe artan çarpık dini tarikatların yapısını, isleyişini ve nasıl mürit topladığını anlamak açısından oldukça etkileyici bir belgesel olan Wild Wild Country, dinsel yapılar, inanç sömürüsü, bir şeye inanma dürtüsü ve grup psikolojisi üzerine de mutlaka izlenmesi gereken oldukça çarpıcı bir yapım.
Masum
Yıl: 2017 | Tür: Suç – Dram – Gizem | imdb: 8.5
Bütün dünyayla birlikte ülkemizde de internet dizilerine olan ilgi her geçen gün artarak devam ediyor. Geçtiğimiz sene, Haluk Bilginer, Uluslararası Emmy Ödülleri’de En iyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü yine bir internet dizisi olan Şahsiyet’teki rolüyle almıştı. Böylesine prestijli bir ödülü almak gerçekten çok değerli, ancak internet dizileri bizim için henüz çok yeni ve gelişmeye çok açık bir sektör. 2017 yılı Blutv yapımı Masum, yerli internet dizilerinin ilk ve en başarılı örneklerinden birini oluşturuyor.
8 bölümlük Masum, emekli komiser Cevdet (Haluk Bilginer)’in aile trajedisini konu edinen bir polisiye-gizem dizisi. Masum’u birçok yerli diziden ayıran başlıca özellikleri ise karakterlerin derinliği, senaryonun sahiciliği ve polisiye türünde olmazsa olmaz olan gizem duygusunu ustalıkla ve sürükleyici bir şekilde verebiliyor olması.
Bir çoğumuzun Çoğunluk filmiyle tanıdığı Seren Yüce dizinin yönetmenliğini, başarılı tiyatro oyunları ve dizilerden bildiğimiz Berkun Oya ise senaristliğini üstleniyor. Dizinin başrollerinde Haluk Bilginer, Nur Sürer, Ali Atay ve Okan Yalabık gibi usta oyuncular yer alıyor.
Masum, ülkemizdeki birçok dizinin aksine, bölüm başına 40-45 dakikalık makul süresi, uzayıp gitmeyen sahneleri ve başarılı kurgusuyla izlenmeyi fazlasıyla hakediyor.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.