Vamos Argentina!

Son derece objektif bir şekilde Arjantin’in şampiyon, Bolsonaro destekçisi Neymarlı Brezilya’nın ve güzide Krallığımızın futbol verimini yavaş yavaş öldüren Gareth Southgate’in, Avrupa’nın belki de en yetenekli kadrosunu yerlerde süründüren Roberto Martinez’in rezil olmasını ümid ediyorum. B planım yok. C planım (Almanya şampiyon), kahır ve keder.

dünya kupası katar

80’lerde suçluluk duygusuyla herkes futbol sevdiğini ve seyrettiğini gizledi, 90’larda özeleştiriler verildi ve futbol tutkuları itiraf edildi, 2000’lerde doya doya futbol konuşuldu ve sonra biraz herşey yavaşladı. Başarısız sonuçlar, millî takımın şansla kazandığı birkaç parlak maç dışında, futbol manyasına engel oldu. Şimdi kış başlıyor, Perspektif’in herbiri birbirinden değerli yazarları memleketi kurtarmaya odaklanmış durumda ve kimsenin futbola gönül indirmeye niyeti yok. Amerika’da laikliği kurtarma derdindeki Dr. Mehmet “Oz”’un West Reading’in bağrından kopup gelen yiğit John Fetterman’a kaybetmesi bile kimseyi heyecanlandırmışa benzemiyor. Örgüte bağlılıklarımı bildiriyor ve görevimi yerine getirmek üzere Katar’daki Dünya Kupası’yla ilgili yazıma başlıyorum.

 

Yer ve Zaman

 

Bu Kupa’nın zamanlaması ve yeriyle ilgili tartışmaların haklı olduğu hususlar var ama bu haklılığı sürdürmek, problemli. Bir çok bakımdan. Kimse, Katar dışında, FIFA’yı bu şampiyona için zorlamadı. Platini, futbol oynarken bile hafif göbekli ve “maç bitse de işime baksam” tutumunda bir insandı ve bu zorlamadan “etkilenmesi” tabii gözüküyor-kravat her zaman gevşek bağlanmıştır ve gömlek düğmeleri bir iki cm isyân halindedir. O da hepimiz gibi insan ve sanırım Fransa’nın beynelakvam siyasetine bir katkı yapmak isterken abarttı yahut sosyal bir sebebe ferdî bir boyut da katmayı tercih etti. Katar’daki İnsan Hakları ihlâl iddiaları da yeni değil; seçimler yapılırken, ucuz göçmen emeğiyle stadlar inşa edilirken, şampiyona hazırlıkları sürdürülürken herşey ortadaydı. Bir iki cılız itiraz dışında ses seda pek çıkmadı. Şampiyonayı protesto eden bir takım yok futbolcu da. 1978’de “Arjantin’de diktatörlük var, oynamıyorum” diyen Paul Breitnerları mumla aramak gerekiyor. Katar gibi bir ülkeye saldırmanın, tabii dayanılmaz bir tarafı da var. Yine de bu arkadaşları “büyük siciline” rağmen Rusya’ya turnuvalar verildiğinde de duymak isterdik.

 

Zamanlamaya gelince. Bir manasız tartışma daha. Kaç kere yazın ortasında, 40 derece sıcaklıklar arasında, bırakın futbol oynamayı, sahada ayakta durmanın bile marifet olduğu zamanda Dünya Kupaları oynandı. Üstelik, futbolcuların ve teknik adamların itirazına rağmen, TV ve reklam şirketleri, sponsorlar öyle istediği için yapıldı bütün bunlar. Şezlonga uzanıp maç seyretmenin tadı hiçbir şeyde yok muhtemelen (bunu “deneyimliyemedim”) ama o sıcakta 75 metrede oynamaya mecbur sol bekin dili damağına yapışıyor. Sağ bek, tepeye vurmasına ramak kalan nabzıyla kademeye girmekte bile zorlanıyor. Avrupa merkezcilik yapmıyalım, tabii ama bu yıla benzeyen ayarlamalarla Avrupa ve Dünya Kupalarının daha insanî zamanlarda oynanması her zaman savunulabilir bir fikir gibi duruyor. Yahut enternasyonalist bir perspektifle toptan ilga edilebilir, ona da varım. Yine de kışın kıyametin ortasında zaten eve kapanmışken (bir emekli bakış açışı) akşamları üst üste üç maç seyretmek…fenâ bir fikir gibi gözükmüyor.

 

Dünya ve Avrupa Kupaları’nın oynandığı yerler ve zamanları konusunda her zaman tartışma olacak. İşin içinde aşağıdan yukarıya doğru büyüyen bir para var. Bu parayla FIFA’nın ve UEFA’nın “hafif göbekli” idarecileri neyi ne zaman seyredeceğimize karar veriyorlar. Çenenizi kapatın. Paranız varsa yeni bir televizyon alın, yoksa büyük ekranlı tvsi olan bir arkadaşınıza yazılmayı deneyin.

 

Ümidler, İstekler ve Gerçekler

 

Türkiye’de her spor yazarının sahip olduğu bir özelliği ıskalıyor, tarafsızlık ilkesini çiğniyor ve yazının başlığından anlaşıldığı üzere, Arjantin’in şampiyon olmasını ümid ediyorum. Sebeblerim var. Pablo Alabarces’in Latin Amerika futbolu (Historia mínima del fútbol en América Latina-Latin Amerika’da Futbol’un Kısa Tarihi) ve kısmen Messi üzerine (Fútbol y patria: El fútbol y las narrativas de la nación en la Argentina-Futbol ve Vatan, Arjantin’de Futbol ve Millet Anlatıları) yazdıklarına bakacaksak, Arjantin’in böyle bir şampiyonluğa ihtiyacı var-ülke olarak (aslında, hep varmış). Latin Amerika’nın kesik damarlarından akan yoksulluğun acısını dindirecek başka bir ilâç henüz icad edilmemiş durumda. Latin Amerika’nın dünyaya kafa tutacak başka bir silahı da yok. Falkland’dan sonra bir çok ülkenin kendi halkından başka “zafer kazanacağı” gücü kalmadı. Sonraki sebebimiz, Messi. Bu adam, oynadığı futbolun, Barcelona’daki şampiyonlukların unutulacağına dair bir inanç taşıyor. Elindeki son imkân ve son fırsat bu dünya kupası.

 

Nihayet siyasî sebeb. Avrupa merkezciliği aşmak istiyoruz. Bari Dünya Kupaları’nda Avrupa dışında takımlar şampiyon olsun. Avrupa’nın futboldaki hâkimiyetinin altyapısını sunan Latin Amerika ve Afrika’nın yüzü ne zaman gülecek? Messi’nin ancak gol attığında yüzünün güldüğünü farkettik mi? O mahzun yüzün bir kere ve bütün zamanlar için gülebilir hâle gelmesi için şampiyonluk gerekiyor, yoksa birlikte ağlıyacağız.

 

İsteklerim. Yukarda söyledim. Brezilya’nın şartsız şurtsuz elenmesini istiyorum, gruptan çıkamasınlar bile. Neymar yüzünden. Sırf Edilson Cavani’ye atılacak penaltılar nedeniyle yaptıklarını asla unutmadım. Bolsonaro’yu desteklemesi de işin tuzu biberi.

 

Kısaca: sevimsiz. Bu sene İngiltere’de gözü kapalı seçilmesi gereken tek futbolcu var bence. Ben White. Onu bile seçmekte gönülsüz davrandı Southgate. Guardiola’yla el ele vererek, Grealish’in futbolunu iki gömlek aşağıya çekti. Ne akla hizmetse Trippier’i sol kanatta oynattı. İngiltere, bedbaht olacaktır. Ve Roberto Martinez. Kime sorulsa, bireysel yetenek bakımından rakipsiz bir takıma (belki biraz Portekiz) ne idüğü belirsiz bir futbol oynattı. Yıllardır Edin Hazard kaprisine boyun eğip, Kevin de Bruyne gibi bir futbol büyücüsünün rolünü bile azalttı. Daha ne diyeyim. İyi bir takımın yapabileceğinden daha azını yapması, oynayabileceğinden daha azını oynaması kabul edilir gibi değil. Marcel Dechamps’ın da günahları çok fazla fakat Fransa çok renkli bir takım-her bakımdan. Hırvatistan’a Modriç yüzünden tahammül edebiliriz. Futbol emekçisi ülkelere (mesela Danimarka, ve üstelik Erikssen var) de. İsviçre bu sınıfa girer- çok etnili millî takım ve tesanüdleri nedeniyle. Kanada ve Gana bir maç bari kazansınlar isterim. Güney Kore ve Japonya’yı merak ettiğimi söyleyebilirim-aynı şekilde Amerika’yı da. Evet, tabii bir de İspanya var, gencecik bir takım. Bakalım, görelim.

 

Turnuvanın en gerçeği bu. Fransa birkaç şeyi bir araya getirebilirse (Benzema sakatlığını yenip verim verebilecek mesela ama defansta tutunmaları gerekiyor öncelikle), şampiyonluğun en güçlü adayı. Arjantin ise, herşeyi bir araya getirecek ve hain kader ve zalim feleğin üstesinden gelecek. Portekiz’in beklentilerin üstünde oynayacağını düşünüyorum. Kazanmaları bile mümkün. Üstelik orada da Ronaldo’nun son şansı. Almanya’nın kazanması hiçbir zaman sürpriz değildir ama sanırım artık kendileri bile o kadar güçlü ve istikrarlı olmadıklarının farkındalar.

 

Kupa’nın ortasında belki, sonunda mutlaka görüşmek üzere.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.