Virüsten Sonra Dünya
Bütün dünyada otoriter diller güç topladı bu süreçte. Boğazı sertleşen gırtlaklar suskunlukla onardı kendini. Sürekli görünür olmaktan karakter aşınmasına uğrayan belli başlı bütün liderler mekânlarına çekilerek yüzlerini unutturdu, halkları üzerindeki egemenliklerini daha da pekiştirdi bu süreçte.
- İSMET EMRE
- 12 Nisan 2020

Dünya ütopyalar ile distopyalar arasındaki tercihini çoktan yaptı: Ütopyalar geçmişin hoş hatıraları olarak kalırken, distopyalar şimdileşmiş bir geleceğe çok daha güvenle bakıyor. Virüsten sonra hiçbir şeyin daha iyi olmayacağı açık: Bu, hem ontolojik hem de olgusal bakımdan böyle. Tarih gibi mevcut da bize bunu söylüyor. Ontolojik olarak insan fıtratı da, virüsün mayası da felâketten sonra, olanı daha iyi oldurmaya yönelik bir içgüdüye sahip değil. Kitlesel virüs bireysel hastalık gibidir ve bireysel olan her durumda toplumsala irca edilmese bile nefesini ona üfler, onun temelini oluşturur.
Fıtratında vardır, hasta olduğunda bir hesaplaşmaya girer insan. Bir adım geri çekilir ve öncesiyle sonrasını şimdide birleştirir. Yaptığı hataları gözden geçirip bir daha yapmamaya yönelik kararlar alır, hatta belli belirsiz sözleşmeler yapar Tanrı’yla. Tanrı’m, söz, iyileştiğimde bir daha o hataları yapmayacağım, söz, bir daha kötülüğe bulaşmayacağım; kötülük geldiğinde, mücadele edemesem bile onun uzağında duracağım, der. O kadar içten, o kadar derinden, öylesine samimiyet nidalarıyla söyler ki bunları, kendisi de inanır. Nekahet dönemi kendine ve Tanrı’ya verilen sözlerin yavaş yavaş bilincin gerilerine itilmesidir. Bütün o güç kaybı boyunca gücü telafi olarak ortaya çıkan iyi düşünceler, kudret arttıkça telafiye ihtiyaç duymamaya başlar ve nekahet bu ikisinin, verilen sözler ile onların unutulması ihtimalinin dengede durduğu yerdir. Sonra sağlık gelir. Bedenin ağrıları diner, gözün görüş alanı artar. İyilik kadar kötülük de görünür olur. Yakın kadar uzağa da heves edilir ve artık, hastalık boyunca gücün yardımına koşan bütün o ‘teorik’, bütün o ‘mevhum’ iyilik yeminleri bir daha kim bilir ne zamana, hangi virüse, hangi hastalığa, hangi felâkete kadar çekilir gider.
Varoluş, Korumacılık ve Bilimsel Keşif
İnsan nisyan ile malul değildir sadece, bireysel ve toplumsal tarihini unutmakla kalmaz, fırsatını her bulduğunda -ne pahasına olursa olsun- kişisel otoritesini konuşturacağı, egosunu şişirip çevresine yayacağı sayısız araç da icat eder. Tarihin hatalarının sevaplarından çok oluşunun, sevapların pek çoğunun altında da hataların yer alışının temel sebebi budur. Yıkımların altında kalan sayısız icat bir tarafa bırakılsa bile, icatların yeryüzüyle ilgisiz görünenleri, tamamen uzaya ait olanları dahil neredeyse hepsinin askeri kaynaklı oluşu, keşfin merkezinin geçmişten bugüne hep zor durumda kalmışlığın verdiği aculiyetten ilham aldığı ortadadır.
Haddizatında bırakın bilimi, yeri geldiğinde inancı, ahlakı bile şahsını korumanın mutlak aracına dönüştürmüş bir zihinsel altyapıdan bahsediyoruz. Klasik, modern veya postmodern süreçlerin hepsindeki bilimsel keşiflerin başlangıç noktası ve ilham kaynağı birinci dereceden bir, insan onurunu kurtarma, insanı özüne yaklaştırarak olduğundan daha güzel bir dünya kurma arayışı değildir. Tersine bütün keşiflerin altında doğayı, süreci ve öteki insanları zapturapt altına alarak, varoluşunu olduğundan daha sıkı şekilde pekiştirmek yatar.
Kökeninde kendini ve sahip olduklarını korumanın yer almadığı tek bir bilimsel keşif yoktur. Velev ki bilim adamı, bütün bunlardan ari, velev ki bilim devletten ve siyasal otoriteden büsbütün kopuk ve kendine özerk bir alan inşa ederek birtakım buluşlar gerçekleştirmiş olsun; hangi devlet, hangi güç, hangi otorite onu bir çırpıda kendi uhdesine alıp düşmanlarıyla mücadelenin aygıtına dönüştürmez ki? Hayır, tarih böyle bir şey kaydetmemiştir.
Tarih, siyasal ve askeri otoritelerden kendini tamamen izole etmiş, korunaklı bir bilim alanı ihdasına tanık olmamıştır. Ziraat de bu amacın bir parçası olmuştur, tekerlek de… Yazı da bu amacın bir parçası olmuştur, çip de… Ve elbette bugüne gelirsek özel ve genel rölativite de bu amacın bir parçası olmuştur, kuantum fiziği de; lobotomi de burada kullanılmıştır; psikoloji, felsefe de…
Varılan noktada, bütün bu günümüz disiplinlerinin, iletişim araçlarının, bütün bu internet ve sosyal medya ağlarının, bütün bu İHA’Ların, SİHA’Ların kökeni Amerika Birleşik Devletleri ordusunun kendini koruma, dünyayı zapturapt altına alma çabasının bir karşılığı olarak ortaya çıkmış değil mi?
Yukarıda sayılanlardan ötürü, insan doğası, hastalıktan kurtulduğu, kendini kuvvetli hissettiği an gözlerini ilk elden varoluşunu onaylatmaya çevirdiği için; güç, ceberut bir dünyanın tahkiminde kullanılacak kötücül araçlar üretmekten başka bir işe yaramıyor yazık ki.
Koronanın Geride Bırakacağı
Virüsün doğası için de durum böyledir. İyilik yukarıdan, kötülük aşağıdan harekete geçer. Kötülüğün yukarıdan geldiği sanısı, onun yukarıyı dolaşarak aşağıya inişine dairdir olsa olsa. İyilik için gökten inen yağmur, aşağıda sele dönüşür. Sonuçta şeytanı da Tanrı yarattı. Evet, elbette hepsini Tanrı yaratmıştır ama peygamberler ve kitaplar yukarıdan, virüsler ve hastalıklar aşağıdan harekete geçer ve aşağıdan harekete geçen velev ki iyi niyetli olsun, her durumda kötülüğün gerekçesine dönüşür. Ceberut yönetim biçimleri, yukarıya ait oluşlarıyla değil, aşağının yukarıyı zaptı ve organizesiyle ilgilidirler. Çamurun, ufunetin buharlaşıp yağmura dönüşmesi gibi.
Bugüne kadar sayısız doğal afet geçirmiş, sayısız salgın hastalıkla kırılmış toplumların hangisi afetten ve salgın hastalıktan sonra kendine çeki düzen vermiştir ki? Hayır, bu, oluşun gramerine de, ritmine de aykırıdır. Bugün, korona vesilesiyle söylenen ve her şey olup bittikten sonra insanlığın kendine ayar/çeki düzen vereceği söylemlerinin hepsini tarih inkâr etmektedir.
İster insan eliyle bilinçli olarak patlatılmış isterse insan eylemleriyle gayri iradî ortaya çıkmış olsun, çekip gittikten sonra, koronanın geride bırakacağı şey, daha katı materyalizm, daha sıkı kapitalizm, daha otoriter devlet kurgusu, muhaliflerin çok daha hızla sesinin kesildiği, dar sınırlara hapsedildiği, daha tek tip yönetim biçimlerinin boy gösterdiği bir düzlem olacaktır.
Hastalık da bir savaş olduğuna göre, her ikisinin doğası da tekilliğe, homojenliğe, kapalılığa vurgu yapmaktadır. Çünkü hiçbir savaş ve felâket iyi anlamda kalıcı etki bırakmaz; yaralı hiçbir bilinç nesneyi sağlıklı görmediği için, her felâket ve savaşın esnası daha kötünün tasarlanmasına, sonrası ise daha kötünün uygulanmasına zemin hazırlar.
Durağan Göçmene Dönüştürülen İnsan
Bugüne gelecek olursak durum özetle şudur: Bütün bu fırtına boyunca yeryüzü devasa bir laboratuvara dönüştü. Şehirler, sokaklar, fabrikalar, eğlence mekânları, evler bir bir devasa istatistiklerin periferik malzemesi olarak kayıt altına alındı, tasnif edildi, analizleri yapılmak üzere panoptikondaki kendine ait yeri aldı. Ülkeler, kültürler, medeniyetler, psikolojiler kategorize edildi ve artık, öncesinde olmadığı kadar bilgisine çok daha vukufiyetle nüfuz edilmiş bir malzeme var siyaset masalarının üstünde.
Kendiliğinden ve bütün bu geriye gidişlerin bir faturası kabilinden ortaya çıkmış veya laboratuvar ortamlarında tam da olup bitenlerin olup bitmesini kayıt altına almak amacıyla üretilmiş olsa da, virüsün bütün süreçlerinde, panoptikona ait devasa bir göz her şeyi gözetledi, gözetim altına almak için teorisini kurdu. Dijital dünyaya dair güncel yaşam kodları bir hipergerçeklik kurgusuyla kurgusal olmaktan çok daha inandırıcı biçimde ete kemiğe bürünerek kendisini üçüncü gözlere sundu.
Küçük büyüğe, minör majöre silah çektiğinde orasını burasını cırmalar, zedeler, dahası yaralar belki ya, büyük fırsatını ilk bulduğunda küçüğü ve minörü yerle bir eder. Bazen büyük, küçüğü ezmenin meşru zeminini hazırlamak amacıyla onu kendine saldırtır da. Bütün savaş ve felâketlerde olduğu gibi korona günleri de ayrıksıları, aykırıları, ötekileri, muhalifleri susturarak kendi etrafına topladı, merkeze çekti.
Savaşlar ve felâketler anormal durumlardır ve normale dönüşte mutlaka söz sahibi olmak isterler. Hastalık sağlığın ve rutinin, savaş açık ve sağlıklı toplumun düşmanıdır. Savaş ve hastalık geri çekilse bile söyleminin sözcülerini bırakmadan gitmez. Virüs gitmez, bir daha ortaya çıkmak için uykuya dalar. Savaş bitmez, yenisi için lojistik hazırlar. Her ikisi de geri çekildiğinde kenarda oturmak yerine geride bıraktıklarını konuşur.
Felâketler de savaşlar gibi nemli, müteverrim, kırık iç dünyalar bırakır gerisinde, yaralı bilinçlerle doldurur sokakları. Yaralı bilinçler, yaralarını sarabileceğine inandığı insanlara inanır. Generallerinin sokaklarını doldurmadığı hangi savaş vardır? İnsanların kurbiyet peyda etmediği hangi hastalık? Olağanüstü hâl, izolasyon, karantina… Üstelik kendi iradeleriyle ve kendi çıkarları adına odalarına hapsedilen bütün insanların durağan göçmenlere dönüştürüldüğü yeni bir dünyayla karşı karşıya olduğumuzu görmüyor musunuz?
Liderler ve Siyasal Sentaks Egzersizleri
Bütün dünyada otoriter diller güç topladı bu süreçte. Muhtemelen şimdi, kapalı odalarda yenidünyanın söylemlerine dair sayısız siyasal sentaks egzersizleri yapılıyordur. Boğazı sertleşen gırtlaklar suskunlukla onardı kendini. Muhtemelen şimdi, sarayların, meclislerin, krallıkların, adaların, sayfiyelerin nispeten korunaklı odalarında bal-tereyağı eşliğinde boğazları yumuşatma seansları düzenleniyordur. Sürekli görünür olmaktan karakter aşınmasına uğrayan belli başlı bütün liderler mekânlarına çekilerek yüzlerini unutturdu, halkları üzerindeki egemenliklerini daha da pekiştirdi bu süreçte.
Liderlerin televizyon konuşmalarına bir bakın. George Orwell’ın 1984’ündeki “Büyük Birader”ine benzemiyorlar mı? Virüsün bütün tazyiklerine, bazılarına şöyle bir uğrayıp geçmesine rağmen Tanrısal bir böbürlenme yok mu yüzlerinde? Bir bakın; bu, öncesinde de bahçelerine filizkıran fırtınaları yaşatmış, dünyayı bir baştan ötekine talan etmiş suratlarına, sonraya doğru da sayısız fırtınanın izleri dolaşmıyor mu her an büzüşüp genleşen kılcal damarlarında?
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İSMET EMRE
