Washington Dünyaya ve Türkiye’ye Nasıl Bakıyor?

Gerek Suriye meselesinde, gerek 24 Nisan mesajı gerginliğinde, gerekse de FETÖ ve liderinin Amerika’da olması sorununda; bu konuların merkezi bir gündem oluşturmaması tercihi, hatta ikinci meselenin gündeme gelmemesi, Başkan Biden’nın istediklerini alarak bu görüşmeyi bitirmesi anlamına geliyor. Erdoğan-Biden görüşmesinde, kazançlı ve istediğini alan tarafın Biden olduğunu söyleyebiliriz.

erdoğan biden

Biden, 10-16 Haziran günleri arası yaptığı ve çok yoğun bir program içeren Avrupa ziyaretinde ne kadar başarılı oldu, ne kazandı?

 

Washington’da bu soru üzerine duruluyor. Belli farklılıklar olsa da ortak nokta olarak, en az iki konuda net, bir konuda da yarım yol katedildiği söyleniyor: Birincisi, Biden’ın “Amerika geri dönüyor sloganı ve mottosu”nun dış politika ayağı olan “Amerika’nın küresel liderlik konumunu tekrardan canlandırmak” noktasındaki ciddiyeti tüm dünyaya gösterilmiş oldu; ikincisi, Avrupa devletleri ve kurumları, “Çin’in küresel dünya ve Batı için birincil ve ana küresel tehdit olduğu” noktasında büyük ölçüde ikna edidi;  üçüncüsü, Rusya konusunda, “zorlayıcı diplomasi” ya da “Soğuk Barış” referanslarıyla etkili ve güçlü olunacağı mesajları verilse de, bunun ne kadar başarılı olacağı muğlak kaldı, Putin geri adım atmadı, ciddi sorunların devam edeceği ortaya çıktı.   

 

Bu noktalar, hem söylem, hem eylem temelinde, Trump döneminden çok farklı, hatta zıt yönde ve nitelikte bir Amerikan dış politikasını Başkan Biden döneminde yaşayacağımızı bize gösterdi. 

 

Şu noktanın da altını çizelim: Yeni seçilen Başkanın yapacağı ilk uluslararası ziyaret Amerikan siyasetinde her zaman politik ve sembolik olarak çok önemli olmuştur.

 

Yeni Başkanın uluslararası ilişkilere bakışını, dış politika vizyonunu, nereye ve neye önem vereceğini, nasıl bir eylem-söylem içinde olacağının ip uçlarını ilk uluslararası ziyaretin nereye yapılacağından, hangi konuların konuşulmak istenildiğinden ve ne mesajların verileceğinden anlarız.

 

Başkan Biden, bu anlamda, bir istisna oluşturmadı. Dahası, Trump döneminden sonra geldiği için de artı bir önem kazandı.

 

Biden Başkanlığında Amerika’nın küreselleşen dünyaya bakışını, dış politika önceliklerini ve stratejik vizyonunu 10-16 Haziran arası Avrupa’ya yapılan ve G7 Liderler Toplantısı (Londra)-NATO Zirvesi (Brüksel)-Avrupa’nın güçlü ülkelerinin liderleriyle görüşme (Johnson, Macron ve Merkel)-AB Başkanlarıyla toplantı (Komisyon başkanı Ursula von der Leyen ve Konsey Başkanı Charles Michel)- Rusya Başkanı Putin ile görüşme ve de 14 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşme gibi yüklü bir programı içeren ilk uluslararası ziyaretinden büyük ölçüde anlamış olduk.

 

Washington Ne Düşünüyor?

 

Washington, bu ziyarete çok önem verdi. Haziran başından beri, yazılı-görsel medyanın ve düşünce kuruluşlarının yaptığı toplantıların ve yayımladıkları politika notlarının ana gündem maddesi Biden’ın Avrupa ziyareti oldu.  Ziyaret öncesiyle, görüşmeler ve yapılan toplantılar süresince, sonrasıyla ve olası sonuçlarıyla kapsamlı bir biçimde tartışıldı, tartışılmaya da devam ediliyor.

 

Washington’da düzenlenen toplantıların bazılarına katıldım ve yayınları mümkün olduğunca okudum.

 

Şu noktaların altını çizelim:

 

Bir; Başkan Biden’ın Avrupa tercihi, kendisinden önceki başkanlardan hem Obama’nın iki döneminden hem de Trump’tan farklılaştı. Obama ve Trump’ın ilk uluslararası ziyaret tercihleri Orta Doğu iken Biden’ın tercihi Avrupa oldu.  Biden dönemi Amerikan dış politikası, odak ve öncelik olarak Orta Doğu yerine Avrupa’yı tercih etti. Daha da önemlisi, Avrupa tercihi, Biden’ın, G7, NATO, AB gibi kilit kurumların önemli toplantılarına katılımı da içerdi. Bu kurumlarla ilişkiler düzeltildi, birlikte çalışma isteği yaşama geçirildi. İngiltere Başbakanı ile stratejik ortaklığı pekiştirecek, “İkinci Atlantik Şartı“ imzalandı. Böylece, Amerika’nın geri gelişinin dış politika ve dünya ayağının, Avrupa ve kilit küresel kurumlarla iyi ilişkiler odaklı olacağını öğrenmiş olduk.

 

 

İki; bu ziyaretle Amerika, küresel liderliğini tekrardan pekiştirme sürecini başlatmış oldu. Biden Başkanlığı, Amerika’nın küresel lider konumunun hem söylem, hem eylem temelinde güçlenmesini amaçlıyor. Bunu, Amerika-Avrupa-Küresel Kurumlar (NATO, AB başta olmak üzere, G7 v.b kurumlar) denkleminde yapacak. Diğer bir değişle, Atlantik’in iki yanının iyi ve stratejik ilişkileri dediğimiz Transatlantik İttifakının güçlenmesi, İngiltere ile “İkinci Atlantik Şartı” yoluyla stratejik ortaklığın pekiştirilmesi, küresel kilit kurumların güçlendirilmesi ve başta Çin ve Rusya’nın küresel tehdit konumuna getirilmesi yoluyla Amerika’nın küresel liderlik konumu güçlendirilmeye çalışılacak.

 

Üç; Amerika, bu ziyaretle, Batı (Avrupa ve Küresel Kurumlar) üzerindeki liderlik konumunu da pekiştirmiş oldu. Biden Başkanlığı, Amerika’nın “Batı düşüncesi ve jeopolitik-stratejik çapası” üzerindeki konumunu da güçlendirmek, böylece son zamanlarda sıklıkla kullanılan “Batı-sonrası dünya” söylemini geçersiz kılmak istiyor.  Batı’nın bir “fikir”, bir “jeostratejik çıpa” ve “kurumsal örgütlenme” olarak güçlendirilmesi ve bu üç boyutta da Batı’nın liderliğini tekrardan Amerika’nın üstlenmesi stratejisinin ilk hamlelerini bu ziyarette gördük. Bu ilk hamlenin başarılı olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda, bu ziyarette, Biden Başkanlığının “stratejik vizyon” olarak, özellikle Çin ve Batı-dışı dünyaya karşı Amerikan liderliğinde Batı’nın güçlenmesi, Çin ve Asya’nın yükselişinin “dengelenmesi” tercihinde olduğunu gördük.

 

Dört; Biden Başkanlığı, başta Rusya, Türkiye ve diğer güvenlik risk alanlarına dış politikadaki “zorlayıcı çoktaraflılık ve zorlayıcı diplomasi” (assertive multilateralism-assertive diplomacy) anlayışı ve uygulamasıyla yaklaşacak. Diplomasi önemli ama yaptırımlarla, caydırmalarla, yani “havuçtan ziyade sopa kullanımı” yoluyla etkili ve dönüştürücü olma anlayışı Biden Başkanlığının stratejik tercihi olacak; bunun ipuçlarını da bu ziyarette görmüş olduk. Rusya ile ilişkilerde, Soğuk Savaş yerine “Soğuk Barış” (Cold Peace) dönemi başlatılacak, zorlayıcı diplomasi uygulanacak. Bu yaklaşımın, belki “Soğuk Yumuşama” (Cold Reproachment) diyebileceğimiz bir tarzda Türkiye’ye de biraz daha yumuşak olsa da uygulanacağını düşünüyorum.  

 

Beş; Biden Başkanlığı, gerek “Yeşil Mutabakat”, gerek “NATO 2030 Stratejik Belgesi”, gerekse de “Demokrasinin Otoriter Rejimlere Karşı Küresel Ölçekte Desteklenmesi” ölçütleri ve hedefleri doğrultusunda, “güvenlik-ekonomi (istihdam)-demokrasi-iklim dörtgeni”nde küresel ve bölgesek sorunlara ve risklere, Çin ve Rusya ile ilişkilere ve Amerika’nın küresel liderliğinin güçlenmesi amacına yaklaşacak. G7 Toplantısı ve NATO Zirvesi sonuçları bu görüşü destekliyor. G7 sonuç bildirisinde ve NATO 2030 Stratejik Belgesinde demokrasi ve iklim referansının olması; NATO’nın artık sadece “güvenlik kurumu” olarak değil, aynı zamanda “siyasal bir kurum” olarak da hareket etmesi, bunu yaparken de demokrasi-insan hakları-iklim referanslarına önem vermesi yeni bir güvenlik paradigmasının ortaya çıkmaya başladığını bize gösteriyor. Bu, hem Amerika’nın küresel liderlik konumunu yeniden canlandırmasına, hem de Çin ve Rusya’ya karşı etki ve dönüştürücü gücünü artırmasına katkı verecek.

 

Tüm bu noktalar ışığında iki genel sonucu söyleyebiliriz: Biden Başkanlığının ilk uluslararası ziyareti, “saha-masa-algı denklemi”nde başarılı olmuştur; Amerika’nın geri gelişinin uluslarararası ilişkiler ve dış politika boyutunun nasıl hareket edeceği küresel ölçekte dünya ile paylaşılmıştır.

 

Bu temelde, Erdoğan-Biden görüşmesine yaklaşırsak da, şu gözlemlerimi paylaşmak isterim:

 

Birincisi, Biden’ın yukarıdaki noktalar ışığında dış politika stratejik vizyonunu ve tercihlerini Erdoğan’la paylaştığını gördük. Bu bağlamda, Amerika’nın, stratejik vizyon temelinde,  Türkiye’nin önemli bir müttefik olarak Batı ve küresel kurumlarla birlikte hareket etmesini istediği; Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini düzeltmesi gerekliliği ve bunun uygulamaya sokulması talebi en genel ama önemli bir mesaj olarak bu görüşmede verildi.

 

İkincisi, Biden’ın Erdoğan ile ilişkisinde, Trump’tan farklı, lider-lider ilişkisini değil, aksine “kurumlar (Bakanlar, Bakanlıklar, sivil toplum)-arası ilişki”yi ön plana alacağı ortaya çıktı. S-400’lerden başlayarak kritik kararların kurumlar-arası ilişkiye bırakılması bunun bir göstergesiydi. İbrahim Kalın ve Hulusi Akar isimlerinin ön plana çıktığı bir döneme girdik gibi gözüküyor.

 

Üçüncüsü, Türkiye’nin son dönemde izlediği tek taraflı ve güvenlik eksenli dış politika anlayışının (ki, buna “stratejik otonomi” diyoruz) dünyayı okuyuşunun ne kadar hatalı olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Batı’nın ve Amerikan liderliğinin çok zayıfladığı “Batı-sonrası” bir dünya fikri üzerine inşa edilen bu anlayışın geçerliliği, Biden’ın bu ziyaretiyle ve hem Batı’nın hem Amerika’nın küresel liderliğinin güçlendirilmesi mesajıyla bitmiş oldu.  Ekseni ya da çıpası olmayan, tek taraflı ve sert güce dayanan stratejik otonomi dönemi dış politikada zamanını doldurdu gözüküyor. 

 

Evet, şunlar doğru: Batı’dan Asya’ya güç kayması var; Amerikan liderliği Trump dönemimde zayıfladı; “Dünya Beşten Büyüktür”. Ancak şu gerçeği de gördük: Batı ve Amerika ve “Beş Ülke” de güçlü ve kendilerini yeniden güçlendirme kapasitesine sahipler. Erdoğan-Biden görüşmesiyle, stratejik otonomi döneminin bittiği ve dış politikanın, içe kapanan milliyetçilikten ve dünyayı yanlış okuma kıskacından çıkartılarak yeniden inşa edilmesi gerekliliği ortaya çıktı.

 

Dördüncüsü, S-400 tartışmasının çözülmediği, fakat yeni dönemde de sistemin aktive edilmeyeceği olasılığının güçlendiği bir mesaj görüşmeden çıktı. Biden, Erdoğan’dan sonra AB Başkanlarıyla da bir araya geldi. Bu görüşme sonrası bir soru üzerine, Amerika ve Batı ile ilişkiler içinde “artık tercih Türkiye’nin ve ilişkilerin nasıl gelişeceğini de Türkiye’den duyacağız; demokratik bir Türkiye ile işbirliğinde çalışmak istiyoruz” derken, kendisinin ve Amerika’nın Erdoğan yönetimine karşı konumunun ve tavrının da net olduğunu ima ediyordu. Erdoğan ve yönetiminin; dış politika vizyonu, Türkiye’nin küresel konumu ve G7-NATO-AB üçgeninde ortaya çıkan demokrasi-insan hakları-iklim ekseni hakkında bir tercih yapması bekleniyor. İlişkilerde yumuşama, “soğuk yumuşama” niteliğinde gelişecek.

 

Beşincisi, Biden ve Erdoğan, Afganistan dosyasında ve Kabil Havalimanının güvenliğinin Türkiye tarafından sağlanmasında anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmada Türkiye’ye mali ve lojistik destek verilmesi gerekiyor. Mali kısmı ikinci önemde. Lojistik olarak, Türk askeri, başka ülke askerleri yerine tek başına riske atılmış oluyor. Taliban bu anlaşmayı ve Türkiye’nin havalimanını kontrol etmesini kabul etmediğini söyledi. Riskli ve Türkiye’nin tek başına güvenlik risklerine maruz kalacağı bir anlaşmaya evet dendiğini vurgulamalıyız.

  

Altıncısı, gerek Suriye meselesinde, gerek 24 Nisan mesajı gerginliğinde, gerekse de FETÖ ve liderinin Amerika’da olması sorununda; bu konuların merkezi bir gündem oluşturmaması tercihi, hatta ikinci meselenin gündeme gelmemesi, Başkan Biden’ın istediklerini alarak bu görüşmeyi bitirmesi anlamına geliyordu. Erdoğan-Biden görüşmesinde, kazançlı ve istediğini alan tarafın Biden olduğunu söyleyebiliriz.

 

Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı ile ilişkilerini Trump dönemi gibi götüremeyeceği; eksensiz ve tek taraflı stratejik otonomi döneminin dış politikada zamanını doldurduğu; Batı ile ilişkilerin düzeltilmesinin söylem-eylem tutarlılığı taşıması gerektiği; ve belki de en önemlisi, dış politika yapım ve tercihlerinde lidere sadakat ve retorikle değil, aksine bilgi ve liyakatla çalışılmasının ne kadar önemli olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Erdoğan bu gerçekle Türkiye’ye döndü.

 

Peki, Türkiye’nin tercihi ne olacak? Son dönemde pompalanan aşırı anti-Batı ve anti-Amerikan milliyetçilik içinde Erdoğan, Batı ve Amerika ile ilişkileri Türkiye’nin yararına düzeltebilir mi, böyle bir gücü hala var mı? Cumhur İttifakı, söylem ve eylem olarak bu değişimi gerçekleştirebilir mi? Devlet Bahçeli, Erdoğan-Biden görüşmesinden hemen sonra, güçlü ve sert bir Biden ve Amerika eleştirisi yaptı.

 

Washington’un dünyaya ve Türkiye’ye bakışının Biden Başkanlığında nasıl gelişeceğini artık görüyoruz. Erdoğan, Ankara’da sarkacın hareketini yeni dönemin stratejik ve ilkesel parametreleri içinde Amerika ve Batı’ya döndürebilir mi?

 

Gerekli ama zor gözüküyor;  göreceğiz ve tartışacağız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.