WhatsApp Entelliği
Hayatında üç tane sosyoloji kitabı okumamış, okumaya çalışsa da anlamamış insanlar bu alana yıllarını vermiş birine, sırf yazdıklarını siyaseten münasip bulmadığı için sallar dururlar. Türkiye’de sosyoloji futbola benzer diye yazı yazmışlığım vardır. Herkes uzmandır o iki konuda. Konu hukuk, tıp, mühendislik olunca ağzını bıçak açmayanlar, sosyoloji, tarih, futbol ve siyasette hemen âlimleşirler. Her şeyi herkesten iyi bilirler.
Teknoloji elbette yaşadığımız hayatı etkiler, dönüştürür. Hatta yaşadığımız hayata biçim verir. Örneğin internetin ortaya çıkmasının, e-mail haberleşmesinin, akıllı telefonların, sosyal medyanın hayatımızı etkileme derecesi ölçüsüzdür. Hesap bile edilemez. Belki de bu süreci ateşle, tekerlekle, Sanayi Devrimi’yle karşılaştırmak bile mümkündür. Ancak bütün bunlar meselenin sadece bir boyutudur. Çünkü teknoloji zihniyetten, kültürden, hayata yüklenen anlamlardan bağımsız da değildir. Bunu söylemek için Heidegger olmak gerekmez! Teknoloji aynı zamanda kullanıldığı toplumun zihniyet dünyasının biçimini de alır zaman zaman. Bu konu tıpkı sosyal medyanın özgürleştirici ve tahakküm edici yanlarını tartışmaya benzer. Bilançoyu ne kadar uzatırsanız uzatın, bir türlü kesin bir sonuca varamazsınız.
Örneğin, bir ülkede sosyolojik manada cemaat refleksleri cemiyet reflekslerinden daha güçlü olursa en modern, hatta post-modern mecraların bile bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Üstelik çoğu zaman bunun gelirle, eğitimle, statüyle de pek bir ilgisi yoktur. Cemaat kelimesini özellikle sosyolojik manasıyla kullandığımı belirtmiştim. Aklınıza daha dindar, daha köylü, daha taşralı, daha az eğitimli, daha köylü insan toplulukları gelmesin hemen. Çünkü Türkiye gibi modernleşme toplumlarının tipik bir özelliği de cemaat reflekslerinin tüm kesimlerde oldukça yaygın olmasıdır. Yani diploma, cüzdan kimseyi otomatikman kamusal bir insan kılmaz.
Çağdaş teknolojiler artık her şeyi o büyük küresel kamunun bir parçası yapmaya oldukça elverişlidirler. Ancak aynı zamanda çağa, zamana uygun cemaatleşmelere de cevaz verirler. Benim bunu ilk fark ettiğim zamanlar, WhatsApp’tan önce e-mail gruplarının oldukça yaygın olduğu dönemlerdi. Akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla ve WhatsApp ile birlikte e-mail gruplarının pabucu dama atıldı. Bir sorun kendinize isterseniz: Kaç WhatsApp grubuna üyesiniz? Elbette bu grupların önemli bir kısmı mesleki, araçsal, hayatı kolaylaştırıcı yönleri olan gruplardır. Örneğin bir apartman yöneticisinin ev sahipleri ve kiracılara aidat zammını iletmesi için çok mantıklı bir girişim olabilir bir WhatsApp grubu kurmak.
Ancak pek çoğunuz kabul edecektir ki mesele bundan ibaret değildir. Cemaat zihniyetinin güçlü olduğu toplumlarda bu tür gruplar grup komplekslerinin, takıntılarının, düşmanlaştırmalarının, ritüellerinin mağaralarına da dönüşebilir kolayca. Kamusal olarak ifade etmekten çekindiğiniz ne varsa onu, üstelik bağırarak dışa vurabileceğiniz bir mağaraya benzer bu gruplar. İşin en güven verici yanı ise orada yalnız olmadığınızdır. Orada ne kollar kırılır da yen içinde kalır. Bunu garanti eden ise diğerlerinin varlığıdır. Daha önceki bazı yazılarımda kullandığım “suç ortaklığı” kavramını burada tekrar kullanacağım izin verirseniz. Örneğin nefret suçlarının bu kadar kolay içselleştirilebilmesinin bir anahtarı olarak görülebilir bu tür ortamlar. Çünkü o mağaralarda her sessizlik onay anlamına gelir. Daha kamusal bir mecrada size kolaylıkla hukuki sorunlar çıkartacak bir sıfat, WhatsApp grubunda mübah hale gelebilir.
İşin diğer bir boyutu da zaten düzenli görüşen, ahbap olan, içtikleri su ayrı gitmeyen bazı arkadaş gruplarının memleket meseleleri veya entel ihtiyaçlar için WhatsApp grubu kurmalarıdır. Bu arada “entel” kelimesinin Türkiye’de bu kadar yaygın olmasından hiç şikâyetçi değilim. Çünkü adlar ancak ve ancak var olan bir şeyi çağırabilirler! Entelektüel kavramının tarihinden zerre kadar haberi olmayan bazı yurttaşlar havaalanlarında bekleme yaparken satın aldıkları bazı kitaplardan lügat parçalayarak kendilerini bir anlığına da olsa entelektüel varsayabilirler. Andy Warhol’un “Herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak” demesinde olduğu gibi belki. WhatsApp grubundaki herkes birbirinin entelliğini en azından susarak tescil edince de bu zan kişide giderek büyüyecektir elbette.
Ondan sonrası bir tür zırvalama fırtınaları gibidir. Tıpkı beyin fırtınalarında olduğu gibi! Kitap, makale beğenmemeler mi dersiniz; yoksa yazarının karaktersizliğinden dem vurmalar mı dersiniz… Hele konular bir de çağdaş edebiyat, siyaset, sosyoloji, tarih olunca kim tutar sizi… Çünkü bunlar o zihniyet sahiplerine göre kolayca at oynatılacak alanlardır. Ya da bu insanlar bu konularda her türlü ahkâmı kesmeye doğuştan kabiliyetlilerdir… Hayatında üç tane sosyoloji kitabı okumamış, okumaya çalışsa da anlamamış insanlar bu alana yıllarını vermiş birine, sırf yazdıklarını siyaseten münasip bulmadığı için sallar dururlar. Türkiye’de sosyoloji futbola benzer diye yazı yazmışlığım vardır. Herkes uzmandır o iki konuda. Konu hukuk, tıp, mühendislik olunca ağzını bıçak açmayanlar, sosyoloji, tarih, futbol ve siyasette hemen âlimleşirler. Her şeyi herkesten iyi bilirler.
Kamu Medeniyettir
Lafı biraz uzattığımın farkındayım. Sadede geliyorum. Bütün bunları mümkün kılan biraz da sosyalleşme biçimleri, iletişim araçlarını kullanma biçimleridir. Bu zihni mağaraların bugün hâlâ varlığını sürdürebilmesi biraz da oralara yeterince oksijen ya da ışık gitmemesiyle de ilgilidir. Işık yerine nur mu demeliydim yoksa? Oksijen ve ışık/nur kavramlarının yol açabileceği metaforik fırtınalara biraz olsun ket vurabilmek için isterseniz çok sevdiğim bir kavrama başvurayım: KAMU. Büyük harfle yazdım ki her yerden, her açıdan görünsün! Kamu diğerlerine göre gayet soğukkanlı, ılıman, işlevsel, maddi gelir hep bana. Somuttur.
Friedrich Schiller boşuna dememiş: “Kamu benim her şeyim, okulum, hükümdarım, güvenilir dostum. Ben bir tek bu mahkemeyi tanırım, başkasını bilmem.” Sözün, yorumun, değerlendirmenin, eleştirinin kamunun süzgecinden geçmiş olanı makbuldür medeniyette. Sağın kalitelisi solun eleştirisinden belli ölçülerde geçmiş olanıdır. Ya da tersi. Toplumların hakikat duyguları böyle oluşur. İddiaların birbirlerine temas etmedikleri, hatta teğet bile geçmedikleri toplumsallıklarda hakikat daralır. Bu tür ortamlarda hakikatler faşistleşir. Kamu oksijendir, kamu ışıktır/nurdur, kamu nefestir, kamu medeniyettir.
Kapalı WhatsApp gruplarının karanlık girdaplarında ömür tüketenlere naçizane bir tavsiyem var. Eğer yoksa, önce bir Twitter hesabı açın örneğin. Sonra mümkün olduğunca farklı görüşlere sahip yurttaşlardan oluşan bir takip evreni oluşturun kendinize. Yani beslenme kaynaklarınızı olabildiğince çeşitlendirin. WhatsApp grubunda o evreni çok iyi tanıdığınız için ölçüsüzce yazdığınız satırları bir kez de Twitter’da tekrar yazmayı deneyin. Ama sizi bütün dünyanın okuyabileceği gerçeğiyle yüzleştikten sonra elbette! Beslenme kaynaklarınızı çeşitlendirdiğiniz gibi hitap ettiğiniz evreni de mümkün olduğunca geniş olarak düşünün. Hani o meşhur medya klişesinde olduğu gibi “85 milyon beni okuyabilir” diye düşünün mesela. Kamunun sizi terbiye etmesine, medenileştirmesine izin verin. Emin olun bundan en çok siz faydalanacaksınız. Biz diğer yurttaşlar da bundan sebepleneceğiz elbette.
Ne olur kendi kurduğunuz WhatsApp grubunu “entelektüel grup” diye nitelemeyin. Ailenize, milletinize, dininize, mezhebinize, ideolojinize kapanıp kalmayın. Aynaya bakarak kendi kendine konuşur gibi, WhatsApp grubunda sallamaktan vazgeçin artık. Kamuya yazın, söyleyin. Yazdıklarınızın, söylediklerinizin entelektüel değerini bırakın kamu takdir etsin. Korkmayın. Çekinmeyin. Daha kamusal olun. Hatta daha dünyalı olun. Kamuyla barışın. Dünyayla barışın. Ancak o zaman kendinizle barışmayı hayal edebilirsiniz çünkü.