Yabancı Düşmanlığının Maliyeti: Siyasal Holiganlık ve Toplumsal Trajedi

Sağlıklı, tutarlı, insan hakları merkezli politikalar üretmek, geleceğe ilişkin projeksiyon sunmak yerine; sığınmacıları ayrıştıran, hedefe koyan ve ‘yabancıya’ nefret sunan hiç kimse, ‘yerliye’ demokrasi, özgürlük ve insan hakları sunamaz. Bu yönüyle, sığınmacılar meselesi, bütün partiler için siyasal kimliklerini biçimlendirme işlevi görüyor.

Yabancı Düşmanlığının Maliyeti: Siyasal Holiganlık ve Toplumsal Trajedi

Sıklıkla tartıştığımız konulardan birisi de kutuplaştırma siyaseti. Öncelikle şunu belirtelim, hangi zemin üzerinden yürürse yürüsün, kutuplaştırıcı üslubun siyasete katkı sağlama imkânı yok ve tam tersi siyasal zemini zayıflattığı kesin. Bu tarzın hepsi sorunlu ama çok daha sorunlu ve tehlikeli olanı sığınmacıların, mültecilerin, göçmenlerin ve farklı azınlık gruplarının bu konuya malzeme edilmesidir. Çünkü en savunmasız, en kırılgan ve en güvencesiz olan kesimler hedef alınıyor.

 

Siyasetin bu tarzı hem toplumsal barışı riske sokar hem de sığınmacılar açısından tehdidi artırır. Öyle ki; sığınmacıları odağa koyarak yapılan eleştirilerdeki dışlayıcı, ötekileştirici dilin düşmanlığa ve fiziki saldırılara dönüşme riski insanı ürkütüyor. Ayrıca bu insanları, kutuplaştırmaya dayalı siyasetin aracı haline getirmek insan hakları ve demokrasi açısından da sorunludur. Daha da ötesi, ahlaki bir probleme işaret eder.

 

Kullanılan dil dikkate alındığında, olayın memnuniyetsiz seçmenin çekim merkezi olma amacının ötesinde olduğu görülür. Özellikle; yurtdışında ciddi bir diasporası olan Türkiye muhalefetinin, sığınmacılara ilişkin kullandığı dilin, Avrupa’daki aşırı sağ ve İslamofobik akımları hatırlatması önemli bir sorun. Hem bu dili kullanmak hem de daha demokrat, özgürlükçü ve hakkaniyetli siyaset talebinde bulunmak, en hafif tabirle, siyasal tutarsızlıktır.

 

Ekonomik gidişatın kötüleştiği bir dönemde yükselen toplumsal hoşnutsuzluğu sığınmacı düşmanlığına tahvil etmeye çalışan ve oluşan toplumsal öfke üzerinde siyasal sörf yapan anlayışların, Türkiye’ye tutarlı bir gelecek vizyonu sunmaları mümkün değil. Ayrıca bu tür anlayışlar, sonu siyasal holiganlık ve toplumsal trajedi olan yolun taşlarını döşemiş olurlar. Somut geçmiş deneyimler hatırlanırsa, bu olasılığın yok sayılmayacağı görülür. Ayrıca bu meseleye yurtiçinden değil, yurt dışındaki olası yansımaları üzerinden de bakmakta fayda var.

 

Yurtdışındaki Türkler

 

Türklerin çalışma amacıyla Avrupa’ya gidişinin tarihi, 31 Ekim 1961’de Almanya ile yapılan anlaşmadır. Anlaşmadan sonra, 27 Kasım 1961 tarihinde, 55 kişiden oluşan ilk işçi kafilesi Duesseldorf Havalimanı’na inmişti. Bu kafile, bir yıllığına Almanya’da çalışacak 400 işçi arasından ilk gelenlerdi. Almanya ile yapılan anlaşma 1973 yılına kadar sürdü. 1961-1973 yılları arasında çalışmak amacıyla Avrupa’ya gidenlerin sayısı 605.000 kişi. Dışişleri Bakanlığı web sitesinde, yurtdışında yaşayan Türklerle ilgili olarak şu bilgi verilmektedir;

 

Yurtdışında yaşayan 6,5 milyonu aşkın vatandaşımızın yaklaşık 5,5 milyonu Batı Avrupa ülkelerine yerleşmiş bulunmaktadır. Türkiye’ye kesin dönüş yapmış olan 3 milyon kadar insanımızla birlikte düşünüldüğünde yaklaşık 9,5 milyonluk bir kitle.

 

Dikkat edilirse; ikili anlaşma kapsamında gidenlerin sayısı 605 bin kişi, ama şu an yurtdışında yaşayan Türklerin sayısı 6,5 milyon. Bununla birlikte; dışarıda yaşayan tüm toplulukların yaptığı gibi Türkler de bir arada yaşamayı tercih etmişler. Bu nedenle olsa gerek, ‘Türk mahallesi’ kavramı gelişmiş. Birçok ülkede, kendinizi Türkiye’de hissedeceğiniz mahalleleri var. Bazılarını ifade etmek gerekirse; Berlin’de Kreuzberg, Köln’de Mülheim ve Weidengasse, Brüksel’de Schaerbeek, Londra’da Green Lanes, Paris’te Saint-Denis, Viyana’da 10. bölge Klein, New Jersey’de Paterson, Rotterdam’da Charlois, Stockholm’de Rinkeby, Amsterdam’da Mercatorplein…

 

Türklerin Yaşadığı Saldırılar

 

Ekonomik sorunlar, tarihsel düşmanlıklar, inanç farklılığı gibi faktörler yabancı düşmanlığını beslemede etkili olmuştur. Birçok ülkede ortaya çıkan bu tür düşmanlıktan Türkler de etkilenmiştir. Türklerin muhatap olduğu yabancı düşmanlığını; hakaret, nefret, ibadet yerlerine saldırı, iş yerlerine saldırı, fiili saldırı ve öldürme şeklinde özetlemek mümkün. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın Türklere yönelik şiddete dönüştüğü yer, Almanya. Bu çerçevede akla gelen ilk katliamlar ise 1992 yılında Mölln kentinde üç Türkün Naziler tarafından katledilmesi, 1993 yılında 5 kişinin yanarak öldüğü Solingen katliamı, 2004 yılında Köln’de 22 kişinin yaralandığı bombalı saldırı ve 9 kişinin öldürüldüğü ‘dönerci cinayetleri’dir.

 

 

Bu tür saldırılar, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı üzerinden kendilerine alan açmak isteyen popülist politikacılar tarafından körüklenmektedir. Ayrıca verdiğimiz örneklerden çok daha fazla saldırının olduğu bilinmektedir. Türkler dışındaki diğer göçmenler de bu tür saldırıların hedefi olmuştur. Bunula birlikte; saldırıların, olayın gerçekleştiği ülkelerdeki geniş halk kesimlerince lanetlendiği ve karşı çıkıldığı da biliniyor. Türkiye’deki siyasi partiler, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa muhatap olan Türklere ilişkin ortak tutum geliştiriyor ve bu takdir de ediliyor. Tabi bu tutumun, ülkemizdeki yabancılara yönelik kullanılan dil ve saldırılarla ilgili empati yapmaya katkı sağlaması da önemli.

 

Türkiye’deki Yabancılar

 

Türkiye’de yaşayan yabancıları iki ayrı kategoride değerlendirmek mümkün. TÜİK’in 2020 verilerine göre, oturma ve çalışma izni alan yabancı sayısı 1.333.410’dur. BM Mülteci Örgütü verilerine göre, Türkiye’de bulunan ve uluslararası koruma ihtiyacı içindeki kişi sayısı 3,65 milyon, uluslararası koruma başvurusu sahibi olan ise 330.000’dir. Yani; 3,6 milyon Suriyeli sığınmacı ve 335.000 ise diğer ülke vatandaşları olmak üzere toplam 3,93 milyon. Özellikle Suriye’de yaşanan iç savaşın rakamları etkilediği açık. Nitekim Suriye’ye komşu bütün ülkeler, ciddi manada Suriyeli sığınmacıyı barındırıyor ve koşulların iyileşmesiyle büyük kısmının ülkelerine dönebileceği söylenebilir. Buna rağmen; konuyu sağlıklı bir biçimde değerlendirmek ve yabancı düşmanlığı sorununa düşmemek önemli.

 

Avrupa’da yaşayan Türklerin karşılaştıkları sorunların (nefret, hakaret, dışlanmışlık vs.) benzerine, ülkemizde yaşayan sığınmacılar da muhatap olmaktadır. Her ülkede olduğu gibi popülist siyasetçilerin kullandıkları dil ve kullandıkları gerçek dışı iddialar bu tür saldırıları körüklemektedir. Bu büyük bir çelişkidir. Türkiye’den dışarıya giden ve bulunduğu ülkede yabancı muamelesi görenlere karşı sergilenen düşmanlığa ve saldırılara tepki vermek, ama ülkesinde yaşamak zorunda olan yabancılara karşı benzer saldırıları ve düşmanlığı körükleyecek bir dili kullanmak. Bunu anlamak mümkün değil. Çünkü fiili müdahaleler dahil, yabancı düşmanlığı, dünya genelinde, siyasetçilerin kullandığı dilden etkilenmektedir.

 

Siyasette Yabancı Düşmanlığı

 

Toplumlar genellikle ekonomik sorunlar, istihdam problemi, tarihi düşmanlıklar ve inanç farklılıkları gibi gerekçelerle yabancılara mesafelidirler. Yabancıları kendi ‘eksiklikleri’ veya karşılaştıkları sorunlar için ‘günah keçisi’ olarak görürler. Bu mesele dünya genelinde de oldukça yaygın. Kimi siyasetçiler buna inandıkları veya toplumdaki bu damarı suiistimal etmek istedikleri için bahsettiğimiz duyguları siyasallaştıran, olağanlaştıran dili kullanıyorlar. Örneğin ABD’nin önceki devlet başkanı Trump bunu politik bir tercih olarak kullanıyordu. Maalesef Türkiye’de de bu duygu, toplumun bazı kesimlerinde belli bir karşılık görüyor ve nefrete dönüşüyor. Henüz yaygın bir yabancı düşmanlığı yok, ancak var olan siyasal zemin ve sığınmacıların kutuplaştırıcı siyasetin aracı haline getirilmesi, düşmanlığın fiili saldırılara dönüşmesine yol açabilir. Şunu da belirtmekte fayda var, her türlü nefret siyasetinin belli oranda toplumsal bir zeminin olduğunu açık. Fakat gerekçesi ne olursa olsun, nefret siyaseti gayr-i meşrudur ve ahlâken de sorunludur.

 

Türkiye’de giderek ivme kazanan yabancı karşıtlığı/düşmanlığı, ağırlıklı olarak, Suriyeli sığınmacılar üzerinden yürüyor. Bu konudaki CHP’ye ait söylemlere bakılırsa; “Suriyelileri geri gönderin’ deyince ‘vay efendim nasıl dersin?’ Suriyelilerin daha maliyetlerinin farkında değiliz. Yarın göreceksiniz, bu insanlardan yeraltı dünyasının önemli aktörleri çıkacak. Bütün düzenimiz bozulacak…” (12 Mart 2016, Ege Genç İşadamları) “Referandumdan ‘Evet’ oyu çıkması halinde 3 milyon Suriye uyruklu mülteciye vatandaşlık verilecek, ‘Hayır’ çıkması halinde verilmeyecek…” (20 Mart 2017, Ordu) “Defalarca söyledim, ya bu Suriyeliler milletin başına bela olacaklar, emin olun, vallahi de billahi de milletin başına bela olacaklar kardeşim, elli defa söyledim…” (4 Şubat 2020, grup toplantısı) “Suriyelilere gelince para çok ama bizim insanımız tabutlarda yaşıyor. Suriyeliler için 50 milyar dolar harcayanlar, siyasi tercihlerini yurttaşlarını korumak, yaşatmak için kullanmadı…” (3 Kasım 2020, İzmir) “3 milyon 600 bin Suriyeliye 40 milyar dolar para harcadınız. Bu para esnafa, çiftçiye, sanayiciye harcansaydı ne olurdu? Ülke âbad olurdu. Doğrulara tahammül edemiyorlar…” (27 Şubat 2021, grup toplantısı)

 

Diğer muhalefet partisi İYİ Partinin konuya ilişkin bazı açıklamaları; “Milyonlarca Suriyeli göçmenin 33 milyar dolar, yani 200 milyarlık yükünü milletimizin sırtına yüklemeye hakkınız var mıydı?” (23 Ekim 2018, partinin grup toplantısı) “Suriyeli sığınmacılar hem kriminal manada hem de sosyolojik manada ülkemiz için büyüyen bir sorundur…” (31 Ekim 2019 twitter paylaşımı) “Suriyelilere mülteci statüsü verilmesine karşı çıkıyoruz, bu Suriyelileri Türkiye’de kalıcı kılmak için gündeme getirilmektedir…” (16 Aralık 2019, Suriyeli Sığınmacılar çalıştayı) Konya’da vatandaşlar ile yapılan görüşmede, yoksulluktan yakınan biri; “Ben Suriyeli yaşasın diye mi 1071’den beri kan döktüm ya, 40 milyar dolar para verdik Suriyelilere, Cumhurbaşkanı olduğunuzda tek bir Suriyeli dahi bırakmayın” diyor. Genel başkan ise bu videoyu twitter hesabında paylaşarak; “Bak Sayın Erdoğan, konuşan dış güçler değil, terörist değil. Konuşan, en son seçimde sana güvenmiş, oy vermiş olan Konyalı bir vatandaş” diyerek paylaşılmıştı. (2 Nisan 2021, Konya) Partinin kurucularından ve gazeteci olduğunu ifade eden bir kişi, yanında 7 çocuk ile birlikte yürüyen kadın fotoğrafını üstüne, “Şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik” ifadesi yazıyor ve bunu da “Suriyeliler, Suriye’deki evlerine geri dönsün” ifadesiyle twitterda paylaşıyor. Irkçılığın ve cinsiyetçiliğin iç içe geçtiği bir anlayış.

 

HDP/BDP’nin, Suriye iç savaşına ilişkin söylemi analiz edildiğinde, ana eksenlerinin, “Suriyeli muhalifleri ‘selefi çeteler’ olarak tanımlamak ve PYD/YPG’yi ise savaşın yegâne ‘meşru tarafı’ olarak göstermek” olduğu görülür. Bu yaklaşım özünde ayrımcı ve PYD/YPG ile birlikte hareket etmeyen tüm toplumsal kesimleri ise İslam üzerinden suçlayan fobik bir tutumdur. Parti yönetiminin 2014’deki açıklamasındaki, “kör şiddetin Ortadoğu’nun geneline ve Türkiye’ye sıçrayacağı” ifadesi ise Türkiye’ye yönelik tehdit olarak değerlendirilmişti.

 

Suriyeli sığınmacılara ilişkin küçük bir kısmını paylaştığımız ifadelerin ortak özelliği, genel kitleyi sığınmacılarla ilişkili olarak korkutarak etkilemek olduğu açık. Doğru olmayan iddialar, nefret cümleleri ve kıyaslamalar üzerinden vatandaşı tahrik etme… Soru şu; bu ifadelere bakılarak, “biz siyaset yapıyoruz, yabancı düşmanlığını körüklemiyoruz” demek mümkün mü?

 

Suriyelilerle İlgili Sıklıkla Paylaşılan Yanlışlar

 

Siyasetçilerin yabancı düşmanlığı konusunda sergiledikleri tutum ve kullandıkları dilden destek alarak gelişen bir yalan üretme ‘kampanyası’ var. Düşmanlık, ekonomik sorunlar, ırkçılık, mezhepçilik gibi farklı sâiklerle beslenen kişilerin ürettikleri ve gerçek olmayan iddialardan bazılarını saymak gerekirse; (1) Suriyelilerin devletten maaş aldığı, (2) Suriyelilerin kendilerine çalışma izni alıp istedikleri yerde özgürce çalışabildiği, (3) Suriyelilerin istedikleri üniversitede istedikleri bölüme, herhangi bir şart ve sınav olmadan kayıt yaptırabildikleri, (4) Üniversiteye giden her Suriyeliye devlet tarafından 800 ile 1200 lira arasında değişen miktarda burs bağlandığı, (5) Suriyelilerin araç muayene ücreti, araç vergisi, esnaf vergisi, telefon ücreti, su, elektrik ve doğal gaz ücreti ödemedikleri” (6) “Suriyelilerin hastanede sıra beklemediği, (7) Suriyelilerin 5 yıl sonra Türk vatandaşı olacakları, (8) Seçimlerde Suriyelilerin oy kullanacakları, (9) Suriyelilerin memur olarak işe alındıkları, (10) Okullara Suriyeli öğretmen atandığı ve (11) Suriyeli çocukların istedikleri okula kayıt yaptırdıkları. Doğru olmayan, hayal ürünü bu iddialara ilişkin detaylı bilgilere buradan ulaşılabilir.

 

Resmi Görüş ile Gerçek Görüş Farkı

 

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız örnekleri çoğaltmak mümkün. Siyasilerin kullandığı ifadelerin nerelere kadar evirildiği ve derinleştiği ise üretilen yalanlarda, karşılaştıkları her siyasiye Suriyelilerle ilgili nefret ve kin ifadelerini kullanan kişiler izlendiğinde net olarak görülür. Sorun, siyasetçilerin halkın bu tür yaklaşımlarına karşı sergiledikleri tutumdur.

 

Kullandıkları dil aracılığıyla, oluşumuna katkı sağladıkları yabancı düşmanlığı konusunda, siyasi partilerin resmi görüşleri ise çok farklı. CHP’nin 2018 seçim beyannamesinin, 125. sayfasında Suriyelilerle ilgili olarak, “Suriye’de barışçı çözüm sonrasında ülkemizde geçici koruma altındaki Suriyeliler arasında, dileyenlerin mağdur edilmeden, aşamalı olarak, güvenli bir biçimde ülkelerine geri dönüşünü sağlayacağız.” önerisi dile getirilmektedir. 126. sayfada ise “başta çocuklar olmak üzere Suriyelilerin kayıt dışı ve kabul edilemez koşullarda çalıştırılmasının önüne geçeceğiz” önerisine yer verilmektedir.

 

İYİ Parti’nin parti programında ise  “Göç ve Mülteci Sorunu” başlığı altındaki bölümde konuya ilişkin görüşler şu şekilde ifade edilmektedir: “Partimiz göç ve mülteci sorununa ilişkin uluslararası iş birliği ve ortak mücadele kapsamında başta kaynak ülkelerde güvenlikli alanların oluşumunu sağlayacak, bu ülkelerden göçü ve mülteci akınını önlemeye yönelik politikalar geliştirecek, geri kabul anlaşmalarına üçüncü ülkeleri de katarak göçe neden olan veya kolaylaştıran ülkelerin maliyete katlanmalarını sağlayacaktır.” Elbette bu ifadeler doğru.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

CHP ve HDP’nin üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal İlkeler Bildirgesinin 17. maddesinde; “Demokratik sosyalistler bütün ırklar, etnik gruplar, uluslar ve değişik inançlar için eşit haklar sağlama savaşını verir” temel ilkesi yer almaktadır. Sosyalist Enternasyonal’in İnsan Hakları Programı’ 3. maddesi; “Her hükümet mültecilere yardım amacıyla ilkelere bağlı politika geliştirmelidir” çerçevesinde görüşler açıklamaktadır. İlgili maddede; “sığınmak isteyenleri geri göndermek daha fazla insan hakları çiğnenmesine yol açabilir”, “sığınma hakkı, ülkedeki işsizlik durumuna ya da sığınmacıların hangi ülkeden geldiklerine bağlı olarak değerlendirilmemelidir” denilmektedir. Aynı maddede bir adım daha ileri gidilerek, “sığınmacıları gözeten politikaları tersine çevirme çabalarına karşı konulmalıdır” ve “sığınmacılara karşı ayrımcılık yapılması durdurulmalıdır” ifadeleri yer almaktadır. 2015 yılında Malaga’da yapılan Sosyalist Enternasyonal toplantısına ilişkin bildirgede ise kimi Avrupa ülkelerinin sığınmacılara karşı izlediği politika kınanmakta ve Türkiye, Ürdün, Lübnan, Irak’ın izlediği politikaların “ahlâki ve yasal bulunduğu” ifade edilmektedir. Devamında ise “nefret söylemiyle ve yabancı düşmanlığıyla toplumu kışkırtan popülist ve aşırı sağ politikaların yükselişinden kaygı duyulduğu” vurgulanmaktadır.

 

Burada yazdıklarımız ile yukarıda alıntıladığımız görüşler arasında fark olduğu açık. Resmi kayıtlar ile toplumsal alandaki görüşlerin farklılığı önemli bir sorun. Ya resmi evraklardaki ifadeler gerçek görüşleri ortaya koymuyor veya doğru değil ya da toplum ile kurulan ilişkilerde kullanılan dil doğru değil. Her iki koşulda da ciddi bir tutarlılık sorunu olduğu açık.

 

 Muhalefet Bloku İçinde Değerlendirilen Partilerin Durumu

 

Adı konulmamış olsa da bazı partilerin dahil olduğu bir muhalefet bloku ortaya çıktı. Muhalefet blokundaki iki parti, sığınmacılara ilişkin düşüncelerini yüksek sesle dillendiriyor ve toplumsal algıyı biçimlendiriyor. Buna karşılık blok içinde yer aldığı değerlendirilen kimi partilerin, bu konuda sessiz kalmaları farklı bir sorun. Halbuki konu, insani yönü nedeniyle, açıkça pozisyon alınması gereken bir mesele.

 

Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin, sığınmacılara ilişkin ortaya çıkan pozisyona karşı ‘sessizliği’ devam ettirmeleri, onlar açısından hem siyasal kimliklerinin tahkim edilmesi sorununa hem de zemin kaymasına yol açabilir. Siyasetin aritmetiğe indirgendiği bir dönemde, açık ve kapalı ortamlarda, bu konuyla ilişkin olarak, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ve “1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin BM Sözleşmesi”ni hatırlatmaları, kamuoyu ile paylaşmaları ve yabancı düşmanlığına varan tutumlara ilişkin kendi pozisyonlarını açıklamaları doğru olacaktır. Aksi takdirde, “muhalefet bloku içinde çatlağa neden olmamak” veya “şu an öncelikli konu mevcut iktidardan kurtulmak” diye düşünmek, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Ayrıca da bu tür bir sessizlik, süreç içinde düşünsel benzeşmeye de yol açabilir.

 

Toplumsal Duyguyu Kaşımak mı, İnsanî Tutum Almak mı?

 

Öncelikle üç noktaya değinmekte yarar var. (1) Dün Suriye toprakları olan coğrafya, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine kurulduğu Osmanlı Devleti’nin topraklarıydı. (2) Suriye topraklarının bir kısmı, Türkiye Cumhuriyeti açısından değerli olan Mîsâk-ı Millî sınırları içindeydi. (3) 98 yıla yakın bir süredir komşuyuz ve bugüne kadar Türkiye’ye bu tür bir göç yaşanmadı. Yani var olan durum, arızî. Bu arızî duruma rağmen Suriyeli düşmanlığı, mezhepçi taassup ve Arap düşmanlığının sonucu olan negatif milliyetçiliktir.

 

Aslında; yabancı düşmanlığı, bu toprakların yabancı olduğu bir kavram. Coğrafyanın yerlileri, tarih boyunca çeşitli nedenlerle gelen göçmen, sığınmacı, mülteci ve muhacirlere misafir muamelesi yapmış, merhametle yaklaşmışlardı. Onları tehdit, rakip ve öteki görmemiş, hatta entegre olmalarına yardımcı olmuşlar. Çünkü bu coğrafyada yaşayanların çoğunluğu farklı yerlerden buraya göç etmişlerdi. Göçün nedenlerini ve sıkıntılarını iyi biliyorlardı. Bu nedenle; son bin yılda somutlaşan Anadolu kimliği, Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar ve Afrika havzasında tanzim edici iradeydi. Dolayısıyla; tanzim yerine taciz eden, ayrıştıran, ötekileştiren dil, bu coğrafyanın dili değil. Ve maalesef ortaya çıkan yabancı fobisi, kalbi de aklı da yok ediyor.

 

Şunu unutmayalım; sağlıklı, tutarlı, insan hakları merkezli politikalar üretmek, geleceğe ilişkin projeksiyon sunmak yerine, sığınmacıları ayrıştıran, hedefe koyan ve ‘yabancıya’ nefret sunan hiç kimse, ‘yerliye’ demokrasi, özgürlük ve insan hakları sunamaz. Bu yönüyle, sığınmacılar meselesi, bütün partiler için siyasal kimliklerini biçimlendirme işlevi görüyor. Ve bu başlıktaki nefret siyaseti hem bir sorumsuzluk hem de siyasetsizlik nişanesidir. Çünkü bu konudaki düşmanlaştırıcı dil insanî açıdan da siyasî açıdan da doğru değil. Hükümetin bu konuda izlediği politikaları eleştirmek ve doğru önerilerde bulunmak ayrı, sığınmacıları siyasal mücadelenin malzemesi yapmak ve ayrıştırarak hedefe koymak ayrı. Evet; asıl olan, karşıtlık üzerinden toplumsal duyguyu kaşımak değil, insanî tutum almaktır.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.