Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutulmak
16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumu sürecinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) taraflarının üzerine bastıra bastıra söyledikleri temel argümanları, Türkiye’nin koalisyon hükümetlerinden çok çektiği ve bu yüzden icranın seçimler sonucunda oluşan parlamento aritmetiğinin insafına bırakılamayacak kadar aziz olduğuydu. Yüzde 51,41 evet oyunun açıklandığı referandum sonuçlarının akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Huber Köşkü önünde toplananlara seslendiği ve “Atı alan Üsküdar’ı geçti” dediği konuşması esnasında, kalabalıktan gelen idam cezasının Türk Ceza Hukuku’nun tekrar parçası olması taleplerine cevaben “Bu konuyu Sayın Yıldırım ve Bahçeli ile görüşeceğim. Yıldırım, Bahçeli destekleyeceğini söyledi. Kılıçdaroğlu da desteklediğini söylemişti. Destekler de önüme gelirse ben bunu onaylarım. Desteklemezse bir halkoylaması da onun için yaparız” demişti.
Aradan geçen altı yılda idam tartışmaları tavsamaya bırakılmak marifetiyle, bırakın uğruna referandum tertip edilmeyi, giderek sönümlendi. CHS’ye geçtiğimizden bu yana koalisyon hükümetlerinin artık gündemimizden ebediyen çıkacağı argümanı da idamın geri getirilmesiyle bir anlamda aynı akıbeti paylaştı. Hukuken bu sistem sonucunda ortaya çıkan bir koalisyon hükümeti olmasa da seçim ittifakları, hükümetin teşekküllüne hatta sonrasındaki gelişmelere göre fiilen bir koalisyon hükümet modelini ortaya çıkardılar. Canım teoriyi mahvetmek üzere sadece tek bir vakıa vermek gerekirse İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun hem pandemide hem de Sedat Peker’in açıklamaları sonrasında iki kez istifası gündeme geldiğinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu istifayı onaylamaması üzerine görevde kalmaya devam ettiği tartışmalarının bile argümanımı duble açıkladığı kanaatindeyim. İşin özü Zülfü Livaneli’nin Sevda Değil şarkısında dediği gibi “Bir şafaktan bir şafağa/Bir akşamdan bir akşama/‘Merhaba’ demeden daha” bir koalisyon hükümetinden bir başka model koalisyon hükümetine yöneldik. Peki genelde koalisyonlar, özelde koalisyon hükümetleri öyle tu kaka edilecek olgular mıdır? Yoksa sorun koalisyonda değil de bizde mi?
Demokratik parlamenter rejimlerde parlamentoda en çok sandalyeyi alan siyasi partinin genel başkanı cumhuriyetlerde cumhurbaşkanı, meşruti monarşilerde de monark tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilir. Eğer bu parti parlamentodan güvenoyu alabilecek çoğunluğa sahipse kabine ilan edilip güvenoyu alma süreci devam eder. Yoksa bu partinin genel başkanı hükümeti kurmak üzere diğer partilerle istikşafi görüşmeler yaparak koalisyon hükümeti için zemin yoklar. Zaten seçim sonuçlarına göre bazı partiler en çok sandalyeye sahip partiyle koalisyon hükümeti kurup kurmayacaklarını, kuracaklarsa da hangi şartlarda kuracaklarını seçimden hemen sonra bazen de seçim sürecinde gidişata göre ilan ederler. Tabii bu istikşafi görüşmeler bazen manipüle edilerek havanda su dövüp bir sonraki seçimlere zaman ve alan kazanmak için de kullanılabilir.
Bir Koalisyon Olarak Siyasi Partiler
Koalisyon hükümetini modelini sevmeyebilirsiniz ama koalisyon öyle bir çırpıda kenara fırlatabileceğiniz bir oyuncak da değildir. Çünkü siyasi partiler ontolojileri gereği kendi içlerinde çeşitli fırkalar ve hiziplerden oluşan koalisyonlardır ve partilerin liderleri de parti içi dengeleri tutan ve/ya kendi ikballeri için daha anlamlı bulduklarını “en imtiyazlı grup” kılarak havuç metoduyla ya da kendisinden ve haliyle siyasi nimetlerden uzaklaştırarak sopa metoduyla bu dengeleri biteviye hizada tutan dengenin dengeleyicileridir. Siyasi partiler bu kırk yama halleriyle genel başkanlarının koordinasyonlarıyla gayet estetik de olabilirler ve işte bir orkestra şefi edasıyla genel başkanlar zurnanın zırt dediği yerde ahengi tesis etmekten ve sürdürmekten sorumludurlar. Bu ahenk yerine göre derin bir sessizlik bile olabilir; yeter ki işlevsel olsun da açığa düşülmesin. Fakat bir orkestrada birden fazla şeflik iddiasında bulunan olursa, orkestradaki uyumun yerini şef sayısı bire ininceye kadar Bremen Mızıkacıları gibi bir kakofoni alır. Elbette orkestra şefi müesses nizamı bozmadığı sürece yeni enstrümanlara, seslere ve sunum stillerine de açıktır, hatta mevzubahis ahenk istikrarlı ama sabit de olmadığından yerine göre yüksek oktavları ve sert geçişleri de mümkün kılabilir.
Siyasi parti liderleri bir ülkeyi yönetmeye namzet olduklarına göre başında bulundukları siyasi partiler de içinden çıktıkları ülkenin ve partilerin üzerinde yükseldikleri ideolojilerin farklı renklerini ve tonlarını barındırmalarıyla, kendisi bir koalisyon olan ülkeyi yönetmek için adeta bir staj yeridir. Elbette koalisyon hükümetleri, her biri kendisi koalisyondan müteşekkil partiler tarafından bir araya getirildiğine göre kurulmaları ve sürdürülmeleri tek bir parti hükümetinin kurulması ve sürdürülmesinden daha zordur. Fakat uyum sağlandığında koalisyon hükümetinin meşruiyeti tek parti hükümetine göre daha mücessem olduğundan, nimet-külfet dengesi burada da işlemektedir. Demek ki neymiş? Koalisyon hükümeti kategorik olarak şeytanın bizatihi kendisi değilmiş. Nasıl ki bireysel anlamda her şeyi tek başına yapamadığımız için toplumun parçası haline geliyoruz, koalisyon hükümetleri de tek başına iktidar olamayan partilerin güç birliği anlamına geliyor. Bunu partilerin hoşuna gittiğinden yaptığını iddia etmiyorum elbette, lakin hoşuna gitmese de yapmayı gerektiren her şey karşısında şartlar değişinceye kadar sabretmek de profesyonelliğin gereğidir. Yoksa sadece hükümetler ve/ya siyasi partiler değil iş bölümü gerektiren aile, şirket, öğrenci kulübü gibi her toplum örgütlenmesi eşyanın tabiatı gereği bir koalisyondan mürekkeptir ve bu bakımdan sevk ve idaresi de birer koalisyon hükümeti örneğidir. Ezcümle, “koalisyon hükümeti her halükârda kötüdür” iddiasında bulunmak eşyanın tabiatına karşı iftira olur.
Gelelim şu seçim sürecindeki seçim ittifaklarına. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, AK Parti 20 yıl önce kendisine iktidarı sağlayan parlamento aritmetiğinin ve benzeri marifetiyle Cumhurbaşkanlığının yine mümkün olacağını öngörse, MHP ve BBP ile ittifak kurmayı ve buna HÜDA PAR ve YRP’nin dahil edilmesini bırakın, mutat dini bayramlardaki dostlar alışverişte görsün kabilinden ziyaretler haricinde bu partilerle bir araya gelir miydi? Diyeceksiniz ki e peki CHP de aynı şekilde parlamento çoğunluğunu elde etme ve genel başkanının cumhurbaşkanı seçilme ihtimali olsa İYİ Parti, SP, DEVA, GP ve DP ile herhangi bir masada buluşur muydu? Ben de işte onu diyorum, aynı şekilde bu sayılan partilerden ve diğerlerinden herhangi birinin kendi başına genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tek başına yüzde 50+1 almak şeklinde “gölgelerin gücü adına güç bende artık” deme imkân ve salahiyeti olsa diğerleriyle “Voltran voltran voltran” nidaları eşliğinde Voltran’ı oluşturmak cihetine gider miydi? (Gerek He-Man gerekse de Voltran çocukluğumun güzel çizgi filmleriydi ama konumuz o değil şimdi.) İşte koalisyon hükümetlerinin yağmurundan kaçarken partilerin muhtelif iktidar kombinezonlarını belirleyecek seçim ittifakları dolusuna tutulmaları tam da budur işte. YRP Genel Başkanı kendisine TRT’nin bile bağlandığı (ama sonra yayını kestiği) basın toplantısında Cumhur İttifakı’nın parçası olmayacaklarını açıkladıktan sonra İttifak’ın parçası olduğu gibi, İYİ Parti de ayrıldığı Masa’ya seçilmelerinde katkılarının olduğu CHP’den İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlarının da cumhurbaşkanı yardımcısı olmaları gibi sade suya tirit kabilinden bir şart eşliğinde geri döndü. Milletvekili listelerinin açıklanacağı 9 Nisan 2023 tarihine kadar bakalım daha başka ne tür çok güzel hareketler eşliğinde nasıl el yükselttiklerini izleyeceğiz.
Koalisyon Hükümetleri
Türkiye’de siyaset denildiğinde uzlaşma değil de daha ziyade çatışma anlaşıldığı için koalisyon gibi ontolojisi, epistemolojisi ve metodolojisi gereği uzlaşma temelinde yükselen bir yapı tarihsel olarak kurumsallaştırılamadı. Ülkenin siyasi tarihi boyunca koalisyon hükümetlerinin başarısızlıkları bir yana, kendi içlerinde bırakın ahengi, yekdiğerinin ayağına basarak hatta kırarak ayakta kalabileceklerini düşünmeleri, hükümet sistem değişikliği konusunda girişte bahsedilen argümanın fazlasıyla alıcı bulmasını sağladı. Dahası parlamentodan yeterli güvenoyunu alamayacak bir aritmetikle bir de başka partilere ve bağımsız milletvekillerine muhtaç zayıf koalisyon hükümetleri, siyasetin özündeki yönetme ve sorunlara çözüm bulma boyutlarından hızla yönetememe ve böylece kaosa doğru toplumun sürüklenmesi bağlamında oldukça kötü örnekler sergiledi. Güneş Motel Olayı ve 1980 öncesinde bir cumhurbaşkanı ismi üzerinde oydaşamadıklarından TBMM’nin altı ay boyunca cumhurbaşkanı seçimine kilitlenmesi, toplumun siyasal aktörlerden asgari beklentilerini berhava ederek, 1980 askeri darbesine sesini çıkarmayarak zımnen olumlamasının önünü açtı.
ANAP’ın 1983 genel seçimlerinde başlayan tek parti iktidarını 1991 genel seçimlerinde kaybetmesi sonrasında 2002 genel seçimlerine kadar Türkiye’nin realitesi koalisyon hükümetleriydi. Öte yandan dönemin siyasi parti liderlerini gözümüzün önüne getirdiğimizde -Erdal İnönü’nün soyadından dolayı siyasete iteklenmesini bir yana bırakırsak- Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller hatta Deniz Baykal gibi hepsi birbirinden merdane siyasi liderler ve partileri arasındaki yenişememe durumundan dolayı oyun pat oluyor ve koalisyon hükümetlerine kalıyorduk.
CHS’nin koalisyon hükümetlerini engellediğini hukuken kabul edelim ama iktidarın parçalı yapısını fiilen ve siyaseten ortadan kaldırmadığı da buz gibi ortada. Aslında kaldırmadığı da iyi, zira siyaset doğası gereği mükemmel bir mutlakiyetçilikle taban tabana zıttır. En ufak iktidar alanında bile muktedir istişare ederken gücünün bir bölümünü danıştıklarıyla paylaşmak durumunda kalır. İş icraya geldiğinde de bu güç ilgili bakanla paylaşıldığı gibi bakanlar da bürokratlarıyla paylaşmak durumundadır. Siyaset doğası gereği çoğulcudur ve en iyi siyaset “Rabbena hep bana” diyen keser gibi değil “Bir sana bir bana” diyen testere misali tecelli eder. Siyasetin temel özellikleri içinde değerler üretmesi, çatışmayı uzlaşma ile giderme olduğu kadar özünde amiyane tabirle “yeme ve yedirme sanatıdır” ya da daha bilimsel ifadeyle “kaynakların dağıtılmasıdır” hatta damıtılmasıdır.
Sonuç olarak, hani başkanlık rejimine geçtiğimizde koalisyonlar son bulacaktı? Bulmadığı gibi yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Türkiye’de koalisyon iktidarları bir daha başa gelmesin teması CHS’ye geçiş taraftarlarının temel argümanı olurken; seçim ittifakları, bir araya gelmesi mümkün olmayan ilginç koalisyon kombinezonlarını mümkün kıldı. İşte bu yüzden Karl Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i’nde belirttiği gibi bir sonuca ulaşıyoruz: “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: İlkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.”