Yanlış Yolda Koşanlar, PISA Kulesine Varır mı?
Türkiye 20 yıldır PISA ölçümlerinde hiçbir zaman OECD ortalamasını yakalayabilmiş değil. Peki yıllardır uluslararası sıralamalarda sürekli geriye düşen bir eğitim sistemi konusunda rakamların anlattıklarını gördükten sonra halen hiçbir şey yokmuş gibi davranabilir miyiz? PISA başta olmak üzere akademik ölçüm araçlarının yıllardır söylediklerini biz doğru bir şekilde işitiyor ve eyleme geçiyor muyuz?
“Anlatılana kadar aslında hiçbir şey olmamıştır” der Virginia Woolf.
Peki yıllardır uluslararası sıralamalarda sürekli geriye düşen bir eğitim sistemi konusunda rakamların anlattıklarını gördükten sonra halen hiçbir şey yokmuş gibi davranabilir miyiz?
“Ben söyledim, siz işittiniz, elinizde artık, şimdi karar verin” der Aristo Retorik isimli kitabında.
Peki PISA başta olmak üzere akademik ölçüm araçlarının yıllardır söylediklerini biz doğru bir şekilde işitiyor ve eyleme geçiyor muyuz?
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından üç yılda bir yapılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) araştırmasının 2022 yılı verilerine göre, Türkiye’deki çocuk, okuduğunu anlamıyor. Her üç alanda da 2018 yılı ölçümüne göre daha üst sıralarda yer alsa da ve tüm katılımcılar arasında orta düzeyde olsa da, Türkiye’de çocuklar halen matematik, fen ve okumada OECD ortalamasının altında.
Dahası, okuduğunu anlaması için ne kendisi çaba gösteriyor ne de onu yetiştirenlerde bu yönde bir eğilim var. Çünkü okuduğunu anlamadan da yaşanabileceğini, hatta “köşeyi dönebileceğini”, onlarca villa alınabileceğini, TikTok’lardan servet kazanabileceğini düşünüyor.
Daha çok ödev yapmanın, daha çok test çözmenin yeterli geldiğini sanıyor.
Bu algı yıllar içerisinde o kadar palazlandı ki okuduğunu anlama çabasının “önemi” artık çocuğun gözünde önemsizleşebiliyor.
Dahası da var. Türkiye, 15 yaş grubu öğrencilerin okulda öğrendikleri bilgi ve becerileri günlük yaşamda kullanma becerilerinin ölçümü ve dünyada okul çağındaki çocukların başarılarının kıyaslanmasında genel ortalamada 81 ülke arasında 30’uncu, 37 OECD ülkesi arasında 32’nci sırada.
OECD Ortalamasını 20 Yıldır Yakalayamadık
81 ülkenin katıldığı bu sıralama, matematik ve fen okuryazarlığını ve okuma becerilerini değerlendiriyor ve Türkiye 20 yıldır PISA ölçümlerinde hiçbir zaman OECD ortalamasını yakalayabilmiş değil. Bu yılki değerlendirmenin farkı ise, pandemi nedeniyle -örnek eğitim modelleriyle sık sık referans verilen Finlandiya dahil- birçok OECD ülkesinde ortalama puanların düşmesi.
Türkiye, okuma becerilerinde 456 puanla 37 OECD ülkesi arasında 30’uncu, matematik alanında 453 puanla 32’nci, fen alanında ise 476 puanla 29’uncu sırada yer aldı.
Almanya, Hollanda ve İzlanda’da, bir önceki dönem olan 2018’de yapılan testle kıyaslandığında, matematikte yaklaşık 25 puanlık bir düşüş söz konusu iken, dünya genelinde 15 puanlık bir düşüş var. Okuma konusunda dünya genelinde ortalamada ise pandemi etkisiyle 10 puanlık düşüş kaydedildi.
2022 yılı verilerinin bence en güzel yanı; okulların OECD ülkelerine kıyasla çok daha uzun süre kapalı kaldığı Türkiye’de kız öğrencilerin “okuma” alanında erkek öğrencilerden çok daha iyi durumda olması, fen alanında ise daha iyi performans göstermesi…
Bu yıl açıklanan veriler, pandeminin etkilerini de ölçümlüyor ve bu süreçteki öğrenme kayıpları da net bir şekilde görülüyor. Zira pandemi gibi kriz durumlarında hükümetlerin ani ve etkin bir müdahale yapmaları gereği anlaşıldı ve bu çerçevede Türkiye’de uzaktan eğitime erişimdeki altyapı problemleri ve ekipman temini sonucu “dezavantajlı” duruma düşen çocukların eğitim çıktıları olumsuz yönde etkilendi. Yani pandemiyle birlikte zaten hayata 1-0 geride başlayan çocukların ileride dünya çapında rekabet etme becerilerine de ket vurulmuş oldu.
Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) kısa süre önce yayımladığı Eğitim İzleme Raporu 2023 de pandeminin çocukların öğrenme çıktıları üzerindeki etkisini mercek altına almıştı.
Rapor, pandemide en çok yoksul hanelerdeki, interneti olmayan veya ebeveynlerinin eğitim düzeyi düşük olan çocuklar, anadili Türkçe olmayan göçmen çocuklar, kırsalda yaşayan öğrencilerin öğrenme düzeylerinin etkilendiğini, uluslararası araştırma ve danışmanlık merkezi Development Analytics’in yaptığı PISA 2018 verilerinin üzerinden bir mikro-simülasyon modeliyle ortaya koymuştu.
Devlet Okullarındaki Öğrenme Kaybı Daha Yüksek
Development Analytics’in raporunda, devlet okullarında okuyan öğrencilerin tüm konu alanlarındaki öğrenme kayıplarının, özel okullarda okuyan öğrencilere oranla iki kat daha yüksek olacağı tahmini de yer almıştı. Ayrıca, salgın öncesinde daha düşük puan alan öğrencilerin, salgın dönemi ve sonrasında ortalamada daha çok öğrenme kaybı yaşayacağı ve dolayısıyla öğrenci puanları arasındaki eşitsizliğin de artacağı belirtilmişti.
ERG Politika Analisti Özgenur Korlu, 2003’ten beri durumuna baktığımızda Finlandiya’da bile 60 puanlık bir düşüş olduğuna dikkat çekiyor ve PISA 2022’deki her 20 puanın OECD ölçümlerine göre bir okul yılına denk gelmesinden dolayı Finlandiya’da bu dönemde üç yıllık bir kayıp olduğuna dair tespiti paylaşıyor.
Korlu ile bu konuda yaptığım söyleşide çarpıcı saptamaları var: “Türkiye bu açıdan salgını daha fazla kontrol altında tutabilmiş gözüküyor. Bunu da iki gösterge üzerinden görebiliyoruz. İlki, en az bir alanda üst düzey başarı gösterenlerin oranı. PISA 2018’de yüzde 6,6 iken, PISA 2022’de yüzde 7,3’e çıktı. Yani Türkiye, başarılı öğrencileri salgın etkisinden korumayı başardı. İkincisi ise her üç alanda da temel yeterlilik düzeyine ulaşmayanların oranı. Bu oran PISA 2018’den PISA 2022’ye Türkiye’de 1,4 yüzde puan artarken, OECD ortalaması 3 yüzde puan artmış. Bu da Türkiye’de pandemi dönemindeki temel beceri kayıplarının OECD ortalamasından daha az olduğu anlamına geliyor.”
Ancak elbette karşımızda toz pembe bir tablo yok; zira ülkenin eğitim tablosunun vardığı sonuçlar sürekli karşımıza farklı şekillerde çıkıyor.
Korlu da Türkiye’de çok daha fazla temel yeterlilik düzeyine ulaşamayan öğrenci olduğuna, özellikle matematikte her üç çocuktan birinin temel becerilere sahip olmamasının çok ciddi bir sorun teşkil ettiğine dikkat çekiyor.
Korlu’ya göre, pandemi gibi bir kriz öncesinde bir ülkenin eğitim sistemi nerede zayıfsa kriz de sistemi tam oradan vurur, oradaki açığı büyütür:
“Bu PISA döngüsünde Türkiye’nin salgın öncesinde kapatamadığı temel beceri eksikliklerinin, öğrenme yoksulluklarının bedelini ödediğini söyleyebiliriz. Yoksa Türkiye’de okullar tüm OECD ülkelerinden daha uzun süre kapalı kaldı, başka ülkelerdekilerin aksine çocuklar düzenli öğretmen desteğine ulaşmakta zorluk çektiler, ciddi bir dijital uçurum vardı. Bunlara karşın Türkiye’nin OECD ortalamasından daha az beceri kaybı yaşaması bir başarı hikâyesi olabilirdi” diyor.
Eğitim ve Gelir Adaletsizliği
Dolayısıyla çocuklar bir kriz alanı olarak pandemi döneminde okula erişebildi ama temel beceriler edinemedi. Üstelik, Türkiye’de sosyoekonomik açıdan avantajlı öğrenciler -yani sosyoekonomik statü açısından aileleri en üstteki yüzde 25’lik dilimde yer alanlar- dezavantajlı öğrencileri -yani aileleri, sosyoekonomik statüde en alttaki yüzde 25’lik dilimde yer alanları- matematikte 82 puan geride bıraktı. Eğitimdeki eşitsizliğin ve gelir adaletsizliğinin akademik çıktılar üzerindeki doğrudan izdüşümü açısından oldukça çarpıcı bir örnek bu…
Ancak Korlu, bu konuda önemli bir nüansa dikkat çekiyor: “Bunun sadece dezavantajlı gruplarla sınırlı olduğunu söylemek güç. Bunun en somut kanıtını okul türleri arasındaki puan farklarından görebiliyoruz. PISA 2022’de fen liselerinin ortalama matematik puanı 598. En yakın rakibi sosyal bilimler liseleriyle bile aralarında 80 puan var, ki bu puan farkı dört okul yılına eşit. Anadolu liseleriyle farka bakınca 131 puana, yani 6,5 okul yılına çıkıyor. Fen ve sosyal bilimler liselerinin tamamı, Anadolu liselerinin ise önemli bir bölümü merkezi sınav puanıyla öğrenci alıyor. PISA sonuçları LGS kapsamında yapılan merkezi sınavda başarılı olmuş çocuklar arasında dahi ciddi bir uçurumun olduğunu ortaya koyuyor. Üstelik burası hikâyenin hâlâ iyi kısmı, son sıradaki mesleki ve teknik Anadolu liseleri ve fen liseleri arasında 203 puan fark var. Aynı ülkede, aynı eğitim sisteminde eğitim gördüğünü düşündüğümüz çocuklar aslında birbirlerini 10 yıl geriden takip ediyor.”
Türkiye’de öğrenme kaybı konusunda MEB tarafından birkaç telafi ve destekleyici çalışma yapılsa da, bu çalışmaların yeterli sayıda çocuğa erişip erişemediği, öğretmenlere ne kadar yatırım yapıldığı, eğitim yatırımlarının krizin ihtiyaçlarına uygun olup olmadığı ve bu uygulamaların ne kadar etkili olduğu konusunda iki tane ölçme-değerlendirme çalışmasının sonuçları kamuoyuyla paylaşılmadı.
ERG politika analisti Sinem Sefa Akay ise, bu konuya dair, “Öğrenme kayıplarının düzeyi ve telafi ihtiyacı olup olmadığına dair ölçümlenme, tespit, iyi analiz konusunda bir bilgi akışı kesintisi ve planlama boşluğu oldu” tespitinde bulunuyor.
Akay, “Bulaşıcı hastalık, bir halk sağlığı tedbiri olarak eğitim sistemlerine de ani zorunlu müdahale gerektirdi. Dolayısıyla bu dönemde zaten kırılgan olan gruplardaki çocuklar için eğitimin kapsayıcılığı bağlamındaki eşitsizlikler daha da arttı. Uzaktan eğitim sürecinde çocukların, ebeveynlerin ve öğretmenlerin yaşadığı sorunlar öğrenme kaybına da neden oldu. PISA bunu ölçme araçlarından sadece biri” diyor.
Psikososyal Gelişim Mekânı Olarak Okul
Dolayısıyla okulu sadece test çözülen, devamsızlık olmaması için fiziksel olarak yer işgal edilen bir mekân olarak değil, yaşam becerilerinin de geliştirildiği, sosyal gelişimin perçinlendiği, duygusal yılmazlığın artırıldığı bir eğitim ortamı olarak kurgulamak için PISA verilerinin kümülatif tablosu bir uyarı niteliğinde olmalı.
Eğer okulu sadece çoktan seçmeli test çözme mekânı olarak kurgularsanız, pandemi gibi krizler sırasında çocukların ruh sağlıklarını korumak veya krizlerin çocukların yaşamında yoksulluk başta olmak üzere yaratacağı etkilerin psikososyal boyutlarını yönetmek imkânsız hale gelir.
Bunlar yönetilmediğinde de kaçınılmaz olarak bu durum çocukların akademik başarılarına ve eğitim çıktılarına yansır. PISA 2022 araştırmasında Türkiye’de yaklaşık her 10 öğrenciden üçünün okulda kendini yalnız, dışlanmış hissettiğini bildirmesi, bu açıdan oldukça kritik bir veri.
Dünya Bankası, 2020 ve 2021 yıllarını “daha önce hiç yaşanmamış bir çocukluk deneyimi” ve “21’inci yüzyılın en kötü eğitim ve öğretim krizi” olarak tanımlamıştı. Türkiye’de tüm bunlara ek olarak yıkıcı bir deprem yaşandığı da düşünüldüğünde, krizler karşısında eğitim sistemlerinin yılmazlığını artırma gereğinin ne kadar önemli olduğu görülecek.
Peki, tüm bu gidişatın, bu eğitim ve öğretim krizinin önüne nasıl geçilir? OECD bu yılki PISA raporlarında dört temel öneri getiriyor:
- Öğretmenlere, yani öğretmenlerin iyi olma haline yatırım yapın; öğretmenlik mesleğinin itibarını güçlendirin; çocuklar pandemi gibi kriz dönemlerinde öğretmen desteğine erişebilsin.
- Sürece velileri katın; velilerin öğrencilerin hayatlarına dokunmasını, okuldaki karar alma süreçlerine katılımlarını sağlayın; OECD Eğitim ve Beceriler Birimi Direktörü Andreas Schleicher’in ifadesiyle ebeveynlerle “etkili köprüler kurun”.
- Dijital eğitim araçları ve kaynaklarına tüm çocukların erişimini etkin hale getirin.
- Eğitime yapılan yatırımı artırın.
Bu yıl açıklanan PISA verilerine göre, 6-15 yaş kümülatif öğrenci başına harcama miktarı 75.000 doların altında olan ülke ve ekonomilerde öğrenci başarısını artırmak için eğitime yapılan yatırımın da artması gerektiğine dikkat çekiliyor. Türkiye’de ise bu harcama miktarı 46.709 dolar düzeyinde.
Bu açıdan örneğin Türkiye’nin okul öncesi eğitime yaptığı yatırımın da tartışmaya açılması gerekiyor; zira ne kadar fazla sayıda çocuk okul öncesi eğitime giderse sonraki yıllarda dil becerileri ve matematik performansının arttığı, OECD tarafından da vurgulanan bir eğilim.
Günümüzden yüzlerce yıl önce Francis Bacon tarafından söylenmiş şu söz geçerliliğini zerre yitirmedi: “Yanlış yolda koşuyorsan, ne kadar hızlı ve iyi olursan, o kadar çok yanlış yol alacağın besbellidir.”
20 milyon öğrencinin olduğu bir ülkede eğitim politikalarında türlü türlü yanlışlar yapılırken, her şehre onlarca üniversite açıp her mahalleye kreş açmazken, lise eğitimini çağdaş standartlara göre güçlendirmezken, kaliteli eğitimi sınıfsal bir ayrıcalık alanı haline getirirken PISA gibi kritik referans noktalarından ders çıkarıp sorunu tespit etmezseniz, çocukları çoktan seçmeli sınavlara değil yaşamın gerçekliğine ve 21’inci yüzyıl becerilerine hazırlamazsanız, eleştirel düşünme ve yaratıcılığı besleyen eğitim sistemlerinden uzaklaşırsanız, sosyal hayatta aile konulu derslere ağırlık vermeyi tartışmaya açık olmayan bir “eğitim ve toplumsallaşma modeli” olarak sunarsanız, yoksulluk sınırında çalışan ve iyi olma halleri önemsenmeyen öğretmenlerin yaşam mücadelesinin bir arenası haline gelen okulları çocuk bakım evlerine dönüştürürseniz, bilimsel açıdan doğru ve akılcı bir çözüm belirleyemez, sınırlı kaynaklara rağmen hep yanlış yol alırsınız.
Bu hafta Pazar (17 Aralık) günü TBMM’de Millî Eğitim Bakanlığı 2024 bütçesi görüşülecek. Bu kez doğru yolda koşulması umuduyla… “Ben söyledim, siz işittiniz, elinizde artık, şimdi karar verin…”