Yaşadığımız Apokaliptik Dönem

Kiminin ütopyası kiminin distopyasıdır. Birinin cenneti diğerinin cehennemidir. Kaldı ki; bu hayata gelmeyi hiçbirimiz istemediğimizden olsa gerek yekdiğerimizin yaşamını ölmeden cehenneme çevirme konusunda tüm hayatımız boyunca uzmanlaşıyor ve aksi yönde tavır alanları ya azizleştiriyor ya da istihza ediyoruz.

 

Anlayamazsınız!

 

Fırsat verilse hepimiz değilse bile anlayanlarımız çıkar diye düşünen ülkemizdeki zincir marketlerden bir tanesi, Ağustos’un başlarında suda giden ama sudan ucuz (ama motorsuz da) 5 metreden 5 santim eksik uzunluğuyla 79.999 TL’den tekne satışa sundu. I. Dünya Savaşı’nı kaybettiği için kaybettiğimiz ama bizi kıskanan Almanya’dan beklenen karşı atak benzer bir zincir market grubunun marifetiyle Eylül’de geldi. 2023 Ocak’ından başlamak üzere gidiş-dönüş uçak biletlerini de içeren her şey dahil konseptiyle 22 günlük 5 yıldızlı otelde Antalya tatili, başta sosyal medya olmak üzere mezkûr tekneden daha çok ses getirdi. Hâlbuki Bulgarların I. Balkan Savaşı’ndan beter şekilde eczanelerdeki ağrı kesiciler dahil gördükleri her şeyi ama her şeyi adeta talan edercesine aldıkları Edirne’deki alışverişlerine haber bültenlerinde ve komik skeçlerde daha yeni yeni alışırken, bu hamle evvel emirde o kadar da çabuk sindirilecek cinsten değildi. Zaten akabinde açıklanan enflasyon rakamları da kulaklarından duman çıkan ruh sağlığımıza pek de iyi gelmedi.

 

Enflasyon ve Zamlar

 

TÜİK verilerine göre geçen yılın Ağustos’una oranla TÜFE yüzde 80,21 ve Yİ-ÜFE yüzde 143,75 arttı. Öte yandan, Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) E-TÜFE için 12 aylık enflasyon oranını yüzde 181,37 olarak açıklayınca TÜİK ve ENAG arasındaki yıllık TÜFE enflasyon farkı bile yüzde 100,16 olarak gerçekleşti. Aslında İTO, 1 Eylül’de açıkladığı enflasyon verileriyle işaret fişeğini ateşlemiş ve İstanbul’da yıllık bazda perakende fiyatların yüzde 99,91 ve toptan fiyatların da yüzde 98,09 arttığını açıklamıştı. (Yüzde yüz olsa acaba ne yapardı İstanbullular?) Reel anlamda hiper enflasyonla büyümüş benim gibi 1980 kuşağı için bu rakamlar aynı meteorolojin açıkladığı hava sıcaklığı gibi hissedilen, resmî olarak açıklanandan daha can yakıcı oluyor. Elbette ateş düştüğü yeri yakar ve hepimizin acı, ağrı-sızı eşikleri de enflasyon sepetindekiler kadar farklı.

 

Dahası 1 Eylül’den geçerli olmak üzere -sonraki ayların enflasyonunu da yukarı yönlü etkileyecek- nur topu gibi iki zam haberi doğalgazlı ve elektrikli ocağımızı kurutmak üzere incir ağacı işleviyle düştü. Doğalgaz aboneleri için nihai satış fiyatı konutlarda yüzde 20,4, KOBİ’lerde yüzde 47,6, sanayide yüzde 50,8 ve elektrik üretimi kullanımındaki doğalgazda yüzde 49,5 oranında zamlandı. Özellikle KOBİ, sanayi ve elektrik üretiminde kullanılan doğalgaz zam oranları bir şekilde mamul ürünlere ve dolayısıyla da son müşterinin cüzdanına eninde sonunda yansıyacak. Aynı gün gelen diğer zam ise elektrik faturalarında konut ve mesken ile tarımsal faaliyetler abone grupları için yüzde 20, kamu ve özel hizmetler sektörü ile diğer aboneler grubu için yüzde 30, sanayi abone grubu için yüzde 50 oranında gerçekleşti. Her iki fiyat artışının gerekçesi olarak da Rusya-Ukrayna arasındaki savaşın küresel enerji piyasalarına negatif etkisi bildiriliyordu. Bu küresel enerji darboğazının tetiklediği enflasyon karşısında Almanya’nın enflasyonla mücadele adına vatandaşlarına indirimli toplu taşıma ve enerji yoğun faaliyet gösteren şirketler için vergi indirimi gibi önlemler içeren 65 milyar euro değerindeki üçüncü paketini öğrenmek, en azından orada kurulu düzenleri olduğu için ülkemize kesin dönüş yapamayan gurbetçilerimizin de faydalanacağını düşününce yüreklerimize bir nebze olsun su serpti. Almanya’da bu gelişmeler yaşanırken eğer bir mucize gerçekleşmezse Cumhuriyet’in 100’üncü yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girme hedefi bir başka bahara hatta başka bir yüzyıla kalmış gözüküyor.

 

Sadece şu peşrev için derlediklerim bile sizde de apokaliptik bir dönemde yaşadığımız hissi uyandırmıyor mu? Yoksa bu benim şahsî ayarsızlığım mı? Elbette serbest piyasa mantığı çerçevesinde büyük alımlarda büyük ıskontolar sağlandığını bilecek kadar mektepli ve alaylı iktisat ve işletme bilgisine sahibim. Ucuzluğuyla bilinen zincir marketlere metropollerdeki plaza çalışanlarının etkisiyle parmesan ve rokfor peynirlerinin girmesini geçtim, motoru olmasa bile tekne satışı yaparken, Almanya’daki muadili de Türkiye’yi sudan ucuz bir tatil cenneti kılarken bu ülkenin kendi vatandaşlarının buna erişememesi bir bana mı rahatsız edici geliyor? En azından Türkiye’deki bu zincir marketlerin müşterilerinin kahir ekseriyeti önümüzdeki kışı, son açıklanan doğalgaz zammından sonra, nasıl olsa biz de Antalya’daki otellerde gönül rahatlığıyla geçiririz şeklinde mi karşılıyor?

 

Kantarın Topuzu Fena Halde Kaçtı

 

Bir süredir konvansiyonel ve/ya sosyal medyadaki fiyat etiketleri, zamlar ve enflasyon ile ilgili haberlere, belki de yukarıda izah ettiğim parçası olduğum kuşak itibarıyla çocukluğumdan gelen algıda seçicilik çerçevesinde gayri ihtiyari gözüm kayıyor. En mütevazı bir yerde bile çekirdek aile veya eş dost yemek yediğinizde gelen adisyonun pavyon hesabı gibi olması umarım bir tek benim şahsî derdimdir. Özellikle tatil yörelerinden insanların sosyal medyada paylaştığı bir akşam yemeğinin en pahalısından bir veya iki cep telefonu fiyatı olması herhalde hepimizin gözüne ilişmiştir (Ben de bu vesileyle kahverengi tonları olan çizgili tişörtümü giyip “çıkar telefonunu” diyebilirim artık). Bu paylaşımları yapanların görgüsüzlükleri, nobranlıkları, sakillikleri elbette başka bir tartışma konusudur ama kantarın topuzunun fena halde kaçtığını, herhalde hepimizin günlük konuşmalarının parçası olduğunu sağır sultanın bile duyduğu ortadadır.

 

Lisans öğrenciliğimle beraber 30 yıldır parçası bulunduğum yüksek öğretim sektörü itibarıyla yüzde 99 doluluk oranına ulaşmanın sahadaki yansımasının aynı şekilde olmayacağı kanaatindeyim. Öğrencilerin barınma başta olmak üzere çeşitli sorunlarının daha öncesinde hiç olmadığı gibi onları yüksek öğrenimden daha başlayamadan koparacağını düşündüğümden, bunun ayrıca toplumsal patlamalara teşne olduğundan da haklı olarak endişe duyuyorum. Projeksiyonumun yanlış çıkması için dua ediyor olmam kendi paradoksum olarak bu apokaliptik dönemde hisseme düşenlerden bir tanesi.

 

Bu dönemi apokaliptik bulma sebebim kıyamet anlatılarında herkesin kendi derdine düşüp can havliyle kurtuluş için çareler aramasıdır. Bu da bizi yoğun bir hareketliliğe ve göçe maruz bırakıyor. Türkiye son 10 yıldır daha öncesinde net göç veren ülkeden net göç alan bir ülkeye dönüşürken ülkedeki tıp ve yazılım gibi küresel piyasa değeri yüksek yoğun eğitimli bir kitle kâh sessiz sedasız kâh bağıra çağıra ülkeyi terk ediyor. Özellikle hemşiresinden doktoruna tıp sektörü mensuplarının bir yandan canlarının emniyette olmaması bir yandan da ücretlerini tatminkâr bulmamaları veya her ne sebeple olursa olsun Almanca öğrenip ülkeyi terk etmeleri “giderlerse gitsinler” serzenişiyle geçiştirilemeyecek kadar hepimizin yaşam kalitesini, en azından almaya çalıştığımız ama uzak tarihlere ötelenen hastane randevularıyla olumsuz etkilemiyor mu? Öte yandan, Türkiye’deki artan yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla bunların partileşen siyasal yansımaları, öyle bunlar ya sadece Batı’da olur veya Batılılığın uzantısıdır şeklinde geçiştiremeyeceğimiz derin fay hatları olarak hepimizin önündedir.

 

Kiminin ütopyası kiminin distopyasıdır. Birinin cenneti diğerinin cehennemidir. Kaldı ki; bu hayata gelmeyi hiçbirimiz istemediğimizden olsa gerek yekdiğerimizin yaşamını ölmeden cehenneme çevirme konusunda tüm hayatımız boyunca uzmanlaşıyor ve aksi yönde tavır alanları ya azizleştiriyor ya da istihza ediyoruz. Örneğin, savaşın melaneti üzerinde hepimiz oydaşsak bile savaş lordları ve savaş zenginleri bu oydaşmaya yanaşmayacaktır. Mutlak kötülüğün erbabı olduklarından değil, konumları bunu gerektirmektedir. Bir süredir izlediğim The Handmaid’s Tale dizisinde de insanlığın devamını sağlamak için bir ütopyanın, dünyanın askeri anlamda en güçlü ülkesinde darbe yoluyla siyasal iktidarı ele geçirip nasıl da totaliter ve faşist bir yönetimle bir distopyaya dönüştüğü anlatılmaktadır (Daha fazla spoiler vereni dövüyorlar). Ondan kelli yaşadığımız bu dönem kimin ütopyası veya distopyasıysa bir zahmet çekebilir mi hayatlarımızın önünden? Birazdan bir sonraki “Bu Kış Komünizm Gelir mi?” başlıklı yazım için malzeme gelecek de…

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.