Yayılmacı Politikalar Türkiye’yi Nasıl Etkileyecek?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali üzerine ortaya çıkan uluslararası ilişkiler denklemi, Soğuk Savaş sonrasında belirsizliğe terk edilen birçok pozisyonun netleşmesini sağlıyor. Avrupa ülkeleri askeri/savunma pozisyonlarını gözden geçiriyor. Almanya savunma yatırımlarını artırdığını ve dolayısıyla silahlanacağını açıkladı. Avrupa’da bulunan ve geçmişte SSCB’nin parçası olan ülkeler, olası Rusya tehdidine karşı pozisyonlarını tahkim etme arayışına girdi. Kısacası; birikmiş enerji, jeopolitik fay hatlarının kırılmasıyla ortaya çıktı. Bunun ülkeleri ve ittifakları nasıl etkileyeceği henüz net değil.
Türkiye, şu ana kadar izlediği politikayla ve herkesle konuşabilme kapasitesi ve bağımsız dış politika perspektifiyle önemli bir aktör olduğunu teyit etti. Bu pozisyonun daha da güçlenebileceğini söylemek mümkün. Ortaya çıkan olumlu tabloya rağmen, Türkiye’nin etkilenebileceği kimi sorun alanlarının olduğu da açık. Ukrayna işgali ile ortaya çıkan yeni jeopolitik, Türkiye’yi özellikle Rusya ve İran ile çakışan sorun noktaları üzerinden etkileyebilir.
Rusya ile Çakışan Alanlar
Türkiye ile Rusya’nın ilişkileri son yıllarda iyi bir şekilde seyrediyor olsa da çıkarlarının çatıştığı birçok alan var. Bunları şu şekilde somutlaştırmak mümkün:
- Rusya’nın son yıllarda sürdürdüğü yayılmacı politikaların Karadeniz’de yeni riskler oluşturduğu aşikâr. Çeçenistan, Güney Osetya, Abhazya ve Kırım işgalleri Rusya’nın bölgeye ilişkin tutumunu özetliyor. Son olarak Ukrayna işgali üzerinden hedeflenen Donbas’da yaşananları ve coğrafyadaki olası siyasal değişimleri de akılda tutmakta fayda var. Tüm olanlar birlikte değerlendirildiğinde, Rusya’nın Karadeniz’i kuşatma, kontrol etme arzusu görülüyor. Eğer Rusya, Ukrayna’yı Karadeniz’den tamamıyla koparma hedefine ulaşırsa, kısa vadede olmasa dahi, süreç içinde boğazlara ilişkin baskısını artırabilir ve yeni sorunlar çıkabilir. Bu durum; Türkiye’nin çıkarları açısından risk teşkil edeceği gibi yeni bir ulusal güvenlik hadisesi anlamına da gelecektir.
- Ukrayna işgaliyle birlikte Rusya açısından ortaya çıkan tablo, önümüzdeki süreçte Rusya’nın temel iç tartışması olacak gibi. Kendi içine ve SSCB coğrafyasına odaklanma olasılığı yüksek. Bu olasılık ve yaşanan işgalden dolayı boğazların kapalı olması nedeniyle, Rusya’nın Akdeniz’deki varlığı ile Karadeniz donanması arasında lojistik kopukluk yaşanabilir. Bu olasılık ise Rusya’nın öncelikleri arasında Suriye’nin yerini değiştirebilir. Siyasi çözüm ve mültecilerin ülkelerine dönmesine ilişkin bir adımın atılmamış olmasını, bu meselenin Batı gündeminde yer almamasını fırsat bilecek olan Esad ve İran bu durumdan yararlanıp mezhep temelli farklı katliamlara imza atabilirler. Son tahlilde bu durum, örgütlerin etkinliğinin artması, kaosun devam etmesi ve yeni göç dalgaları anlamına gelir.
- Türkiye ve Avrupa’yı birlikte ilgilendiren alan ise Libya’da yaşanabilecek olası sorunlar. Libya, tarihi geçmişiyle birlikte, Türkiye için stratejik öneme sahip. Geçtiğimiz dönemde Türkiye, Doğu Akdeniz’de kendisini dışlayan güvenlik ve enerji mimarisini, Libya ile imzaladığı deniz yetki alanları antlaşmasıyla boşa çıkarmıştı. Bu nedenle de ülkenin stabil bir yapıya kavuşması ve siyasi sürecin sağlıklı işlemesi öneme haiz. Çünkü Libya’da yaşanabilecek en temel sorun, BM gözetiminde sürdürülen siyasal sürecin sabote edilmesidir. Bu olasılık kargaşa anlamına gelir ki hem Türkiye’nin temel tezleri açısından hem de Avrupa güvenliği açısından sorun oluşturur. Rusya, geçmişte bölgede yürüttüğü kayıt dışı faaliyetleri yenileyerek bu riski tetiklemek isteyebilir. Dün, Türkiye’nin Libya’da yürüttüğü faaliyetlere karşı çıkan kimi Avrupa ülkelerinin bunu görmesi ve siyasi sürecin işlediği bir Libya’nın kurulması için Türkiye’nin yanında yer almaları gerektiği açık.
- Sıklıkla atıfta bulunulan Putin’in ilgili makalesinin ve Ukrayna işgali öncesinde yapmış olduğu konuşmada kullandığı ifadelerin Türki cumhuriyetlerde farklı sorunlara neden olacağı açık. Çünkü Rusya’nın Orta Asya’da izlediği ve sürdürmekte ısrar ettiği politika yapma tarzı, Orta Asya’yı kendi ‘mülkü’ görme ve tahakküm siyasetidir. Bu siyasete ilişkin birçok somut gösterge (askeri varlık, dile ve alfabeye müdahale vs.) var. Bahsettiğimiz siyaset tarzında ısrar edilirse, farklı toplumsal ve siyasal olayların çıkma ihtimali yüksektir. Ayrıca, Türkiye’nin bu ülkelerle var olan ilişkisinden duyulan hoşnutsuzluk da dikkate alınırsa, çıkarlarının çatışma olasılığı yüksek. Çünkü Rusya için arka bahçe olarak değerlendirilen Orta Asya, Türkiye için kültürel coğrafya anlamına geliyor. Rusya’nın buraya yönelik tahakküm politikası er ya da geç ülkeleri karşı karşıya getirme potansiyeline sahip.
- Azerbaycan ile Ermenistan arasında yıllardır devam eden sorun, özel sebeplerin yanı sıra Rusya’nın iki ülkeyi de kendine mahkûm etme isteğiyle ilgili. Ülkeleri işgal eden, ülkelerden toprak parçası koparan veya kendine bağlayan Rusya, bu meselenin çözümü için tutarlı ve sağlıklı bir adım atmadı. İki ülke savaştıktan sonra, ilgili ülkelerin kendine olan bağlılığını muhafaza etmek için masaya hâkim olma çabası içine girdi. Bu, Türkiye açısından riskli ve sorunlu bir yönetim tarzı. Türkiye’nin bu yönetim tarzını aşarak, Ermenistan ile kurduğu doğrudan ilişkiyi sürdürmesi kıymetli. Rusya’nın bu ilişkiyi sabote etme olasılığına rağmen, bunu muhafaza etmek önemli.
- Ukrayna işgalinin olası etkilerinden birisi de SSCB’nin arka bahçesi olarak değerlendirilen ve Türkiye ile tarihi, kültürel bağları bulunan Balkanlar’da ortaya çıkabilecek yeni etnik ve dini çatışmalardır. Sıkışmış bir Rusya’nın, farklı kesimlerle hesaplaşmak için bu yolu deneme olasılığı var. Balkanlar’da, aşırı Sırp milliyetçiliğine yatırım yapılarak ve Sırp milliyetçiliği millitarize edilerek yeni çatışma alanları oluşturulmak istenebilir. Balkanlar’da ortaya çıkabilecek yeni çatışmalarda ilk hedefin Boşnaklar ve Arnavutlar olma olasılığı yüksek. Bu olasılığın gerçekleşmesi, Türkiye’yi doğrudan ilgilendirir ve etkiler.
Bunlar, Türkiye açısından akla gelen olası sorun alanları. Bu sorun alanları, olası riskler dikkate alınarak doğru yönetilirse ve ilişkiler devletin aracılığıyla sürdürülürse bölge ülkeleri açısından önemli imkânlar da ortaya çıkabilir. Burada asıl olan, Soğuk Savaş konseptine göre düşünen, politik söylem kuran ve iktidarları etkilemek isteyenlerin gerçeklikten kopuk ‘tezlerine’ takılmadan, ülkelerin ortak çıkarlarını önceleyerek yol almaktır.
Ve İran
Bölgemizde yayılmacı politikalar izleyen diğer bir ülke ise İran. Ukrayna işgali ve Batı’yla nükleer konusunda anlaşma olasılığı, kurduğu milis unsurlar aracılığıyla Ortadoğu’da faaliyetler yürüten İran’ın var olan heveslerini tetikleyebilir. Özellikle nükleer anlaşmanın İran’ın maddi imkânlarını artıracağı açık. Şayet bu imkânlar üzerinden bölgeyi etkileyecek agresif politikalar artırılırsa, problemler çoğalabilir. Çünkü geçmişte imzalanan nükleer anlaşmanın bu tür sonuçlar doğurduğu biliniyor.
İran’ın agresif politikalara yönelme olasılığını artırabilecek diğer bir konu ise Irak’ta kurulacak yeni hükümetin siyasal dağılımı. İran bu olasılıktan rahatsız ve sürecin ana aktörlerinden birisi olan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (IKBY) (şimdilik) hedef aldığı biliniyor. Kısa süre önce Erbil’e yapılan füze saldırılarının sebebinin bu olduğu değerlendiriliyor. Çünkü; Irak’ta Kürtler, Sünniler ve Mukteda al Sadr’ın kurmaya çalıştığı hükümet formülü, İran’ın sürdüğü mezhepçi perspektif için büyük bir meydan okumayı temsil ediyor. Şayet bu hükümet formülü hayat bulursa, işgalden bu yana İran’ın Irak’ta en az nüfuz edebildiği hükümetin kurulduğu söylenebilir.
Irak’ın çatışma, ayrışma ve mezhepçi cendereden çıkması, Türkiye için imkân, İran için tehdidi temsil ediyor. Çünkü İran, Şii milisler üzerinden hem Irak’ta devlet içerisinde devlet kurmuştu hem de ulus-aşırı bir ağ inşa etmişti. Normalleşen Irak’ta böylesi yapılara yer olmayacağı açık. Bu nedenle bahsettiğimiz hükümet kurulursa, Irak’ta farklı saldırıların gerçekleşebileceğini söylemek mümkün.
Türkiye’nin Irak’taki faaliyetlerinin hedefinin PKK olduğu biliniyor. PKK’nın Türkiye içine yönelik saldırıları devam ettikçe, bu faaliyetlerin süreceği de açık. İran, Türkiye’nin Irak’taki bu faaliyetlerinden rahatsız ve bu faaliyetlerin temel amacını yok sayıyor. “Türkiye’nin Irak’taki varlığı, ABD’den daha tehlikeli” ifadesi, İran’ın Türkiye’ye ilişkin pozisyonunu anlamak için yeterli. PKK’ya alan açılmasına, himaye edilmesine, IKBY’nin taciz edilmesine, Suriye’de mezhep temelli katliamlara girişilmesine ve olası göç hareketlerine neden olabilecek agresif politikalar Türkiye’yi rahatsız eder. Özellikle Suriye’de siyasal çözümün ötelenmesi, ülkenin Iraklaştırılması ve terör örgütlerine alan açılması Türkiye’yi doğrudan ilgilendiriyor.
Türkiye Ne Yapmalı?
Türkiye’nin temel hareket noktasını; kendi pozisyonunu tahkim etmek, ülke çıkarlarını korumak, sorunları konuşarak çözmeye çalışmak, bölgesel ve küresel barışın kalıcı olmasına odaklanmak olarak özetlemek mümkün. İlişkilerin sağlıklı yürümesinin yolu, ilgili ülkelerin de benzer hassasiyetlere sahip olmasıyla mümkün. Terör örgütleriyle ilişki kurmamak, sivillere yönelik katliamlara girişmemek, eşitler ilişkisi prensiplerine saygı duymak, takiyeci ve maskirovka tutumlardan kaçınmak gibi alanlarda doğru davranılırsa sorunlar rahat aşılır. Ama bu tür davranışlarla sıklıkla karşılaşıldığını görmek lazım. Bu olunca ilişkiyi geliştirmek imkânı azalıyor.
Kimi ülkeler, var olan sorunlara ilişkin siyasi çözüm adımlarının atılmasını değil, donmuş veya aktif krizlerden beslenmeyi tercih ediyor. Rusya ve İran da bu tür ülkelerden. Mesela; Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorun. Rusya, bu alana müdahale edebilmek için krizin çözümüne değil, dondurulmasına ihtiyaç duydu ve çözümü ima eden girişimleri kendi pozisyonuna tehdit olarak gördü. İran’ın tutumu ise hem donmuş ve aktif krizlerden yararlanma hem de agresif politikalar yüklenme şeklinde özetlenebilir.
Bahsettiğimiz sorunlu dış politika tarzları ile karşı karşıya gelme olasılığı var. Türkiye ile Ermenistan arasında başlayan görüşmeler ve Rusya’nın post-Sovyet coğrafyasına yoğunlaşmasıyla birlikte Türkiye ile Rusya arasındaki gerilimlerin artacağı açık. Bununla birlikte, İran’ın, Suriye ve Irak’ta izleyeceği agresif politikalar da iki ülke arasındaki gerilim hatlarının daha fazla ortaya çıkmasına yol açar.
Türkiye, kendisi için risk üretme kapasitesi olan her başlığı kendi koşulları içinde değerlendirip, ona göre tutum alırsa sorun yaşamayabilir. Türkiye’nin uluslararası birikimi, dış politika deneyimi ve ilişkileri yönetme tarzı bunu yapabilecek kapasitededir. Var olan kapasitenin yanı sıra kendi çıkarlarıyla, bölgesel ve küresel barışı birlikte değerlendiren yaklaşımı önemli bir ayrıcalıktır.