YEM’e Yem Olmadan Hayatta Kalma Rehberi

Sadece dar ve sabit gelirliyi ezip geçecek, içinden çıkılması zor bir yüksek enflasyon /yüksek kur sarmalına girmeden önce güven sağlayıcı politikalara dönüş için hala az da olsa zaman var.

Türkiye’de seçimler öncesi verilen bazı vaatler hafızamıza kazınmıştır. Muhalefette kalanların verdikleri vaatler çabucak unutuluyor. Oysa iktidara gelenlerin verdikleri vaatler bir gölge gibi kendilerini takip ediyor.

 

Kayıp Anahtarlar

 

Ekonomi üzerine verilen vaatlerin en cömerti Süleyman Demirel’in 1991 seçimlerinde tütün taban fiyatını kastederek “Kim ne veriyorsa biz 5 bin lira fazlasını vereceğiz.” sözü olsa gerek. En çok ses getiren vaat ise Tansu Çiller’in yine 1991 seçimleri öncesi “her eve iki anahtar” sözü olmalı. 1993 yılında Turgut Özal’ın vefatıyla Başbakanlığı devralan “Ekonomist” başbakanın iktidarında %125’e ulaşan enflasyon nedeniyle her eve hırsız girmiş gibi hissedilince anahtarların önemi çok iyi anlaşılmıştı.

 

1991 seçimlerinde verilen vaatlerin tek bir sonucu oldu. Enflasyonun daha da artması. 2018 seçimleri öncesinde verilen “Verin yetkiyi; faizle dövizle nasıl uğraşılır görürsünüz.” vaadi ise bu kategoriye girmeye şimdiden hak kazandı. Bu vaadin sonucu da eriyen rezervler ve hayatımıza hızla geri dönen kalıcı yüksek enflasyon oldu.

 

Enflasyonla Tanışma

 

Türkiye’nin yüksek enflasyonla tanışması tabi ki 1991’den çok daha eskiye dayanıyor. 1970’ler sonrası yüksek enflasyon hayatımızın bir parçası oldu. Aşağıda görülebileceği gibi son 50 yılın sadece 11 yılını %10 enflasyonun altında geçirebilmişiz.

 

 

Finansal Hafıza Kaybı

 

Yüksek enflasyonun zararları çokça yazılıp çiziliyor. Ancak pek de konuşulmayan tarafı ise, ülkede yaşayan vatandaşların “finansal hafızasını” yitirmesine neden olması. Hiçbirimiz 10 sene önce ne kadar gelirimiz olduğunu, o gelirin nasıl bir alım gücüne denk geldiğini hatırlayamaz haldeyiz. Bu nedenle alım gücümüz düşse de hangi kriz yılında daha ağır sorunlarla karşılaştığımızı bile ayırt edemiyoruz. Paramızdan 15 yıl önce atılan altı sıfır nedeniyle konuşmalarımızda hala milyon, milyar trilyon birbirine karışıyor.

 

Yakın zamana kadar çocuklarımızın elde ettikleri teknolojik imkânlara bakarak bizden daha şanslı olduklarına inanırdık. Onların gerçek durumunu ise ancak sabit gelirli bir işte çalışarak bir ev ve arabaya ulaşma imkânlarının kalmadığını gördüğümüzde anlayabildik.

 

Finansal hafızamızı kaybetmemize neden olan fiyat seviyelerini anlayabilmek için bir örnek verelim.

 

1993 Ocak ayındaki 100 liralık malın fiyatı, 7 yıl sonra 1999 yılı sonunda 6.676 TL’ye çıkmış.

 

1993 Ocak ayında 1 Milyon TL ile 115 Dolar alınırken, 1999 sonunda bu parayla artık 2 dolar bile alınamaz hale gelmiş. (7 yılda 1 dolar 8.700 TL’den 525.000 TL’ye çıkmış)

 

Düşülen Çukura Verilen İsim

 

Enflasyonun %10’un altında kaldığı 11 yılın hepsi de 2004-2016 arasında. Bu 11 yıl nispeten düşük enflasyonla geçtiği için, bugünün 40’lı yaşlarının altındakilerin enflasyon ile yaşama konusunda tecrübeleri kısıtlı. Görünen o ki enflasyon YEM (Yeni Ekonomik Model) ile TÜİK rakamlarına göre bile %40’lara yaklaşacak.

 

Yeni ekonomik model hükümet tarafından “rekabetçi kur ve düşük faiz” olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Aslen buna model demek yerine düşülen çukura isim verilmesi demek daha doğru olur. Bu çukurda yaşamanın sonuçları ise şimdiden belli; yüksek kur, yüksek enflasyon, negatif reel faiz ve düşük ücretler.

 

1970’lere Dönüş

 

Bu dönem 50 yıllık tarihimizde hangi dönem ile benzerlik gösteriyor acaba? 1974-1980 arası döneme baktığımızda dünyada bugünkü gibi global bir krizin etkileri görülüyordu. Petrol krizi, ABD ve Batı ile sorunlu dış ilişkilerle ve düşük yönetim kapasitesi ile birleşince o tarihten sonra Türkiye’nin 30 yıllık yapışkan yüksek enflasyon hikâyesi başlamıştı.

 

1980’ler sonrasında ihracat odaklı bir teşvik ve kambiyo sistemi ortaya konsa da negatif reel faiz dönemi sona ermişti. Sonrasında kamu finansman sıkıntıları ile geçen 90’lı yıllarda da reel faiz genelde çok yüksek oldu. 2002 sonrası istikrar programı da başlangıçta çok yüksek bir reel faize neden olmuş, 2013 sonrası ise %2-3 bandında tutulmaya çalışılmıştı.

 

O nedenle negatif reel faizin yüksek enflasyon ve düşük ücretlerle birleştiği 1974-1980 arası dönem kapalı ekonomi dönemi olsa da sonuçları bugüne daha çok benziyor. Öyleyse o dönemin enflasyon trendine tekrar göz atmakta fayda var.

 

 

Enflasyon ile Yaşamak

 

Peki 1974-1980 arası dönemini yaşayan tüketiciler, iş insanları ve bankaları kendilerini bu yüksek enflasyon ve düşük faiz dönemine nasıl adapte etmişlerdi acaba? Bu konuda tecrübesi olan, o dönemde kendisi ücretli çalışırken, aynı zamanda bir şirketin mali işlerini yönetmiş birinin sözlerini aşağıda aktarıyorum:

 

“Vatandaş cebinde veya bankada vadesiz hesapta tuttuğu Türk Lirasının enflasyona karşı güneş görmüş kar gibi eriyeceğinin farkına hemen varırdı. O nedenle eline maaşı geçer geçmez aylık erzak harcamalarını hemen yapardı. Elektrik kesildiği için aybaşında buzluğa atılan etlerin yakın akrabaların dolabına taşınması sıkça karşılaşılan bir durumdu.

 

Vatandaş bankadan aldığı faizi üstüne koysa bile daha fazla mal alamazdı. Banka mevduat yapana çekiliş ile ev verirdi, bir ümit onun çıkması hayali kurulurdu. Şirketi olanlar için en önemli kişi en yakın bankanın şube müdürüydü. Enflasyon %50 iken, %15-%20 ile kredi verme “salahiyetine” sahip banka müdürünü hoş tutmak için her şeyi yapardık. Muhasebecinin en başarılısı en çok kredi bulanıydı. Malı alırken vadeli alabilen, satarken her ay zam yapıp peşin satabilen bir işiniz varsa sırtınız yere gelmezdi.”

 

Bu sözler enflasyon beklentilerinin yükseldiği bir iklimde tasarruf etme ve iş yapma kültürünün nasıl değişebileceğini ortaya koyuyor. Üstelik artık dışa açık ve kambiyo rejimi serbest bir ekonomiyiz.

 

Şirketlerin enerjilerini ve kaynaklarını üretimde verimliliği arttırmak ve rekabet etmek yerine, stok değerlemesine, finansal işlemlere ve ayrıcalıklı finansmana erişimi sağlamaya ayırmaları önceki yıllarda da çok yaşandı. Kısa süreli bu hayatta kalma mücadeleleri sonunda krizlerin daha da derinleşmesine yol açtı.

 

Eski bir bankacı olarak bankaların bu ortamda motivasyonlarını tahmin etmem zor değil. TCMB’den alabilecekleri tutar kısıtlı ve teminatlı olacağından enflasyonun çok altında kredi verme istekleri olmayacak. Kaynaklarını ya artık rahatça ulaşabildikleri risksiz enflasyona endeksli tahvillere ya da faizleri iyice yükselecek Hazine tahvillerine yatırmayı tercih edecekler. 2020 yılında uygulanan “Aktif rasyosu” türü zorlamalar ortaya çıkarsa da kredi riski düşük ürünler yaratıp kredi veriyormuş gibi görünmeyi tercih edecekler.

 

1970’li yıllar bazıları için nostaljik olarak hoş anılar barındırıyor olabilir. Ancak üzerinden neredeyse yarım asır geçti. O günlerin davranış kalıplarının günümüz teknolojisi ile birleşirse çok ağır ekonomik sonuçlar yaratacağı umarım göz ardı edilmez. Sadece dar ve sabit gelirliyi ezip geçecek, içinden çıkılması zor bir yüksek enflasyon /yüksek kur sarmalına girmeden önce güven sağlayıcı politikalara dönüş için hala az da olsa zaman var.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.