Yemen’de Sona mı Geliniyor?
Ekonomik olarak Husilerin hâkim olduğu alanlarda oldukça zor geçen Haziran ve Temmuz aylarından sonra, Ağustos başından bu yana Umman’ın başkenti Maskat’ta ve Riyad’da görüşmeler devam ediyor. Peki Riyad, uzlaşı sürecine Yemenli güç odakları arasında bir arabulucu olarak mı, Yemen savaşına dahil bir aktör olarak mı devam edecek?
Yemen’in savaş yıllarını ve öncesindeki siyasal ve toplumsal dönüşümü kısa bir yazı dizisiyle ele almıştık. Yemen, Husilerin 2004’te başlayan isyanlarının bölgesel faktörler, dış güçlerin askeri dahli ve Arap isyanlarıyla topyekûn bir iç savaşa evirilmesiyle, aradan geçen 20 yılda ekonomik ve siyasi sorunlarla boğuşmaya devam etti.
Yemen’e dair son yazıdan bu yana, Suudi Arabistan, İran, Husiler ve Umman arasında devam eden paralel barış görüşmeler sürüyor. Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde devam eden ateşkes süreci 2022 Kasım’da sona ermişti. Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasında açtığı diyalog sonrası hız kazanan yeni görüşmeler adeta uluslararası diğer aktörleri ve temelde BM’yi izole eden bir süreç doğurdu. Bu sürece Yemen’in içindeki Güney ayrılıkçıları ve resmî olarak tanınan hükümeti temsilen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi de Husiler kadar dahil edilmedi.
Birleşmiş Milletler Saf Dışı mı Bırakılıyor?
ABD’den gelen açıklamalara göre, bir heyet, Yemen savaşında kalıcı barışa ulaşmak ve İsrail’le Suudi Arabistan’ın bir güvenlik anlaşması üzerinden normalleşmeye varmasını sağlamak adına Eylül başında Riyad’a gitti. Heyette Amerikan Başkanı Joe Biden’ın Ulusal Güvenlik Konseyi Ortadoğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk, Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu İşlerinden Sorumlu Yardımcısı Barbara Leaf ve ABD’nin Yemen Özel Temsilcisi Tim Lenderking yer alıyor. Açıklamalara göre, Muhammed bin Selman (MbS) Yemen savaşıyla beraber gelen ekonomik ve siyasi yükten kurtulmak istiyorsa, ABD’nin yardımcı olma koşulu İsrail’in de dahil olduğu bir bölgesel rol içeriyor. Suudi Arabistan’ın İsrail konusunda tutumu ne olur henüz kestirmek mümkün değil, fakat Veliaht Prens MbS’nin Yemen’de uzlaşı için adımlar attığı kesin. Örneğin, 7 Eylül’de Yemen sınırındaki Suud askerlerinin azaltıldığına dair haberler Arap medyasında yer aldı.
Ekonomik olarak Husilerin hâkim olduğu alanlarda oldukça zor geçen Haziran ve Temmuz aylarından sonra, Ağustos başından bu yana Umman’ın başkenti Maskat’ta ve Riyad’da görüşmeler devam ediyor. Maskat diplomatik bir alan açarak, Husileri, Suud ve İranlı delegeleri bir araya getiriyor. Basınla gezinin bütün detayları paylaşılmasa da, MbS’nin de geçtiğimiz hafta Umman’a giderek Sultan Heysem’le bölgesel meseleleri, ekonomik iş birliğini ve Yemen barışını görüştüğü söyleniyor.
Husiler Riyad’da
Husi siyasi bürosunun aktardığına göre, Suudi Arabistan’ın daveti üzerine Riyad’a bir heyet ziyareti düzenledi. Husilerin ziyaret boyunca öne çıkardığı temel istekler: Yemen’den çıkarılan petrolün gelirleriyle kısa zamanda devlet memurlarının maaşlarının ödenmesi, tutukluların serbest bırakılması, deniz ve havayolu ulaşımının iyileştirilmesi ve yabancı güçlerin ülkeden ayrılması.
14 Eylül’de gerçekleşen görüşme, Husilerin siyasi temsilcilerinin Suudi Arabistan’a ilk resmî ziyaretleri. Devlet dışı bir aktör olarak Suudların kültürel, siyasi ve askeri otoritesine başkaldırıyla özdeşleşen bu hareketin, diplomatik bir sürecin parçası olarak Krallığa davet edilmesi artık resmen Yemen’in geleceği adına bir devlet aktörü olarak söz sahibi olacağını gösteriyor. Bu durum Yemen siyasetinde Husilerin elini elbette güçlendirecek, fakat MbS’nin henüz veliaht prens bile olmadan önce Yemen savaşını organize ettiği ve kısa zamanda bir galibiyet beklediği düşünülürse, Suud devletinin savaşta yenilgiyi kısmen kabul edip çözüme ilerlemek istediğinin sinyallerini de veriyor. Özellikle Veliaht Prens’in şahsi dahli düşünüldüğünde, Yemen’de geri adım atıyor olması, siyasi ve ekonomik kaynaklarını başka alanlara kaydırmak istediğini de gösteriyor. Bir diğer mesele de, Husilerin yaptıkları açıklamada, eğer Suudi Arabistan’dan gereken finansal desteği alamazlarsa, Suud topraklarına daha sık askeri saldırı düzenleyeceklerini ve ilk hedeflerinin NEOM proje alanı olduğunu söylemeleri. Bu nedenle Suudi Arabistan hem kendi topraklarını korumaya hem de Yemen’deki rolünün siyasi ve ekonomik sonuçlarının mümkün olduğunca az maliyetle sonuçlanmasına odaklanıyor.
Husiler ve Suud yetkililer arasındaki görüşmelerin bir diğer önemli unsuru Çin’in geçtiğimiz Mart’ta aracı olduğu Suud-İran anlaşmasıyla başlamış olması. ABD yetkilileri ve BM, Yemen’de bir barışa varmak için Ağustos’tan bu yana tekrar diplomatik hamleler yapıyor, fakat Umman’ın merkezi rolüyle, İran-Husiler ve Suudi Arabistan arasında devam eden ve ABD’nin doğrudan dahil olmadığı görüşmeler önceleniyor. Bu durum, Çin’in hem Ortadoğu politikasına katkısı ve bölge politikası üzerine bir olumlu sonuç doğurur hem de Biden yönetiminin başarısız bölgesel politikalarına bir skor olarak eklenir. Özellikle Ukrayna savaşıyla başlayan, Suudi Arabistan ABD’yi ikinci plana alarak Rusya ve Çin’le mi yakınlaşıyor endişelerine güçlenebilir.
Anlaşmanın bir sonuca varmasında Yemen’in paylaşılması, Güneyli ayrılıkçılar, Suud-destekli hükümet ve Husiler arasında kritik eşikler var. Suudi Arabistan’ın rolüne dair üç temel belirleyici unsur ön plana çıkıyor. Birincisi, Riyad Husilerin savaş sonrası Yemen tahayyülüne ne ölçüde müdahale edecek? Görünen tabloda, Suudi Arabistan’ın yıllardır Lübnan’da Hizbullah ve Bahreyn’de Şii gruplar üzerinden tehdit hissettiği de facto devlet yapılanmalarına benzer şekilde resmen tanıdığı ve otoritesini kabul ettiği bir üçüncü risk alanı güçleniyor. Bu koşullar altında Yemen’in birliğini savunarak girdikleri askeri müdahaleden üç farklı grubun farklı alanlarda hâkimiyetlerini kabul ederek çıkarlarsa, Suud yetkililerin Yemen’e verdikleri zararın bilançosu şu ankinden de fazla olabilir. Çünkü Husiler kontrol altında tuttukları alanlarda Zeydi inancından da uzaklaşarak yeni ve otoriter bir dini yönetim uyguluyorlar. Bu durum sadece Yemen’in mozaiğini ve toplumsal kalkınmasını zedelemekle kalmayıp bölgesel manada bir tehdit oluşturabilir.
Diğer bir önemli etken, Husilerin Suudi Arabistan’dan beklediği finansal destek. Temelde Husiler, yönettikleri alanda kendilerine bağlı çalışan güvenlik güçleri dahil memurların maaşlarının petrol gelirleriyle ödenmesi ve yakıt desteği gibi isteklere sahipler. Suudi Arabistan ise destek verdiği tanınmış hükümete 1,2 milyar dolarlık bir yardımda bulundu ve Yemen’den petrol satışıyla ilgili ambargo devam ediyor. Husilerin şu an savaşta temel sorununun finansal kaynak olduğu düşünüldüğünde, Güneyli ayrılıkçılar, hükümet ve Husiler arasında sermaye talebi ve yarışı olduğunu söylemek mümkün. Aslında Husilerin kontrol ettikleri alanlardan topladıkları vergilerle ve kendi yönettikleri ekonomik kaynaklarla daha iyi koşullarda olmaları beklenirken, Güney’in sahip olduğu petrol gelirlerinden de pay istiyorlar. Husilerin özellikle Hudeyde Limanı ve San’a Havalimanı’ndan göreceli olarak kalkan ablukayla daha çok kaynağa erişimleri olduğu söylenebilir. Buna rağmen, Husiler için Suudi Arabistan’la yapacakları anlaşmanın en önemli ayağı ekonomi. Fakat Güneyli ayrılıkçılar, kendi topraklarından çıkan petrol gelirlerinin Husilerle paylaşılmasına ve Husilere ödeme yapılmasına karşı çıkıyorlar. Bu nedenle, Suudların Husilere yapacağı ekonomik yardım, ayrılıkçıların tetiklenmesine ve kaynakların dağıtılması üzerinden tansiyonun tırmanmasına neden olabilir.
Suudi Arabistan Arabulucu mu, Savaşan Unsur mu?
Diğer bir önemli madde ise, Suudi Arabistan’ın uzlaşı sürecinde nasıl bir rolle tanımlanacağı. Riyad, sürece Yemenli güç odakları arasında bir arabulucu olarak mı, Yemen savaşına dahil bir aktör olarak mı devam edecek? Suudi Arabistan’ın 2015’ten bu yana devam eden rolünün MbS’nin idealize ettiğinin aksine başarısızlıkla sonuçlanması, askeri rolünün belli bir program çerçevesinde kalıp artık devam etmediği iddiasıyla ‘barış yolunda bir arabulucu’ imajı üstlenmeye çalışmasına neden olabilir. Bu rol değişikliği öncelikle MbS’nin kendi siyasi profili için önemli bir katkı olur, çünkü Veliaht Prens savaşın arkasındaki isim olarak biliniyor. Suudi Arabistan’ın rolüne dair ikinci bir unsur ise, Krallık kendini Husiler ve diğer Yemenliler arasında bir arabulucu konumuna getirebilirse, Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) karşı içinde bulunduğu rakip pozisyonunu bölgesel arabulucu rolüne çevirebilir. Diğer bir deyişle, savaş sonunda söylem, ‘Riyad, BAE’yle karşı karşıya geldi ve başarılı olamadı’ ifadesinden, ‘Suudi Arabistan arabulucu rol aldı ve savaş bitti’ senaryosuna dönüşebilir. Elbette yerel unsurlar, savaşa dahil olan dış güçler ve BM, Suudi Arabistan’ın askeri etkisini biliyor, fakat MbS için Yemen savaşını bir arabulucu lider olarak sonlandırmak, hem iç politikadaki hem de bölgedeki imajı açısından kendisini Yemen özelinde temize çıkaran bir politika olabilir.