Yeni Anayasa Neden Heyecan Uyandırmıyor?
Geldiğimiz noktada yüzde 50 bandına oturan iki ittifakın da kendilerine öteki olarak karşı ittifakı tanımlaması bir toplumsal mutabakatın pek de gerçekçi olmadığını gösteriyor. Meclis aritmetiğini bir şekilde geçse bile toplumun onayına gelen olası bir anayasa teklifi ancak ve ancak karşı yüzde 50’yi ‘yenerek’ kabul edilebilir, ki bu durum da mevcut kutuplaşmayı daha da fazla alevlendirecektir.
Son zamanlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni anayasayı ülkemize kazandıralım sözleriyle başlayan yeni anayasa tartışmaları İnsan Hakları Eylem Planının da açıklanmasıyla beraber gündemde daha fazla yer edinmeye başladı. Erdoğan yeni anayasa çerçevesinde herkesi masaya çağırsa da muhalefet kanadı henüz yeni anayasa tartışmaları ile alakalı pozisyonunu tam olarak netleştirmiş değil. Türkiye son dönemlerde yeni bir anayasa için birkaç defa kolları sıvadı. Şimdi ise bir kez daha cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılına yetiştirmek söylemiyle bu konu gündeme geliyor. Peki 100. yıla ‘yakışan’ yeni bir anayasa fikri insanları neden heyecanlandırmıyor?
Anayasanın Unsurları
Bu soruya sahici bir cevap arıyorsak öncelikle anayasanın neye tekabül ettiğine dair bir tartışma faydalı olacaktır. Siyaset bilimi literatüründe anayasayı oluşturan ana unsurlar kabaca üçe ayrılmakta: anayasa metni, anayasanın ortaya çıktığı bağlam (siyasal süreç) ve anayasa yapım sürecinin kendisi. Diğer bir ifade ile bir anayasa, ortaya çıkan metinden çok daha fazlasına tekabül etmektedir. O anayasayı ortaya çıkarmaya zorlayan şartlar ve siyasal psikoloji, o metnin ortaya çıkma sürecinde sivil toplumun üstlendiği rol, ortaya çıkan metnin topluma aktarılması süreci ve en nihayetinde genellikle referandum aracılığıyla toplumun tasdik ettiği metin, bunların her biri en az diğeri kadar öneme sahip anayasanın temel unsurlarıdır.
Anayasa yapım sürecini öne çıkaran bu yaklaşıma göre referandumlar şüphesiz katılımcı demokrasinin önemli bir parçası iken anayasa yapım sürecini katılımcı kılmak için yeterli değildir. Biraz daha açacak olursak, dünyadaki birçok ülkeye kıyasla seçimlere katılım oranının hayli yüksek olduğu ülkemizde bu durum birçok zaman katılımcı demokrasinin göstergesi olarak tanımlanırken seçimlere olan güveni de tazelemektedir.
Bu durum yerel yönetimler ve cumhurbaşkanlığı gibi seçimler için geçerli olsa da anayasa gibi kurucu bir metin hakkında toplumun yalnızca referandum yoluyla görüşünü belirtmesi ise anayasanın toplum vicdanından geçmesi anlamına gelmez. Eğer yeni anayasanın toplumu kuşatan bir anayasa olması gerekiyorsa, anayasa yapım sürecine sivil toplumun esaslı tartışmalarla dahil olmasının yanı sıra anayasayı ortaya çıkaran siyasal sürecin toplumu kuşatan bir psikolojide gerçekleşmesi gerekmektedir. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi anayasanın en olmazsa olmaz unsurlarından birisi de anayasanın ortaya çıktığı bağlam ve siyasal psikolojidir.
Anayasa Yapım Sürecinin Dönüştürücü Etkisi
Anayasa yapımı ile alakalı literatüre göz gezdirdiğimizde, dünyada 1975’ten 2011’e kadar kabul edilen 138 yeni anayasanın 51 tanesinde yeni anayasanın akabinde demokratikleşme görülürken, 72 tanesinde ise demokratikleşme gerçekleşmemiş veya otoriterleşme yaşanmıştır. [1] Bu farklılaşmayı izah etmek için de yine aynı şekilde anayasayı yalnızca bir metin olarak görmekten ziyade onu bir siyasal sürecin parçası olarak kabul etmek gerekmektedir. Araştırmalar anayasa yapım sürecinde toplumun katılımcı bir rol üstlenmesinin anayasaların demokratikleştirici etkisi için gerekli olduğunu gösteriyor.[2] Toplumun katılımcı bir rol üstlenmesinin ön şartı da anayasayı ortaya çıkaran siyasal sürecin topluma umut aşılıyor olmasıdır. Aksi takdirde toplumun anayasa yapım sürecine yabancılaşması işten bile değildir.
‘Yeni bir anayasa gerekli’ şeklinde bir görüş belirtiliyor ise, burada mevcut anayasanın toplumu kuşatamadığına dair bir kanaat var demektir. Peki yeni bir anayasa bu sorunu çözüme kavuşturabilir mi? Bunun gerçekleşmesi için yeni anayasanın toplum genelinde mümkün olabilecek en geniş şekilde kabul edilebilir ve güven duygusu veriyor olması gerekir. Bunu sağlayacak olan şey ise katılımcı bir atmosferde gerçekleşen anayasa yapım sürecidir. Böylesi bir anayasa yapım sürecinin toplumu dönüştürücü bir rolü de vardır. Anayasa yapım sürecini toplumu dönüştürücü etkisini şu üç mekanizma üzerinden gözlemleyebiliriz. Yapım sürecine toplumun direkt dahli anayasayı toplum nezdinde daha meşru kılarak demokratikleşme duygusunu güçlendirir. İkinci olarak, topluma danışılma fikri toplumun ana sorunlarını siyasete daha rahat aktarması yoluyla katılımcı demokrasi fikrini artırır. Son olarak böylesine bir katılımcı sürecin yaratacağı politik kültür vatandaşların kamusal müzakere ve demokratik uzlaşı kültürünü kuvvetlendirir.
Türkiye’nin Daha Önceki Anayasa Yapım Süreçleri
Yıllardır yeni anayasanın gerekliliğine dair yapılan tartışmalara dair en temel vurgu, mevcut anayasanın bir darbe anayasası olduğu fikridir. Cumhurbaşkanı tarafından son dönemde dile getirilen yeni anayasa söylemi de benzer bir vurgu taşımaktadır. Bu sebeple yeni yapılacak bir anayasanın sivil bir anayasa olması gerektiği bütün siyasetçiler tarafından sıklıkla ifade edilmektedir.
Geçmişteki 1961 ve 1982 Anayasaları elitist ve tepeden inme (top-down) olarak tanımlanabilecek anayasa kurullarında oluşturulmuştur. Her şeyden önce bu iki anayasa da bir askeri yönetim altında ortaya çıkmıştır. Yani ortaya çıkan metinler ülkenin içinden geçtiği vesayet sürecini hem yansıtmaktaydı hem de daha önceki vesayet sistemini kurumsallaştırma işlevini görmekteydiler. Her ne kadar bu iki anayasanın da o dönemki kriz ortamına çözüm ürettikleri ve (özellikle 1961 anayasasının) sistemi demokratikleştirdikleri aktarılsa da [3], bu görüş otoriter bir dayatma ile ortaya çıkan bu anayasaları meşrulaştırmaktan öteye gitmemektedir.
Anayasalar uzun erimli bir şekilde planlanarak toplumun ihtiyaçlarına hitap etmelidir. Bir diğer ifade ile dönemsel iyileştirmelerden ziyade toplumsal mutabakatın üzerine inşa edildiği sistemin kurumsal çerçevesini ve siyasal omurgasını tanımlamalıdır. Yukarıda vurgulandığı gibi anayasa metninin kendisi kadar anayasa yapım sürecini de anayasanın temel unsuru olarak kabul etmek gerekmektedir. Bu sebeple hiç kuşkusuz 1961 ve 1982 anayasaları, yapım süreçleri ve çıktığı zeminlerin doğal sonucu olarak darbe anayasaları olarak tanımlanmaya devam edecektir.
Ne Kadar Mümkün?
Bu sebeplerden dolayı yeni anayasanın sivil sıfatına tam manasıyla uygun bir şekilde ortaya çıkması için anayasa yapım sürecini olabildiğince sivilleştirmek ve demokratikleştirmek gerekmekte. Peki bu ne kadar mümkün? Bu sorunun cevabı için yukarıdaki teorik arka plandan sonra mevcut göstergelere bakmakta fayda var.
Günümüz siyasetinin mevcut göstergeleri yeni anayasa fikrinin heyecan uyandırmaması ile paralel olarak çok olumlu gözükmüyor. Öncelikle yeni anayasa fikri halihazırdaki donmuş ittifak siyasetinin içine doğmuş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni anayasa gündemi cumhur ittifakının diğer bileşeni MHP tarafından tam destek görüyor gibi dursa da, bu desteğin şartlı bir destek olduğunu öngörmek çok da zor değil. Aslında MHP, özellikle Bahçeli’nin açıklamalarıyla AK Parti’nin bir süredir gündemine aldığı her konuya verdiği şartlı destek ile donmuş ittifak sisteminin devamlılığını sağlamakta. Benzer bir durum yeni anayasa tartışmasının hemen ardından da gündeme geldi. Bahçeli yeni bir anayasanın cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi için gerekli olduğunu vurgularken aslında yeni anayasa için vereceği desteğin ancak mevcut hükümet sisteminin korunması şartı ile mümkün olacağının altını çizdi. Böylesi bir sınırlama aslında yeni anayasa yapım sürecinde her konunun masaya yatırılmayacağını dolayısıyla da bu sürecin katılımcı bir şekilde gerçekleşmesinin ihtimal dahilinde olmadığını göstermektedir.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Yeni anayasanın muhalefet kanadında bilinçli olarak gündeme gelmemesi de bahsi geçen ittifak siyaseti ile alakalı. Henüz yeni anayasa hakkında net pozisyon almayan Millet İttifakının bu tartışmaları iktidar kanadının ittifakı bölme siyaseti olarak gördüğü açık. Çünkü muhalefet uzun zamandır bütün siyasi stratejisini (stratejisizliğini) aritmetik çoğunluğa ulaşarak iktidarın yüzde 50 +1 almasının önüne geçmek olarak kurmuş durumda. Böyle bir durumda yeni anayasanın tartışması gereken esas unsurların herhangi biri tartışmaya açıldığı senaryoda muhalefetin kendi içinde ayrışmaya gitmesi kuvvetle muhtemel. Ali Babacan’ın ‘anayasanın ilk dört maddesini dahi tekrar gözden geçiririz’ beyanının CHP ve İYİ parti tarafından hızlı bir şekilde eleştirilmesi de bunun bir işareti. Dolayısıyla Erdoğan’ın muhalefeti pozisyon almaya iten yeni anayasa gündemi karşısında muhalefetin pozisyon almayarak yeni anayasayı bundan sonra da gündemine almayacağını kestirmek zor değil. Bu haliyle de yeni anayasanın ittifak siyaseti içerisinde ciddi anlamda tartışmaya açılması dahi mümkün gözükmüyor.
Anayasa yapım literatürüne göz gezdirildiğine anayasa gibi kurucu metinlerin tarihsel olarak kırılma anlarında ortak bir öteki karşısında toplumun birleşmesi sonucunda ortaya çıktığı görülür. Örneğin post-Sovyet dönemi anayasa yapım süreçleri Sovyetlerin yıkılması sonucu komünizmin bir öteki olarak tanımlanması ve toplumların yeni bir değer seti etrafında birleşmeleri ile ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu tip kırılma anlarındaki anayasa yapım süreçleri toplumlara bir yenme psikolojisi enjekte ederek geçmişi arkada bırakma ve onu aşarak güçlenme duygusunu sağlamaktadır. Literatür bu tip kırılma anlarında toplumun bütün partilerinin katılımı ile birleştirici bir rol üstlenmeyen anayasa yapım süreçlerinin demokratikleşme ile sonuçlanmayacağını aktarıyor.[4]
Türkiye yakın siyasi tarihine baktığımızda, böyle bir an’ın birkaç defa ihtimal dahilinde olduğunu fakat bu şansların kaçırıldığını söyleyebiliriz. AK Parti’nin ilk dönemlerinde kendini vesayet rejimi karşısında konumlandırarak büyük bir toplumsal kesimi mobilize ettiğini düşündüğümüzde toplumun böylesi bir kurucu metni onaylayacağını ve bu siyasi sürecin yansıması olarak yeni anayasanın darbe anayasalarının yerine geçebilmesinin ihtimal dahilinde olduğu söylenebilir.
Aynı şekilde 15 Temmuz karşısında belki de tarihinin en güçlü birlik duygusunu tadan Türkiye toplumu yeni bir anayasayı kurucu metin olarak onaylayabilir ve yeni bir toplumsal mutabakat mümkün olabilirdi. Biraz daha açacak olursak, 2010 referandumunda bütün siyasi partilerin anayasa değişikliği paketine karşı olmasına rağmen değişiklik yüzde 58 civarında bir destek görmüştü. Böylesi bir desteğin kapsamlı bir yeni anayasa için kapı araladığı rahatlıkla söylenebilir. Aynı şekilde 15 Temmuz sonrası kamuoyu anketleri toplumun geniş bir kesiminin hükümete güven duyduğunu göstermekteydi. Böylesi bir güven duygusunun üzerine inşa edilen vesayet karşıtı söylemler Türkiye tarihinin en katılımcı anayasa yapım sürecine dönüşebilirdi. Fakat bu ancak ve ancak AK Parti’nin toplumsal destek üst limitinin şu ankinden çok daha fazla olabileceği kapsayıcı bir ittifak ilişkisinde mümkün olabilirdi.
Geldiğimiz noktada yüzde 50 bandına oturan iki ittifakın da kendilerine öteki olarak karşı ittifakı tanımlaması böyle bir toplumsal mutabakatın pek de gerçekçi olmadığını gösteriyor. Meclis aritmetiğini bir şekilde geçse bile toplumun onayına gelen olası bir anayasa teklifi ancak ve ancak karşı yüzde 50’yi ‘yenerek’ kabul edilebilir, ki bu durum da mevcut kutuplaşmayı daha da fazla alevlendirecektir. Bu senaryo bir kez daha mevcut darbe anayasasının aslında siyasi destek görmese de toplumdaki yenişememe (stalemate)[5] psikolojisinin sonucu olarak geçerliliğini sürdüğünü de göstermektedir. Dolayısıyla olası bir yeni anayasanın ancak ve ancak bu yenişememe psikolojisini aşarak bir ötekiye karşı birleşen toplum desteği ile mümkün olabileceğini düşünüyorsak mevcut siyasal vasatın bunun çok uzağında olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Yukarıda teorik çerçevesini çizdiğimiz anayasayı bir siyasal süreç olarak gören yaklaşım da bu durumu tasdikler niteliktedir. Cumhur İttifakı, teröre destek ve ihanet ile suçladığı Millet İttifakını ‘zillet ittifakı’ söylemine mahkum ederken Millet İttifakı da bütün stratejisini Cumhurbaşkanını devirmeye yönelterek meseleyi ‘diktatör’ söylemi üzerinden kişiselleştiren bir tutum içerisinde. Siyaseti domine eden bu hayli sert söylemler, ittifaklar üzerinden yaşanan siyasal kutuplaşma ve yarılmayı alevlendirerek yeni anayasa fikrini açmaza sürüklemekten öteye gitmemektedir.
Bütün bunlara ek olarak mevcut siyasi aktörlerin ülkenin yönetim sistemi üzerinde dahi anlaşamadığını biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi son zamanlarda özellikle MHP tarafından ülkenin bekası ile özdeşleştirilirken muhalefet ise en sahici siyasetini parlamenter sisteme dönüş üzerinden kurgulamaktadır. Dolayısıyla henüz ülkenin yönetim sistemi siyasetin ana fay hatlarından birini teşkil ediyor iken, böylesi bir siyasi vasatta toplumun yeni bir anayasa için ortak bir değer seti etrafında birleşmesi şu haliyle çok mümkün görünmüyor. Özetleyecek olursak, bir anayasayı metin, ortaya çıktığı bağlam ve yapım süreci ile birlikte ele aldığımızda Cumhuriyetin 100. yılına yakışan bir anayasa fikri için ülkemizde gerekli bağlam ve siyasi vasatın mevcut olmadığını ve bu sebeple de yeni anayasanın toplumumuzda heyecan uyandırmadığını söyleyebiliriz.
____
[1] Eisenstadt, Todd A., A. Carl Le Van, and Tofigh Maboudi. “When talk trumps text: the democratizing effects of deliberation during constitution-making, 1974-2011.” American Political Science Review (2015): 592-612.
[2] a.g.e
[3] Özbudun, Ergun. “Türk anayasa hukuku (11. Baskı).” Ankara: Yetkin (2010).
[4] Jamal, Amal, and Anna Kensicki. “A Theory of Critical Junctures for Democratization: A Comparative Examination of Constitution-Making in Egypt and Tunisia.” Law & Ethics of Human Rights 10, no. 1 (2016): 185-222.
[5] Bali, Asli U., and Hanna Lerner. “Constitutional Design Without Constitutional Moments: Lessons from Religiously Divided Societies.” Cornell Int’l LJ 49 (2016): 227.