Yeni Bir Başlangıç: Yaklaşan Almanya Seçimleri

26 Eylül’de yapılacak olan genel seçimler Almanya siyasi tarihinde yeni bir başlangıç olmaya aday. Seçim günü büyük bir sürpriz yaşanmazsa; devletin, ekonominin ve toplumun ekolojik olarak dönüşümünü savunan Yeşiller iktidara ortak olacaklar. 26 Eylül seçimlerinde hem Federal Meclis (Bundestag) milletvekilleri hem de Almanya’nın yeni başbakanı belirlenecek.

Yeni Bir Başlangıç: Yaklaşan Almanya Seçimleri

2005 yılından beri kesintisiz olarak başbakanlık koltuğunda oturan Şansölye Angela Merkel, yaklaşık iki yıl önce tekrar aday olmayacağını açıklamış, Aralık 2018’de de Hristiyan Demokratik Birlik (CDU) partisinin genel başkanlığından ayrılmıştı. Devletin, ekonominin ve toplumun ekolojik olarak dönüşümünü savunan Yeşiller (Bündnis 90/Die Grünen) ise ilk kez kendi başbakan adayı ile seçime katılıyorlar.

 

Önceki seçimlerden farklı olarak bu kez başbakanlık için üç aday yarışacak: Hristiyan Birlik partilerinin (CDU ve CSU) adayı Armin Laschet (CDU), sosyal demokratların adayı Olaf Scholz (SPD) ve Yeşillerin adayı Annalena Baerbock. Almanya’da seçimlere sadece iki büyük parti – Hristiyan Birlik partileri ve SPD – başbakan adayıyla katılırlardı. Birinci parti olma olasılığı olmayan küçük partiler ise başbakan adayı çıkarmazlardı. Yeşillerin bu seçimlerde başbakan adayı çıkarmalarında kamuoyu yoklamalarında partinin ikinci sırada olması, hatta bir ara CDU/CSU partilerinin önüne geçmesinin yanı sıra medyadaki olumlu hava da etkili oldu.

 

Deneyimli politikacı Laschet, halen Almanya’nın en kalabalık eyaletinin başbakanı ve CDU genel başkanı. Hem milletvekili iken hem de eyalet başbakanlığı döneminde Türk göçmenlerle kurduğu diyalogdan ötürü Türkler tarafından sevilen, Alman radikal sağcıları ve milliyetçileri tarafından ise ‘Türk Armin’ diye küçümsenen bir politikacı. Scholz ise 2007–2009 yıllarında Merkel başkanlığındaki federal hükümette çalışma bakanı olarak görev yapmış, sonra Hamburg eyaletinde iki kez üst üste seçim kazanarak başarılı bir eyalet başbakanlığı dönemi geçirmiş deneyimli bir politikacı. Mart 2018’den beri ise Şansölye Merkel başkanlığındaki Hristiyan Birlik-SPD koalisyon hükümetinde başbakan yardımcısı ve maliye bakanı olarak görev yapmaktadır. Adaylar arasındaki en çok ilgi çeken, ancak en deneyimsiz politikacı ise Baerbock. 2013 yılında Federal Meclis milletvekili olan Baerbock, Ocak 2018’den beri de Yeşiller partisinin kadın eş genel başkanı.

 

Almanya Nasıl Bir Ortamda Seçimlere Gidiyor?

 

Almanya seçimlere hazırlanırken bir yandan da pandemi, ekonomik durgunluk ve aşırı sağcı yapılanmalarla mücadele ediyor. Robert Koch Institut’un verdiği rakamlara göre 10 Haziran 2021 itibari ile Almanya’da toplam Koronavirüs vaka sayısı 3,7 milyon, yedi-günlük-insidans sayısı ise 19 ve şu ana kadar ölenlerin sayısı ise 89.585. Geçen yılın Ekim ayı sonrası yeniden hızla artan vaka sayıları, 2021 Nisan ayı itibariyle yeniden düşüşe geçti. Örneğin 22.12.2020 tarihinde 214 olan yedi-günlük-insidans sayısı 26.4.2021’de 174’e geriledi.

 

Birinci dalgada (Mart–Haziran 2020) pandemiyle başarılı bir şekilde mücadele eden Federal Hükümet ve Sağlık Bakanlığı, aynı başarıyı ikinci dalgada (Ekim 2020 sonrası) gösteremeyince sert eleştirilere maruz kaldı. Aşı sürecinin başlangıçta son derece yavaş ilerlemesi de hükümete olan tepkiyi ve hoşnutsuzluğu artırdı. 8 Haziran 2021 itibari ile ilk aşıyı olanların sayısı 38,6 milyon, ikinci aşıyı olanların sayısı ise sadece 18,9 milyon.

 

Hoşnutsuzluğun bir başka nedeni ise ekonomik durgunluk. Almanya ekonomisi 2021 yılı ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe (4/2020) göre yüzde 1,7, geçen yılın ilk çeyreğine (1/2020) göre ise yüzde 3,3 oranında küçüldü. 2020 yılında ise Almanya’nın GSYH’sı cari fiyatlarla yüzde 3,3; enflasyondan arındırılmış fiyatlarla ise yüzde 4,8 oranında küçüldü. Ekonomik büyümedeki en sert düşüş ise eksi yüzde 9,2 (enflasyondan arındırılmış olarak eksi 11,3) ile 2020 yılı ikinci çeyreğinde gerçekleşti. Ekonomik küçülme işsizlik oranlarına da yansıdı. 2020 yılında işsiz sayısı 429 bin artarak 2,69 milyona ulaştı. İşsizliğin daha çok artmamasının nedeni ise kısa çalışma yöntemine başvurulmasıdır. Almanya iş kurumu (Bundesagentur für Arbeit) rakamlarına göre 2020 Nisan ayında kısa çalışma döneminde olanların sayısı altı milyona ulaşıyordu. Bu toplam sigortalı çalışanların yüzde 18’ine tekabül ediyor. İş kurumunun tahminlerine göre, kısa çalışma yöntemi sayesinde bir milyon civarında işyeri korunabilmiştir.

 

Pandemiyle mücadeledeki aksaklıklar, ekonomik durgunluk, işsizlik ve sosyal kapanmanın getirdiği hoşnutsuzluk siyasi partilere olan desteğe de yansıdı.

 

Siyasi Partilerin Durumu

 

Birinci dalga süresince (Mart 2020 sonrası) hükümetin başarılı bir kriz yönetimi sergilemesi seçmen tercihlerine de yansımış, Merkel hükümetinin büyük ortağı CDU/CSU partilerine olan seçmen desteği yüzde 26’lardan (13.2.2020) yüzde 39’lara (7.5.2020) kadar yükselmişti. İkinci dalga sonrasında (Ekim 2020) ise hükümet ve sağlık bakanlığı aynı başarıyı gösterememiş, artan belirsizlik, gelecek kaygısı ve hoşnutsuzluğa paralel olarak CDU/CSU oyları da düşmüştü. 6 Ağustos 2020’de yüzde 38’lik bir seçmen desteğine sahip olan Hristiyan Birlik partileri, 4 Mart 2021’de yüzde 33’e, 6 Mayıs’ta ise yüzde 23’e gerilediler.

 

Birinci dalgada oyları gerileyen Yeşiller partisi ise özellikle 2021 Şubat ayı sonrasında yeniden ciddi bir yükseliş trendine girdi. 24 Ocak 2020’de seçmenler nezdinde yüzde 24’lük bir desteğe sahip olan Yeşiller, 21 Ağustos’ta yüzde 17’ye gerilemişlerdi. 6 Mayıs 2021’de ise yüzde 26’lık bir destek ile CDU/CSU’nun (yüzde 23) önündeydi. Anketlerde çıkan bu güçlü seçmen desteği Yeşillerin başbakan adayı çıkarmalarında etkili oldu.

 

 

Alman İkinci Televizyon Kanalı’nın siyasi barometre anketi (ZDF Politbarometer) sonuçlarına göre katılımcıların yüzde 29’u Yeşiller partisi eş başkanı Habeck’in Almanya başbakanlığı görevi için uygun olduğunu düşünüyordu. Baerbock’u başbakanlık için uygun görenlerin oranı ise yüzde 24 olmasına rağmen – muhtemelen kadın olmasının da etkisiyle ve kadın oylarını almasının daha kolay olacağı ümidiyle – partisi kendisinde karar kıldı. Adaylığının açıklanması sonrasında ise medyada dikkatleri üzerine çekmiş, hatta bazı yorumcular ve siyasi analistler kendisinin başbakanlık yarışında ipi göğüsleyeceğini dahi iddia etmişlerdi. Ancak son haftalarda Baerbock’a olan seçmen desteği biraz da kendisinin bazı hatalı açıklamalarından, kırdığı potlardan ve ideolojik yaklaşımlarından dolayı duraksadı.

 

Baerbock’u – adaylığının açıklanması sonrasında – Almanya’nın başbakanlığı için uygun görenlerin oranı 2021 Mayıs ayında yüzde 42 oranında iken, bu oran Haziran’da yüzde 28’e geriledi. Armin Laschet’i uygun görenlerin oranı ise Mayıs’ta yüzde 37’den Haziran’da yüzde 43’e yükseldi. Sosyal demokratların adayı Scholz’u Almanya başbakanlığı için uygun görenlerin oranı ise aynı zaman diliminde yüzde 42’den 48’e yükseldi.

 

Bu tabloya göre halkın nazarında en uygun aday Scholz, ancak partisinin oylarının düşük olmasından dolayı kendisine fazla şans tanınmıyor. SPD’nin oyları pandemi sürecinde sürekli 20’lerin altında seyretti, hatta 6 Mayıs 2021’de yüzde 14’lere kadar geriledi. Scholz’un başbakan olabilmesi için SPD’nin seçimi en azından ikinci parti olarak tamamlaması ve SPD’nin diğer iki sol parti Yeşiller ve Sol (Die Linke) ile birlikte mecliste çoğunluğu ele geçirmesi gerekiyor. Bu ise Haziran 2021 itibari ile imkânsız olmasa da bir hayli zor.

 

Özetle, 2021 Haziran ayı itibari ile CDU/CSU partileri yükseliş trendinde, oyları Mayıs’a göre yüzde 24’ten yüzde 28’e yükseldi, Yeşiller ise düşüş trendinde, oyları yüzde 25’ten yüzde 22’ye geriledi. Ancak çok büyük olasılıkla ikinci parti ve hükümet ortağı, en kötü ihtimalde ise koalisyon görüşmelerinde kilit parti konumunda olacaklar.

 

Seçim sonuçlarını pandemi ile mücadelenin başarısı, aşı sürecinin seyri ve ekonomik konjonktür belirleyecek. Bu alanlardaki başarı ve bunun sonucu oluşacak iyimser hava hükümetin büyük ortağı ve en çok seçmen desteğine sahip olan CDU/CSU partilerine ve onun başbakan adayı Armin Laschet’e yarayacaktır.

 

Yükselen Radikal Sağ ve Milliyetçi Popülizm

 

Seçimlerle ilgili Türkleri ilgilendiren en önemli konulardan biri, radikal sağ ve milliyetçi popülizmin seçimlerden güçlenerek mi yoksa zayıflayarak mı çıkacağı, diğeri ise seçim sonuçlarının Türk–Alman ilişkilerine nasıl yansıyacağıdır.

 

Radikal sağ/popülist milliyetçi Almanya için Alternatif (AfD) partisinin oyları pandemi sürecinde önce geriledi, sonrasında ise durgunluk devresine girdi. Ancak bu parti hala yüzde 12’lik bir seçmen desteğine sahip ve seçimlerde aşağı yukarı oylarını koruması kuvvetle muhtemel. Diğer partiler her ne kadar AfD ile iş birliğini reddetseler de örneğin seçim sonrası ortaya çıkan koşullar CDU/CSU partisini ve Laschet’i bu parti ile koalisyona ya da başka türlü bir iş birliğine zorlayabilir. Unutulmamalı ki, siyasette olmaz olmaz.

 

Bu durum hem Almanya’daki Türkler hem de Türkiye–Almanya ilişkileri için olası en kötü senaryodur. İkinci bir tehlike ise, AfD oy potansiyelinden dolayı CDU ve CSU gibi merkez ve merkez-sağ partilerin sağ milliyetçi popülizme meyletmesi. Örneğin eski Almanya Anayasayı Koruma Dairesi’nin başkanı, popülist milliyetçi söylemleri ile tanınan sağ tandanslı Hans-Georg Maasen’in CDU listesinden aday gösterilmesi buna iyi bir örnektir.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

Geçtiğimiz yıllarda radikal milliyetçi popülizmin yanında aşırı sağ örgütlenmelerinin de ivme kazandığını gösteren birçok olay ve gelişme yaşandı. Örneğin ruhsatlı silah sahibi aşırı sağcıların sayısının yüzde 35 oranında arttığı haberlere yansıdı. Yine geçtiğimiz yıllarda Alman polis teşkilatında aşırı sağcı örgütlenmelerin ve illegal yapılanmaların mevcudiyeti ortaya çıktı. Aşırı sağcı örgütlenmenin, seçim sonrası kurulacak hükümetlerin önündeki en önemli ve kritik sorunlardan biri olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

 

Seçim Sonuçlarının Almanya’nın Türkiye Politikasına Olası Etkileri

 

Başbakanlık yarışının en güçlü adaylarından Laschet, Türkiye ile ilişkilerin önemini kavramış biri. Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik gerilimleri azaltma ve diyalog çabası içinde olacağını öngörebiliriz. Ancak Almanya’nın Türkiye politikasını başbakanın tek başına belirleyeceğini beklemek doğru olmaz. Almanya güçlü devlet ve dış politika teamüllerine sahip bir ülke, dolayısıyla bir hükümet değişikliği ile Türkiye politikası temelden değişmeyecektir. Göz önünde bulundurulması gereken bir başka husus ise, AB’nin Türkiye ile ilişkilerinin seyrini – AB’nin en güçlü ülkesi olsa da – Almanya’nın tek başına belirleyemeyecek olmasıdır.

 

Seçim sonuçlarıyla ilgili iki noktanın altının çizilmesi gerekiyor. Birincisi, ikili ilişkilerin seyrinde seçim sonrası ortaya çıkacak olan meclis yapısının son derece önemli olacağıdır. Radikal sağ, milliyetçi, AB ve göçmen karşıtı AfD’nin ve NATO’ya kuşkuyla yaklaşan Sol’un güçlenmesi Türkiye ile ilişkilerde hükümetin elini zayıflatacaktır. Çünkü iki parti de Türkiye’ye olumlu bakmıyor: AfD kültürel, dini ve milliyetçi saiklerden ötürü, Sol parti ise Atlantikçiliğe (ABD ile ittifaka ve NATO’ya) mesafeli olmasından dolayı. Sol parti, ayrıca milliyetçi Kürt hareketine ve PKK’ya bir hayli yakın duruyor ve bünyesinde PKK çevresinden ve aşırı sol gelenekten birçok aktörü barındırıyor. Örneğin federal meclis milletvekili Sevim Dağdelen yıllardır ısrarla Almanya’daki PKK yasağının kaldırılması yönünde çalışmalar yürütüyor. Kendisinin Türk–Alman grubunun başkanlığına seçilmesinden sonra Türk ve Alman parlamentoları arasındaki ilişki ve çalışmaları durdu. Ayrıca Yeşiller’in, ki mecliste güçlü bir temsil elde edecek ve muhtemelen de iktidar ortağı olacaklar, Türk hükümetine anti-demokratik yönetimden dolayı bir hayli eleştirel bakıyor olmaları, iki ülke arasında gerilimlere neden olacaktır.

 

İkincisi ise Almanya’daki Türk toplumunun içine düştüğü – kısmen de Türk hükümeti tarafından düşürüldüğü – kutuplaşmanın Alman partilerine ve bu partilerdeki Türk kökenli milletvekillerine de yansımış olmasıdır. Yeşillerin seçimlerden güçlü çıkması ve olası bir hükümet ortaklığı Almanyalı Türklerle devlet kurumları arasında bazı alanlarda gerilimlere yol açabilir. Örneğin 1915’te Ermenilerin maruz kaldığı katliamların soykırım olarak eğitim kurumlarında işlenmesi sonucu – özellikle muhafazakâr ve milliyetçi – Türk öğrencilerin tepki göstermesi ve farklı yaklaşım sergilemesi onların ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalmalarına yol açabilir. Hoşnutsuzluk ve gerilime yol açabilecek bir başka sorun ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Almanya kolu olan DİTİB ile iş birliği konusudur. Kurum Alman kamuoyunun ve siyasilerinin eleştirilerinin odağında.

 

Özetle, Laschet’in başbakanlık koltuğuna oturmasının, Almanya’daki Türkler ve Türkiye açısından avantajlı olduğu söylenebilir. Hatta şu anki Hristiyan Birlik partileri sosyal demokrat hükümetin Laschet’in başkanlığında devam etmesinin en ideal durum olacağı da ileri sürülebilir. Yeşillerin daha fazla söz sahibi olması ise Almanya’nın Türkiye politikasını kökünden kuşkusuz ki değiştirmeyecektir. Ancak ciddi gerilimlere yol açacağı öngörüsü yerinde olacaktır.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.