Yeni İttifak Arayışı
Kutuplaşma ve rövanşizmin siyaseti ve toplumu olabildiğince baskıladığı vasata merhem olacak çözümler ortaya konamazsa, salt bu hesaplar üzerine bir beklenti ülkenin meselelerini halledemeyecektir. Sorunumuz daha geniş kapsamlıdır ve hem sistemik yapının hem de sosyo-politik kültürün mahiyetini dönüştürecek şekilde bir vizyona sahip olunmalıdır.
Parlamenter geleneği içine sindirmiş Türkiye’ye 50+1’i dayatan Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin sistemin yapısına, ittifak partilerinin genlerine, ekonomiye ve hepsinden önemlisi toplumsal bünyeye verdiği zararlar bugün artık aşikâr hale geldi.
Bu ittifakın, 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan demokratikleşme, özgürlükler, yeni bir anayasa ve hukuk devleti fırsatını teptiği, ülkeyi ekonomi-politik açıdan 70’ler ve 90’lara geri götürdüğü, sistemik açıdan de facto olarak kuvvetler ayrılığını yok ettiği, rekabetçi siyaseti tırpanladığı, basını ve muhalefeti de güvenlikçi iklime mahkûm edip otoriter rejime yol verdiği, tartışmaya mahal vermeyecek düzeyde açık bir gerçek.
Ancak bu tabloya karşın, kutuplaşma siyasetinin sağladığı imkânlarla toplumda inşa edilen köklü ayrışmanın bizi götürdüğü bir başka gerçeklik daha var. O da özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karizmasının gelişim seyrini oluşturan 20 yıllık döneme ilişkin güçlü bir hikâyenin varlığı. Her ne kadar bu hikâye, istikrarlı bir sistemik yapı içinde, bugün iktidar partisinde yer almayan, muhalefet saflarına geçmiş tecrübeli, ehil ve liyakatli aktörler eliyle yazılmış olsa da, iktidar tabanında ve muhafazakâr kitleler nezdinde o hikâyenin zilyetlik hakkı tek bir lidere atfedilmektedir. Bunun sebeplerini, Perspektif’te geçen ay yayımlanan yazımızda irdelemeye çalışmıştık.
Zilyetlik hakkını oluşturan unsurlar sadece bugün pazarlanan hayaller üzerine kurulu değildir. Yaşanmışlıklar, “Büyük Anlatı”ya etki etmektedir. Aynı yazıda, Erdoğan’ın yaşanmışlıklar üzerine oluşan bu imajına geçmişte en büyük katkıyı da -başta ana muhalefet olmak üzere- muhalefet partilerinin verdiğinden söz etmiştik. Özellikle dış politika konusundaki konumlanmasının ve bir toplum/demos projesinin olmayışının karşı kutupta bir beka ve güvensizlik iklimi oluşturduğu, bunun da Erdoğan’a bağlılığın sürmesini beraberinde getirdiğini vurgulamıştık.
Muhalefet bu güvensizliği geçmişte birkaç yolla daha hafızalara kazımıştı. En akılda kalanı ise, ideolojik sebeplerden ötürü, vesayete karşı mücadelesinde AK Parti’yi yalnız bırakması, hatta vesayetin yanında konuşlanması idi. Buna açılım süreçleri de katkı yaptı. Muhalefet, o konumlanmayı bugün siyasi ihtiyaçlar gereği ve iktidarın Kürt sorununda çark etmesinin uzantısı olarak unutturmaya çalışsa bir derece; aksine bugün muhalefet liderleri, Erdoğan’ın kendilerini sıkıştırma, kriminalize etme siyasetine karşı Kürt halkının yegâne umudu olan Açılım Süreci’nden ötürü iktidar mahfillerinin de hesap verecekleri ve yargılanacaklarından dem vurmakta. Böylece hem ülkenin batısındaki muhafazakâr mahfillerde, hem de Kürt halkı nezdinde bir dejavu’nün yaşanmasına sebebiyet vermektedir.
Öyle ki bu tablo, dün rakiplerine siyasetin normalleşmesi mesajlarıyla karşılık veren AK Parti’nin o günkü muhalefetle yer değiştirmesine, dün şikâyet ettiği vesayet örgüsünü kendi eliyle inşa etmesine, bunun gibi pek çok alanda çark etmesine, başarısızlıklarına, hikâyeyi bazı alanlarda ters yüz etmelerine rağmen böyledir. Nitekim bugün, “Büyük Anlatı”nın beka ve güvenlik kanadına her şeye rağmen ram olmuş bir sosyolojik dilim inşa edilmiştir. Bir diğer deyişle, bugüne dek çevreyi temsil eden, hukuk devleti ve özgürleşmenin mücadelesini veren sosyolojik kesimler bugün son 100 yıllık tarihte ilk kez otoriterleşen bir sistemik yapıyı savunma imtihanıyla yüzleşmektedir.
“Büyük Anlatı”, liderliğe sadakat ve muhalefete güvensizlik üzerinden oluşan siyasi keskinleşmeyi yarmak hiç de kolay değildir.
Yeni İttifak Girişimleri Bu Tabloya Ne Tür Etkilerde Bulunabilir?
Şüphesiz bu tablo hiç yara almamış değildir. Cumhur İttifakı’ndaki erime bunun göstergesidir. Hakeza en büyük parti olarak adres gösterilen “kararsızlar” da yoğunlukla, bu tablonun ikna ediciliğinden şüphe duyanlar arasından çıkmıştır. Lakin, AK Parti içinden çıkmış partilerin gerçekler dünyasının görünür olması yönündeki çabalarının da, kendilerinin görünürlüğünün, mesajlarının duyulur olmasının önündeki en büyük engeli de yine bu tablo oluşturmaktadır. İktidar tabanının önemli bir kısmı, kutuplaşma ikliminin verdiği motivasyonun ve “Büyük Anlatı”nın etkisiyle onların siyasetteki konumlanışını ana muhalefete destek vererek Erdoğan’ın devrilmesi misyonunda buluşma olarak görmektedir.
Nitekim AK Parti içinden çıkmış hareketlerin, Millet İttifakı’na katılımının önündeki en büyük engel de bu büyük resmin zihinlere yaptığı etkidir. Bu meyanda, en önemli sorulardan biri şu olsa gerek: Bu oluşumları yakından takip eden muhafazakâr kesimin keskin inançlı olmayanlarının ve kararsızların, CHP ile yan yana gelme stratejisine nasıl bir karşılık verecekleri?
Bu açıdan, muhafazakâr kesimin soracağı sorular konusunda tatmin edilmesi çok önemli. Yani CHP-İYİ Parti gibi, aslında doku uyuşmazlıkları içinde olup sistemden ötürü -tıpkı AK Parti-MHP gibi- metazori birlikteliği oluşturmuş Millet İttifakı’na muhafazakâr kesimlerin odağında olan partilerin katılımı, tam da iktidarın arzuladığı saflaşmanın tamamlanması anlamına gelmekteydi. “Yeni” olarak ifade edilen girişimin bundan farklı bir siyaseti topluma sunması kaçınılmazdı. Aslına bakılırsa “yeni” olan da bu zaten. Sadece genişletilmiş bir Millet İttifakı oluşturmayı yenilik olarak adlandırmak, iktidar mahfillerinin özellikle Davutoğlu’nu hedef alıp, süreci tahfif etmelerini haklı çıkaran bir durum olurdu.
Peki; Millet İttifakı’na katılma görüntüsü vermekten çekinip ittifakın bileşenlerinin de içinde olduğu Gelecek-DEVA-Saadet-DP gibi partiler üzerinden bir genişletilmiş ittifak zemini oluşturmak ne anlama gelmektedir?
Muhafazakâr kesim bu yeniliğin fotoğrafını nasıl çekecektir?
Erdoğan’ın kaybettiği ya da kazandığı bir iklimde bu fotoğraf hafızalara nasıl kazınacaktır?
Hiç şüphesiz bu fotoğraf tek bir sürece bağlı olmayacaktır. Biri seçimler esnasında çekilecek ve sonuçlar üzerinden değerlendirilecektir; diğeriyse seçimler sonrası oluşacak siyasi iklimin tabiatına göre bir değerlendirme içerecektir.
Ama hepsinden önce oluşturulmak istenen bu yeni ittifakın içerik ve hedeflerine yönelmek gerekmektedir. Nitekim içerik ve hedefler, seçimlere ilişkin matematik hesaplar ve seçim sonuçlarından daha ötesine ilişkin bir Yeni Türkiye inşasını amaçlamaktadır. Sonraki mesele ise bunu topluma doğru ve hızlı şekilde anlatabilme meselesidir. Anlatmaktan da öte, içselleştirerek, bir siyasi söyleme dönüştürerek, kısacası yaşayarak somut biçimde ortaya koyma meselesidir.
Bu konuda başat rol üstlenen Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun kamuoyuna verdiği mesajlardan da anlaşılacağı üzere, başat sorunumuz kimin cumhurbaşkanı olacağı, Erdoğan’ın yeniden seçilip seçilmeyeceği şeklinde basit bir denklem değildir. Kutuplaşma ve rövanşizmin siyaseti ve toplumu olabildiğince baskıladığı vasata merhem olacak çözümler ortaya konamazsa, salt bu hesaplar üzerine bir beklenti ülkenin meselelerini halledemeyecektir. Sorunumuz daha geniş kapsamlıdır ve hem sistemik yapının hem de sosyo-politik kültürün mahiyetini dönüştürecek şekilde bir vizyona sahip olunmalıdır. Üç aşamalı sürecin köşe taşları şimdiden belirlenmeli ve buna uygun bir ilkeler konteksti ortaya konmalıdır. Önemli olan sistemik dönüşüm, bu dönüşümü sağlayacak yapısal reformlar ve bu reformları hayata geçirecek sürecin yol haritasının şimdiden belirlenip halkın önüne konmasıdır. Bunlar;
- Seçime kadar olan dönem
- Ara dönem/Geçiş Dönemi ve
- Sistem değişikliği sonrası üçüncü safhadır.
Bu üç sürece ilişkin ilkeler konteksti belirlendikten sonra, gerisi bunu halka veciz ve ivedi biçimde aktarmaya kalmaktadır.
Böylelikle, Davutoğlu’nun deyişiyle “kimin kazandığı, kimin kaybettiği önemli olmayacak, toplumda da bir kayıp hissi yaşanmayacak”, ülke yeni kadrolarla, üzerinde anayasa başta olmak üzere anlaşılmış ilkelerle yepyeni bir restorasyona adım atacaktır. Bu noktada güç de paylaşılmış olacak, bu paylaşımda yüzdeler değil, üzerinde anlaşılan konular ve bu konular üzerinde iş görecek nitelikli kadrolar belirleyici olacaktır.
Bu noktadaki vizyon, sadece parlamenter sisteme dönüşün, üzerinde anlaşılmış ekonomi politikalarıyla köklü bir revizyonun, Mecliste tüm partilerin temsil edildiği duygusunun ötesinde, köşe taşları şimdiden dizilmesi gereken ve geleceğe tohum atılmasını gerektiren sosyo-politik kültürün dönüşümünü hedefleyen bir genişlikte olmalıdır. Diğer partilerin de katılımının beklendiği ve kamuoyuna yansıyan üçlü masa fotoğrafı (Davutoğlu-Kılıçdaroğlu-Akşener) Türkiye’nin üç anaakım toplumsal ve siyasal damarını temsil etmektedir. Şimdilik siyasi elitler çerçevesinde görüşülen konuların partilerin kendi içinde de masaya yatırılması ve bir politika setine dönüştürülüp tabana yayılması önemli olacaktır. Beklenen vasat, kimlikler üstü bir konsensüsün sadece seçime odaklı birlikteliği değil, Türkiye’nin yarınlarını ilgilendiren bir bir arada yaşam formülünün üretilmesidir. Bu vizyon, ülkenin tüm siyasi çizgileri tarafından bir seçim sathı mailinin ötesine taşınıp, üzerinde anlaşılan ilkeler mucibince yol alınması mümkün olursa kazanan bütün bir ülke insanı olacaktır.
Zorluklar, Riskler
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, buradaki en büyük soru işareti, yıllar yılı inşa edilmiş sosyo-kültürel kimliklerin bu vizyona verecekleri tepkidir. Mesela helalleşme tartışmalarına sıcak bakıp bakmadığını henüz ölçemediğimiz CHP tabanı; her ne kadar üçüncü ittifak yolunu tercih etmiş olsa da, Kürt sorunu bağlamında HDP’yi siyasetin normal bir aktörü olarak görüp görmeyeceği konusunda gelgitler yaşayan İYİ Parti; masanın kurulması, sürecin işlemesi için ciddi gayretler içine giren ve muhafazakâr kesime de “mahallelerden çıkma” uyarısında bulunan Gelecek Partisi, DEVA ve Saadet tabanları ve iktidar tabanındaki muhafazakâr kesimlerin bu çabaya destek verip vermeyecekleri soru işaretleri olarak ortada durmaktadır.
Mesela muhafazakâr kesim acaba; anketlere bakıp seçimleri kazanma iştiyakı artan, muhafazakâr kesimleri de yanına çekmeye çalışan CHP ve İYİ Parti’nin samimiyetinden şüphe edip diğer partileri Erdoğan’ı iktidardan etmeye çalışanlara destek verenler olarak mı görecektir yoksa Gelecek, DEVA ve Saadet gibi partilere bakarak bu ittifaka güven mi tesis edecektir?
Burada seçmenin, kendisini yakın gördüğü, özellikle ittifakın daha zayıf bileşenleri hakkında bazı sorular sorması doğal olacaktır. Mesela aşılması zor görülen sorunlar, seçimler sonrası oluşabilecek kazalar, kimliksel politikaların liderleri aşar tarzda gündem olması üzerinden, ittifakın zayıf partilerinin alacakları siyasi konumu şimdiden soru konusu edeceklerdir.
Her ne kadar liderler arasında gündem olacağı tahmin edilse de, dış politikadaki muhtemel farklılaşmalar, Kürt sorunu, eğitim politikaları vb. üzerinden zihinlerde soru işaretleri oluşması gayet doğal olacaktır. Dolayısıyla çok sayıda başlık, yukarıdan aşağıya liderler, parti yöneticileri derken, teşkilatlardan halka kadar Türkiye’nin köşe bucağında anlatılmak durumunda kalınacak, herhangi bir konuda soru işareti bırakmaksızın parti tabanları ve toplum bu yeni siyasetin içeriğinden haberdar edilecektir.
Peki bu süreç işlerken, muhalefet açısından siyaset artık bu sürecin köşe taşlarını dizmekten mi ibaret olacaktır? Birbirlerine dönük bir tür siyasetsizlik anlamına da gelen bu durum, toplum tarafından nasıl algılanacaktır?
Muhtemelen toplum nezdinde bu “yeni” olan durum, bazı eşiklerden geçtikçe, gözlemlenerek satın alınacaktır. Mesela aday belirlenmesinde bu muhtemel altı partinin nasıl bir tutum alacağını gözlemlemek, seçimler sonrasına ilişkin iki güzergâhın da niteliğini belirleyici olacaktır seçmen açısından. Dolayısıyla liderlerin, içeriklerini konuşacakları kontekst ve o kontekstin yol işaretleri kadar, birbirleriyle olan ilişkileri, farklı toplumsal tabanların beklentilerine verecekleri karşılık, partilerin içinden eski ezberler ve alışkanlıklar üzerinden seçmeni etkilemek isteyen figürlerin çıkışları gibi konular da seçmenin gözlem alanında olacaktır.
Özcesi, Davutoğlu’nun içeriğini belki değil ama niteliğini ve vizyonunu kamuoyuna açıkladığı bu süreç, gerçekten de Türkiye üzerine cesaretle düşünen partiler ve onları besleyen sosyolojik kimlikler için de ciddi bir sınav alanı oluşturacaktır. Bakalım bu yeni süreç, iktidarın sistemik ve aşırı güç kullanımından kaynaklanan sebeplerden ötürü ülkeyi içine soktuğu cendereden şikâyet eden ve bu sebepleri ortadan kaldırmak için ahdeden siyasi çizgiler için umut olabilecek midir?
Bakalım ülkeyi dejavu’lerden kurtarabilecek, kuvvetler ayrılığı ve gücün paylaşımı noktasında siyasi çizgileri bir vasata çekebilecek, toplumun şikâyet ettiği genel geçer konularda reçete sunabilmenin yanında, ülkeyi kadrolaşmalardan, şeffaflıktan, denge-denetim normlarından, kurumların işlevine uygun şekilde yeniden yapılanmasından, hukuk devleti ilkelerinden taviz veren yaklaşımlardan ve hepsiyle birlikte klasik devlet aklının güvenlikçi ikliminden azade özgürlükçü bir habitatın kültürleşmesine vesile olabilecek mi?