Yeni Müfredat Taslağının Düşündürdükleri
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” olarak adlandırılan yeni müfredat taslağı 26 Nisan’da kamuoyu ile paylaşıldı. Peki, yeni bir müfredata neden ihtiyaç duyuldu? Bu amaçla bir ihtiyaç analizi yapıldı mı? Bu değişiklik eğitim sisteminin birikmiş olan hangi sorunlarını çözecek? Değişiklikle müfredatın felsefesi ve amaçları mı değiştirilecek? Yoksa kelimeler ve kavramlarla oynanarak, özde bir değişiklik yapmak yerine birilerine iş mi üretilecek?
Millî Eğitim Bakanlığı, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” olarak adlandırdığı yeni müfredat taslağını 26 Nisan Cuma günü kamuoyu ile paylaştı. Yeni müfredata ilişkin öneri ve eleştirilerin bir hafta içinde gönderilebileceğini, öneri ve eleştirilerin çok olması halinde sürenin uzatılabileceğini duyurdu. Doğal olan, 18 milyon öğrenciyi ve 1 milyondan fazla öğretmeni ilgilendiren yeni programın öğrenci, öğretmen, veli, yönetici ve demokratik kitle örgütlerinin katılımı ile hazırlanması idi. Yapılan açıklamalarda yüzlerce toplantı yapıldığı, çeşitli kesimlerden görüş alındığından söz edilmekle birlikte, Bakanlık, programı kimlerin hazırladığını, hangi çevrelerden görüş alındığını, hangi komisyonlarda kimlerin görev yaptığını açıklamak istemiyor. Fakat görüş ve önerileri almak için insanları e-devlete yönlendiriyor. Kimin eleştirdiğini bilmek istiyor.
Müfredat incelendiğinde, özellikle dil ve anlatım özellikleri, kullanılan kavramlar ve verilmek istenen örtük mesajlar dikkate alındığında yeni müfredatın benzer düşünce ve bakış açısına sahip dar bir çevre tarafından hazırlandığı düşünülmektedir. Hazırlayanların da böyle düşünülmesini özellikle istedikleri söylenebilir. Çünkü iktidarın söylemleri ile örtüşen “Türkiye Yüzyılı” ifadesi 3-5 yıl sonra yine değişmesi olası bir müfredat için kullanılıyorsa, burada bir kasıt aramak gerekir. Bugüne kadar müfredat değişiklikleri 2006 müfredatı gibi yapıldıkları yıllara göre adlandırılmışlardır.
Yine ısrarla eğitim yerine “maarif” kelimesinin kullanılması kamuoyunun çok dikkatini çeken bir konudur. Anlaşılan bunu yazanlar kamuoyunda yüzeysel bir tartışma yapılmasını, işin özüne girilmesini istemiyor ve gündem oluşturuyorlar. Üzücü olan şey, bu ülkede tartışmaların yüzeysel ve bir inatlaşma şeklinde yapılmasıdır. Geçmişte defalarca Bakanlığın adı bile birkaç defa maariften eğitime, eğitimden maarife dönüştürülmüştür. Başında “millî” ibaresi bulunan ve sık sık Türkçeye ne kadar önem ve değer verdiklerini ısrarla ifade eden Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki ısrarını anlamak mümkün değildir. Ne gariptir ki Bakanlık aynı başlıkta Fransızca kökenli “model” kelimesini kullanmakta hiçbir sakınca görmüyor. Ne yazık ki bizim ülkemizde Arapça olan her şey kutsal, İngilizce olan her şey bilimsel sanılıyor.
Böylece maarif konusundaki düşüncemizi ifade etmeye baştan, başlıktan başlamış olduk. Müfredat taslağının tümüne ilişkin eleştiri yapmak için çok sayıda farklı alanda uzman olmak ve 3.500 sayfayı bulan metinleri ayrıntılı olarak okumak ve önceki programla karşılaştırmak gerekir. Buna ne benim zamanım ne de birikimim yeter. Sanırım ilerleyen zamanlarda alan uzmanları tarafından her ders için ayrı ayrı eleştiriler yapılacak, öneriler sunulacaktır.
Burada genel olarak bir değerlendirme yapmak için öğretim programları ortak metninden hareketle bazı düşüncelerimizi ifade edebiliriz.
Öncelikle, yeni bir müfredat hazırlanacaksa bu değişikliğin gerekçesi ortaya konulmalıdır. Yeni bir müfredata neden ihtiyaç duyulmuştur? Bu amaçla bir ihtiyaç analizi yapılmış mıdır? Gerçekten mevcut müfredat, geliştirilmesi olanaksız olduğu için mi kökten değiştirilmek istenmiştir? Bu değişiklik eğitim sisteminin birikmiş olan hangi sorunlarını çözecektir? Değişiklik yapılacaksa müfredatın felsefesi ve amaçları mı değiştirilecektir? Yoksa kelimeler ve kavramlarla oynanarak, özde bir değişiklik yapmak yerine birilerine iş mi üretilecektir? Bu ve bunun gibi çok sayıda soru ilk planda akla gelmektedir.
Ayrıca her şeyin çıkara ve paraya tahvil edildiği çağımızda, yapılan işin yansımaları itibarıyla bakıldığında sadece ders kitaplarının yazılması ve basılması, satın alınması gibi konular geniş bir çevrenin ilgisini çekebilecek, iştahını kabartacak derecede kapsamlı ve akçeli işlerdir.
Güncel gelişmeler nedeni ile müfredatı geliştirmek, mevcut müfredatta değişiklikler yapmak Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun asli görevlerinden biridir. Bunu Kurul kendiliğinden yapabileceği gibi ilgili kurumlardan gelen talepler nedeni ile de yapabilir. Nitekim geçtiğimiz yıllarda Mavi Vatan’dan tutun da İHA ve SİHA’lara, Ayasofya Camii Kebir’inin açılışına kadar bir çok konu müfredata girmiştir. Bugünlerde müfredatta yapılan şeyin eğitimin felsefesinde, eğitim sisteminin insana bakış açısında önemli bir değişiklik beklentisi yaratmasına karşın pek böyle olmadığı görülmektedir. Daha açık söylemek gerekirse, iyi insan yetiştirmek istedikleri belirtilmekte ve kendilerine göre iyi insanın sahip olması gereken değerler sayılmaktadır. Daha önce kötü insan yetiştirilmeye çalışıldığını kim söyleyebilir ki? İyi ve kötü bilimin değil felsefenin; etiğin konusudur. Etik ilkeler de evrenseldir. Yapılan şey kavram karmaşası yaratmak ve siyasi mesajlar verme çabasından başka bir şey değildir.
Türk Millî Eğitim Sistemi’nin amaçları 1739 sayılı Kanun’un 2’nci maddesinde açık ve net bir biçimde yazılmış ve yetiştirilmek istenen insan modeli ortaya konulmuştur. Yetmemiş, aynı ifadelere Anayasa’nın 42’nci maddesinde de yer verilmiştir. Bir başka deyişle müfredat Anayasa’nın ya da yasaların üstünde bir düzenleme değildir. Müfredat üst hukuk normlarına aykırı olamaz.
Müfredatta sözü edilen yetkin ve erdemli insana ilişkin içeriğe bakıldığında, söylenenlerin hemen hepsini 1739 sayılı Kanun’un amaçlar kısmında bulmak mümkündür. Burada ifade edilenleri farklı kelime ve kavramlarla, özellikle eski bir dille ifade ettiğinizde bir şey mi değişmiş oluyor? Tabii ki hayır, fakat böyle bir algı yaratılıyor.
Değerler Eğitimi
Yeni müfredat Erdem-Değer-Eylem Modeli olarak ifade edilmiş; fakat erdemin kendisi de zaten bir değerdir. Çok sayıda değerden söz edilirken değerler eğitimine vurgu yapılmaktadır. Oysa değerler derste verilmez, değerler eğitimi adıyla bir ders olmaz, olmamalıdır, aynen ahlâk dersi gibi. Değerler anlatılarak değer kazandırılmaz. Ahlâk dersi verilerek ahlâklı insan yetiştirilemez. Kitaplardan ıslık çalmayı, bisiklet sürmeyi, bir ağaca tırmanmayı öğrenemezsiniz. Bal demekle ağız tatlanmaz. Bu değerlerin kazandırılabilmesi için okul ikliminin ve kültürünün uygun olması, ailede, okulda ve çevrede rol modeli insanların bulunması, öğrencilerin bu değerleri yaşayarak öğrenmeleri, en başta ahlâk dersi veren insanların örnek bir ahlâka sahip, pedagojik anlamda iyi yetişmiş olmaları gerekir. Orta ve alt sosyoekonomik düzeyden gelen, küçük şahsi çıkarlar peşinde koşan, kendi yaşantısını ve inançlarını mutlak doğru kabul eden, kendisi gibi insanlardan pedagoji dersleri alan öğretmenlerle ahlâklı insan değil ancak ahlâkçı insan yetiştirilebilir, nitekim böyle de olmaktadır. Maalesef Bakanlık örnekleri artırmak yerine dersleri artırmak, bıktırma terapisi uygulamak suretiyle daha dindar ve daha ahlâklı bir nesil yetiştirebileceğini sanıyor, fakat sonuçlar bu yaklaşımın doğru olmadığını gösteriyor. 2012-2022 yıllarını kapsayan “Türkiye’de Din Eğitimi: Genel Görünüm ve Eğilimler Raporu” seçmeli din derslerini seçme oranının giderek düştüğünü, gençler arasında dine yönelimin giderek azaldığını gösteriyor.
Özellikle son yıllarda değerler eğitimi okullarda din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmenleri tarafından verilmekte ve değerler adeta dinî değerler olarak algılanmaktadır. Oysa değerler daha önce de ifade edildiği gibi etiğin konusudur. Millî ve dinî değerler olarak ifade edilen değerlerin büyük bir çoğunluğu evrensel değerlerdir. Yeni müfredatla yetiştirilmek istenen insanın sahip olması gereken değerlerden söz edilirken adeta akla gelen bütün değerler; vatansever, merhametli, cesaretli, bilge, üretken, sorgulayıcı, iradeli, sağlıklı, ahlaklı, estetik şeklinde sayılmış ve bu yolla beden ve ruh bütünlüğünün sağlanacağından ve böylece yetkin ve erdemli insan yetiştirileceğinden söz edilmektedir. Bu değerlerin çeşitli derslerin programlarında sarmal bir yapı içinde yer alması ve doğal olarak kazandırılabilmesi gerekir. Aksi takdirde bu değerler göstermelik olmaktan öteye geçmeyecektir.
Ders İçeriklerinde Seyreltme
Bakanlık bizim müfredatımızın diğer bazı ülkelerin müfredatından yüzde 50 daha fazla bilgi içerdiğini gerekçe göstererek ders içeriklerinde yüzde 35 oranında seyreltme yapıldığını ifade etmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi müfredata zaman içinde çeşitli eklemeler yapıldığı gibi önemini ve değerini yitiren bazı bilgilerin de çıkarılması gerekir. Seyreltme yaparken ders saatlerinin aynı kalması, uygulamaya fırsat vermesi ve bilgiye derinlik kazandırılabilmesi anlamında önemli olmakla birlikte, yapılan yüzde 35’lik seyreltmenin hangi derslerde ve hangi konularda, hangi gerekçelerle yapıldığının kamuoyu ile paylaşılması gerekir.
Eğitim kapalı kapılar ardında yönetsel erki elinde bulunduranların kendi ideolojilerini öğrencilere empoze etmeleri değildir. Demokratik toplumlarda yetiştirilecek insan modeli konusunda toplumsal bir konsensüsün sağlanması gerekir. Sözgelimi, konuya ilişkin sosyal medya mesajlarında, programlarda Türk ve Atatürk ifadelerinin çok az geçtiği şeklinde eleştirilerle karşılaşılmaktadır. Eğer seyreltme bu anlamda yapılıyorsa toplumun önemli bir bölümünün buna tepki göstermesi çok doğaldır. Tabii ki bu kadar kısa süre içinde nelerin çıkarıldığını ve nelerin eklendiğini anlamak çok zordur. Belki Bakanlık gerçekten doğru anlaşılmak istiyorsa az sayıdaki gönüllü ve iyi niyetli eğitimciyi bu kadar yormak yerine bu değişiklikleri ders ve konu bazında ayrı ayrı vermelidir. Daha doğrusu, bu konuda bir Millî Eğitim Şûrası toplamak ve konunun uzmanları tarafından derinlemesine tartışılmasını sağlamaktır. Fakat Bakanlık “islim arkadan gelsin” hesabı Şûra’yı Aralık 2024’te toplamayı planlamaktadır. Bu tutumu, Bakanlığın müfredat konusuna ne kadar önem ve değer verdiğini de göstermektedir.
Öğretmenlerin Devre Dışı Bırakılması
Öğretim programları ortak metninde, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli olarak adlandırılan bir infografiğin merkezinde bütüncül eğitim yazmakta ve bu bütünlüğü oluşturan dokuz alan; ölçme ve değerlendirme, programlar arası bileşenler, farklılaştırılmış öğretim, öğrenme yaşantıları, öğrenme çıktıları çerçevesi, program dışı etkinlikler, okul temelli planlama, bilim- teknoloji-çevre, öğretmen yansıtmaları olarak ifade edilmekte ve bütün bunların çevresi ise yetkinlikler ve erdemler ile çevrelenmektedir. Önemli olan önce bütün bunları derslerinde konularla ilişkilendirerek, başka derslerle ilişkisini kurarak uygun yöntem ve tekniklerle verecek, müfredata hâkim, uygun öğretim yöntemlerine sahip öğretmenleri hizmet içinde yetiştirmektir. Kabine değişikliği öncesi, bir yerlere mesaj vermek için aceleyle gündeme getirilen ve henüz yeterince olgunlaşmamış, farklı gruplar tarafından çalışıldığı belli olan, eklektik bir görünüme sahip bu müfredatın yaz aylarında uzaktan eğitimle öğretmenlere anlatılması, kazandırılması mümkün değildir.
Unutmamak gerekir ki genellikle öğretmenlerin birçoğunun müfredat değişikliğinden haberi bile olmaz. Onlar yeni müfredata uygun olarak hazırlanan/hazırlandığı kabul edilen kitaplar/konular üzerinden derslerini anlatmaya çalışırlar. Öğrencilere yansıması ise sınav kapsamı değiştiğinde olur. Bu nedenle öğretmenleri devre dışı bırakarak hazırlanan bir müfredat hariçten gazel okumaktan ibarettir. Sistemde öğretmene rağmen değişiklik olmaz.
Ayrıca Bakanlık, yeni müfredatı kamuoyuna duyurarak eleştiri ve önerileri almak istemektedir. Bu göstermelik bir davranış değilse, âdet yerini bulsun diye yapılmıyorsa, eleştiri ve öneriler çerçevesinde müfredatta önemli değişikliklerin yapılması gerektiği açıktır. Bütün bunlardan sonra yeni müfredata uygun ders kitaplarının yazılması, Talim ve Terbiye Kurulu tarafından kabul edilmesi, ihaleye çıkılması, satın alınması, basılması, dağıtılması düşünülecek olursa; eğer bu kitaplar hazır değilse, genel müdürlükler ya da yayınevleri müfredata paralel bir çalışma yapmamışlarsa (ki bu durum çok vahimdir ve eleştirilerin bir anlamı olmayacaktır) yeni öğretim yılına yetiştirilmesi imkânsızdır.
Bir söz, “Deve, parçaları farklı gruplar tarafından bir araya getirilmiş attır” der. Bence hâlihazırda yeni müfredatı, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni en güzel anlatan söz budur.