Yeni Siyasi Aktörlerin Serancamı
AK Parti’den kopan siyasi seçkinler tarafından kurulan yeni siyasi partilerin siyasete yapacakları en büyük katkı, çoğulcu bir baskı oluşturmak olabilir. Bu işlev, bir yanıyla, AK Parti’nin muhafazakâr siyasi alanda yıllar içinde oluşturduğu söylemsel ve fiili hegemonyanın kırılmasına işaret eder. Diğer yanıyla muhafazakâr seçmen dokusunun heterojen bir görüntüye kavuşması anlamına gelir.
I. Siyasi Hâl ve Gidiş
Türkiye’de, son dönem, toplum-devlet-siyaset katmanlarının arasındaki ilişkilerin esasına dair en uygun tabir muhtemelen tahakkümdür.
Bu durum pek olağandışı sayılmaz. Tarihsel belirleyenler bu topraklarda kuvvetlidir. Cemaatimsi toplumsal doku ve siyasi kültür, buna bağlı egemen siyaset-fayda ilişkisi, siyaset ve devlet dokusunu şekillendiren kültür savaşları bunların önde gelenleridir. Topluluklar arası siyasi ve kültürel köprüler, geçişler ve değişimleri, birey, hak, eşitlik ve özgürlük üzerinden mümkün kılacak yeni bir şebeke kurma arayışı, bu istikamette içselleşecek bir toplumsal sözleşme hülyası, bu nedenle, demokratik beklenti ve umutların özünü oluşturur. Ne var ki, zaman bu sert zeminde akar. İlerlemeler, demokratik gelişmeler bu zemine oranla yaşanır, gerilemeler, kutuplaşmalar da öyle.
Bu malum zeminde, Türkiye’nin siyasi hayatında “açılma ve kapama”, “otoriterleşme ve demokratikleşme” sarkaç hareketi gibi, git-gel arası fasit bir döngü olarak yaşanıyorsa, mevcut duruma yönelik tespit pek zor olmaz. Döngünün hızını belirleyen de, genel olarak, bölgesel ve uluslararası konjonktürel iklim, yönetimlerin sorun çözme, bu istikamette toplumu seferber etme kapasitesi ile yeni girdilere uyum sağlama ve onları yönetme gücüne bağlıdır.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durum, bir yönüyle, bu çerçeveye oranla anlaşılabilir. Nitekim, bugün bu döngünün sonucunda ortaya çıkan tahakküm görüntüsü ve otoriter yönetim düzeni, bir önceki evrenin “karşı iktidar”ı, Türkiye’deki eksik demokratik yapının geleneksel unsurlarını istikrar için güvence kabul eden bir “tepki iktidarı”dır.
Ülke bir süredir bu çerçevede, (doğrudan-dolaylı) aktörleri ve belleğiyle devlet, siyasi alandaki asli temsilcisi ve bağı MHP, değişen paradigmasıyla AK Parti üçlüsünden oluşan bir “iktidar bloğu” tarafından yönetilmektedir.
Bir dönem açılım politikaları yüklenen AK Parti’nin, bu kez sarkaç hareketinin diğer ucunun taşıyıcı olması çelişkili görünebilir. Ancak bu tür geçiş riskleri, lider endeksli popülist hareketlerin, milliyetçi ve muhafazakâr tabana oturan kitle partilerinin ve bunların pragmatik demokratik eğilimlerinin doğasında bulunur.
AK Parti bakımından bir uçtan öteki uça geçişin temel nedeni, lidere ve zihniyetine endeksli yapı ile yeni sorun, talep ve girdilerin bu çerçevede demokratik siyasi araçlarla yönetilememesidir. Bu oranda kimi gelişmeler siyasi ve kimi krizler şahsi tehditler olarak algılanmış, nihayetinde AK Parti milliyetçi vurgulu kimlik politikalarına sarılarak, sert bir geri dönüşle bu girdilere savaş açmıştır.
Bu tablo kritik sonuçlar üretmiştir:
– Her şeyden önce asayişçi bir iktidar bloğunun oluşmasına vesile olmuştur. Bu yeni ittifak, tohumlarını, 15 Temmuz darbe girişiminin verdiği ivmeyle, “hakimiyet ve kontrol” güdüsüyle, aktörleri arasında karşılıklı ihtiyaç ve karşılıklı bağımlılık üzerinden ve Kürt politikasında asayişçi ortak bakış üreterek atmıştır.
– AK Parti’nin kolektif ve toplumsal-siyasal bir geleneğe dayanan yapısının tahrip olmasına, zaman zaman popülizmin de fevkinde, her seviyede, etkin bir “şahışlaşma” sürecinin devreye girmesine neden olmuştur.
– Şahıslaşma sürecinin, ittifak unsurların da desteğiyle, asayişçi-merkeziyetçi-otoriter bir kurguyla birleşerek yeni anayasal-siyasal dokuyu şekillendirmesi, diğer önemli bir sonuçtur. Bu dokunun önde gelen özellikleri çoğunlukçu düzen, keyfileşme, güç yoğunlaşması, devlette kurumsal çözülme (desinstitutionalisation), yargının devletleşmesi gibi unsurlardan oluşur.
– Dördüncü sonuç, gelişmelerin AK Parti’nin seçmenlerinde, muhafazakâr kesimde bir ayrışmaya yol açmasıdır. Muhafazakâr kesimde sınıfsal ve kültürel yeni bir heterojenleşme eğiliminin ilk belirtileri ortaya çıkmıştır. Bu durum, ayrışan gruplar bakımından da farklı bir harmanlanmaya işaret etmektedir. Memnuniyetsiz katmanlar AK Parti’den tedrici olarak uzaklaşırken merkez siyaset beklentisine doğru yola çıkmış, destekleyen gruplar ise bir yönüyle, milliyetçi söylemin ve asayişçi politikaların etkisine girerek, yeni siyasallaşmaya tâbî olmuştur. Bu çerçevede, kamuoyu araştırmalarında bugün itibariyle AK Parti seçmeninin 2/3’den fazlasının ikinci parti olarak MHP’yi işaret etmesi kısa sürecek dönemsel bir gelişme olarak okunmamalıdır.
– Son sonuç, ülkedeki temel siyasi tartışma ve ayrışmanın, kültürel kimlik, çevre/merkez vurgulu olmak yanında, özellikle son dönemde, bundan daha çok, otoriterleşme ve keyfileşme eksenine oturmasıdır. Bu eksenin oluşmasında, toplumsal genelindeki “çatışma-kutuplaşmaya tepki” veya “merkeze dönüş eğilimi arzusu” da önemli bir rol oynamaktadır.
II. Yeni Partiler
AK Parti’den kopan siyasi seçkinler tarafından kurulan yeni siyasi partiler, yukarıdaki beş sonuçtan kimisinin doğrudan, kimisinin dolaylı yansıması olarak ele alınabilir. Gerek Gelecek Partisi, gerek DEVA Partisi, mevcut siyasi duruma itiraz ve tepkiyi ifade etmek kadar, siyasi alandaki doğal değişme-ayrışma öyküsünün de ürünü olan muhafazakâr-merkez eğilimli partilerdir. Muhafazakâr alanı yeniden tanımlamak, “siyasi merkezi ve merkez siyaseti” doldurup inşa etmek, bu siyasi partileri tanımlayan iki temel ve genel özelliktir.
Muhtemel İşlevler ve Beklentiler
Bu özellikler siyasi beklentiler etrafında birbirine bağlı iki işlev olarak da ifade edilebilir.
1. Yeni siyasi partilerin Türk siyasetine yapacakları en büyük muhtemel katkı, çoğulcu bir baskı oluşturmaktır. Bu işlev, bir yanıyla, AK Parti’nin muhafazakâr siyasi alanda yıllar içinde oluşturduğu söylemsel ve fiili hegemonyasının kırılmasına işaret eder. Diğer yanıyla muhafazakâr seçmen dokusunun heterojen bir görüntüye kavuşması anlamına gelir.
2. Muhafazakâr ya da merkez siyasetin, Türkiye’nin yeni dinamikleri, sorunları ve ruh hâli etrafında yeniden tanımlanması, bu siyasi partileri bekleyen kaçınılmaz bir gerekliliktir. Erdoğan’ın temsil ettiği, “kimlikçi, otoriter ve çatışmacı muhafazakâr bakış” karşısında, Gelecek ve DEVA Partisi’nin, kimlikler arası senteze dayalı “özgürlükçü ve uzlaşmacı bir muhafazakâr damar”a can vermeleri beklenmektedir. Yeni muhafazakâr dil, temel hak ve özgürlükler alanın genişletilmesi, hukuk devletinin yeniden inşa edilmesi yanında, kamusal alan-katılım-siyaset ilişkileri, siyasi ve kültürel çoğulculuk eksenli politikalar, etik ve çevre sorunları gibi yeni ihtiyaçların merkeze alınmasını, bunlara uygun yeni toplumsal ara yüzler, katmanlar üretilmesini de içerdiği takdirde, önemli bir işlevi yerine getirecektir.
İlk Çıkış ve Zemin
Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin açıkladıkları programlar genel olarak açık toplum felsefesine ve çağdaş demokrasi beklentilerine uygundur. Bu bakımdan metin ve açıklamalarda, özgürlükçü, sivil, rasyonel, yerel-evrensel değerler sentezine dayanan bir siyaset tanımı, insan hakları, özgürlükler, demokratik anayasal sistem, demokratik hukuk devleti, liyakat, ehliyet, serbest piyasa ve rekabet, Kürtçe ana dilde eğitim, dünyaya açık barışçıl siyaset gibi vurgular öne çıkmaktadır. Bunların beklentilerle uyumlu gelişmeler olduğunu söylemek gerekir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, muhafazakâr kesimde yaşanan kendiliğinden bir ayrışma, toplumun genelinde merkez liberal siyasi eğilimlere yönelik ihtiyacın yükselmesi ve yeni seçim düzeninin ittifak siyasetine, ayrıca sandık başı seçmen ittifaklarına açık olması da, yeni siyasi aktörler için elverişli bir başlangıç pisti oluşturmaktadır.
Bunlarla birlikte, asıl belirleyici hususun sahada ve toplumla ilişkilerde olduğu muhakkaktır. Gündem oluşturma ve yönetme, muhafazakâr kimlik algısına yönelik restorasyon hamleleri, özgüven-başarı-güç ilişkisi kurma kabiliyeti bu çerçevede önemlidir. Kademeli ve biriktirerek gerçekleşecek bu hususlar bakımından her iki siyasi partinin de önünde zaman bulunduğunu söylemek gerekir.
İki Siyaset Pisti
Bu siyasi partilerin alacağı yolda, Türkiye’de yeni kutuplaşma dinamikleri ve yeni siyasal düzenin getirdiği ittifak siyaseti ayrı ayrı önem taşımaktadır. Bu hususların, yeni partilerin önüne aynı anda iki siyasi faaliyet pisti çıkarmaktadır. Bunlardan biri muhalif alan, diğeri iktidarın egemen olduğu geleneksel muhafazakâr sahadır.
Yazının girişinde otoriter-popülist-çoğunlukçu iktidar tutumu ile buna yönelik itirazların karşı karşıya gelmesinin yeni kutuplaşma dinamikleri oluşturduğunu belirtmiştim. Gerçekten de “Türkiye’de hem siyasi yelpaze, hem siyasi muhalefet, siyasi ve anayasal gelişmelerinin baskısıyla, ana çatışma eksenlerinde yaşanan kaymalarla, her geçen gün ivmesi yükselen yapısal bir değişiklik geçiriyor.
Bugün muhalefet, artık dün olduğu gibi, sadece iktidar dışı ve karşıtı farklı siyasi aktörlerin kümelendiği bir siyasi katman olarak tanımlanamaz. Aynı zamanda, muhalif siyasi partiler arasındaki ortak paydalar etrafında oluşan, her bir siyasi aktörün tekil varlığını aşan ve kendi başına anlam taşıyan bir oluşum, “siyasi bir alan oluşumu” istikametinde yol almaktadır.
Bu gelişmenin iki nedeni bulunuyor. İlki, iktidardaki tekelleşme ve keyfileşme, demokraside yaşanan tahribat ve bunun artma riski, adalet duygusunun uğradığı örselenme, hemen tüm muhalif grupların temel siyasi arayışını, bu hâkim siyasi yapıyı yenmek, geriletmek, ikame etmek hâline getirmiştir. İkincisi, yeni anayasal düzenin kutuplaşmayı teşvik eden düzenlemeleriyle ilgilidir. Yeni siyasi düzende belirleyici siyasi yarışma, yürütme gücünü elinde tutan, devletin diğer anayasal organlarıyla ilgili ciddi yetkilere sahip cumhurbaşkanlığına ilişkin iki turlu seçimlerdir. Bu seçim sistemi, ilk turda en çok oy alan iki adayın ikinci turda yarışmasını veya çok güçlü bir aday karşısında birinci turda ortaya çıkacak ve siyasi güçleri iki cepheye ayıracak ittifaklar düzeni öngörmekte, tam anlamıyla çoğunluk gücü ve fikri üzerine oturmaktadır.
23 Haziran seçimlerinin de gösterdiği gibi, bu iki unsur birlikte, gerek siyaset arenasını gerek toplum-siyaset ilişkilerini, “seçmen ittifaklarına” ve partiler düzeyinde “ittifaklar siyaseti”ne doğru itmektedir. Bu çerçevede Türkiye’deki kültürel ayrışmaya, “kimlik ve ideolojik eğilim bakımından kendi içinde heterojen dokulu” siyasi kutuplaşma eklenmekte ve muhalif alanı önemli ölçüde bu yeni girdi tanımlamaktadır.”
Yeni siyasi aktörlerin at koşturacakları ilk siyasi alan doğal olarak burasıdır. Bu çerçevede temel meseleleri, 1) iktidara ulaşmak için kiminle/kimlerle ve nasıl bir yol tutturacakları, buna dair verecekleri işaretler, 2) bu alanda oyun kuruculukta başarılı olup olamayacaklarıdır. Özellikle oyun kuruculuk kritik bir meseledir. “Muhalif alandaki siyasi partiler arasında (genel olarak ya da Kürt sorunu, NATO meselesi gibi tekil siyasi konularda) bağ kurmayı, bu alanın örgütlenmesinde aktif olmayı, ona renk veren taşıyıcılardan biri hâline gelmeyi gerektirir. Ülkenin kritik sorunları, örneğin dış politika, örneğin Kürt meselesi söz konusu olduğunda ya da yeni toplumsal talepler bakımından, örneğin çevre meselesinde, örneğin aktif katılımcılıkta böyle bir rol, Babacan, Davutoğlu ve arkadaşlarının bugüne kadar benimsedikleri kimi sınır ve tanımların ötesine geçmelerini talep eder.”
Muhalif alan siyasetinin yanında, Davutoğlu ve Babacan’ın şu ya da bu aşamada iktidar bloğunun, “meydan okuyan büyük devlet, Batı’ya karşı dik duruş, başarılı kuvvet politikaları” gibi vurguları taşıyan muhafazakâr diliyle hesaplaşmak durumunda olacağı açıktır. Muhafazakâr kesimin bu hassas meselelerine alınacak tavırlar da yeni bir dilin önemli araçları arasında yer alırlar. Bu da onlar bakımından kritik, belki de en zor sınav olacaktır.
Türk siyasetinin ve yeni siyasi aktörlerin çağrıştırdıkları şimdilik bunlar.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.